Depo’daki ‘Kum Fırtınası’nın Ardından…

//

Havada her zaman milyonlarca ton toz var; tıpkı yeryüzünde milyonlarca küp hava olması ve toprağın içinde barındırdığı canlıların (solucanlar, böcekler, yeraltı yaratıkları) toprağın üzerinde yaşayanlardan fazla olması gibi.Michael Ondaatje, The English Patient (İngiliz Hasta)

Kum fırtınası bir şehirli için ne ifade eder? İstanbul’un merkezinde kum fırtınasına benzer tek şey, giderek büyüyen şantiyelerin çıkardığı toz olurken, Ortadoğu’da sıkça gerçekleşen bu olay, en iyi ihtimalle belirsiz imgeler çağrıştırıyor. İstanbul Tasarım Bienali’nin teması – empati – düşüncelerime sızıyor. Hiç yaşamadığımız bir şeyle nasıl empati yapabiliriz? Nasıl bir bağlantı kurabiliriz ve bunun önemi nedir?

Yeryüzündeki çölleri kasıp kavuran pek çok fırtına türü bulunuyor. Ortadoğu’da çeşitlilikleri, cazibeleri ve güçleri öylesine efsanevi ve destansı ki, “The English Patient” (İngiliz Hasta) isimli roman ve filmde olduğu gibi popüler kültürün perdelerini aralıyor. Esrarengiz Macar kahramanı bir Kahire gecesinde, Arapça sözcükler dilinden dökülmeden önce kışkırtıcı bir şekilde “Size rüzgarları anlatayım” diyor.

Taze Bir Demografik Temsil Niteliğinde

Bilinmeyen bir dilden okunan bir şiir seslendirmesi -Sümerce ve Akadca- toprakla aramızdaki mesafeyi, varoluş şekillerini, tarihini, halklarını tüm bunların belirsizliklerini anlatıyor. Ayat Najafi’nin multimedya yerleştirmesi “Planting Gilgamesh” (2020), Depo’nun son sergisi olan “Kum Fırtınası – Ve Sonra Toz Vardı”nın (Sandstorm – And Then There Was Dust) ikinci katında bir köşede yer alıyordu. Böylesi şiirsel, ekolojik fenomenlerin büyüsü ise Iraklı, İranlı ve Türkiyeli sanatçıların nadir görülen varlığı ve çevresel adalet ihtiyacının aciliyeti ile birlikte geliyor.

Kum Fırtınası – Ve Sonra Toz Vardı” ve Depo’daki bu özel kürasyon aynı zamanda Türkiye’deki çağdaş sanat ve kültür için taze bir demografik temsil niteliğindeydi. Çünkü tipik olarak sergilenen işler vatandaşların çoğunluğunu yansıtan; daha çok Batı eğilimlerine paralel olan ana akım, ulusal kaygıları yansıtan, yaratıcı ve sosyal katılımcı işler.

Varoluş sebebi bölgenin çevresel aciliyetleri olan bu sergi, isminin mitlere özgü çağrışımlarına rağmen, varlık amacını açıkça ortaya koyan bir eserle açıldı. İstanbullu ekoloji ve sanat çalışmaları kolektifi Birbuçuk’un “Habitat Loss” (2020) adlı eseri, araştırmacılar Akgün İlhan, Adnan Mirhanoğlu ve Sinan Erensu’nun seslerini bir araya getiriyordu.

Sesler, anahtar sözcüklerin ve ses kliplerinin dalga biçimlerinin belirtildiği bir posterle birlikte, iki kulaklık aracılığıyla iletiliyordu. Oturdum ve ikili bir konuşmayı dinlemeye başladım. Sağ kulağımda bir kadın, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde inşa edilen ve birçok yerleşimi sel altında bırakan barajlardan bahsediyordu. Bu esnada sol kulağımda, biraz daha alçak bir sesle, bir adam kuyular ve kuraklıklardan söz ediyordu. Diğer kulaklık çifti ise, neo-liberalizm ve hükümet destekli projelere karşı protestolarla bağlantı kurarak ekolojik yıkım konusunda daha geniş bir görüşün dile getirilmesine vesile oluyordu.

Serginin küratörü Berlin merkezli sanat tarihçisi Sarah Maske serginin açılışını, Urfa doğumlu fotoğrafçı Sinem Dişli’nin arşivsel pigment baskısı olan 2015 tarihli “Sand In A Whirlwind” (Burgaç) isimli, geniş formatlı eseriyle yaptı. Eserde, şiddetli hortum gökyüzü ile doğanın üzerine çöken gücüne maruz kalan savunmasız yeryüzü olarak görüntüyü ikiye bölüyor. Eser bana 10 yıl önce Kahire’de öğrenciyken, ekmek isyanları meydanı sarmadan hemen önce, Sahra Çölü’nden hayal bile edilemeyecek miktarda kumun büyük bir fırtınayla birlikte Tahrir Meydanı’nı kaplamasıyla gerçekleşen büyük bir felakete tanık olduğumda, doğal afetlerin insan meseleleriyle nasıl örtüştüğünü hatırlattı.

Ortak Tarih ve Çevresel Sorun

Depo’nun iç kısmının yuvarlak kıvrımını geçince, eski havasız tütün deposunun zemin katı heykel, video, fotoğraf, sanal gerçeklik ve asılı, sallanan kumaşlar üzerine basılmış metinleri birleştiren karışık yerleştirmeleri göz önüne seriyordu. Maske’ın İran asıllı Amerikalı çevre toksikoloğu (zehir bilimci) Mozghan Savabieasfahani ile yaptığı video röportajının çekimine kapıldım. Savabieasfahani, “Bu kirli toprakları temizlemek için gerekli teknolojiye sahibiz. Engellenmediği takdirde bu kirliliğin her yere, suya, toprağa, havaya, bitki örtüsüne, yemeğinize karışma olasılığı var. Irak’ta ortaya çıkan tozun içinde İran’a kadar yol kat edebilecek miktarda kirletici madde bulunmakta” diyordu.

İlginizi çekebilir:  Jerry Saltz'dan Refik Anadol Eleştirisi

Çoğunlukla ABD Ordusu’nun Irak’ta bıraktığı askeri atıkların neden olduğu, dalgalar halinde hareket eden ve kum fırtınalarıyla yayılan savaşın materyal zehirliliği, bölgesel etkilere sahip. Tüm bunlar ışığında, Türkiye ile doğu sınırları arasında paylaşılan ortak tarih, acil olarak ele alınması gereken bir çevresel sorun.

Röportaj alanının hemen yanında köşede bir hediyelik eşya dükkanı kurulmuş. Üzerlerinde Uranium Generation Design yazısı olan şapka, kupa ve tişörtler var. Siyah duvarlar, raflar ve buzlu vitrinler aralarında ilk bakışta doldurulmuş sevimli maskotlarla karıştırılabilecek acayip yaratıkların da olduğu geniş bir ürün yelpazesi sergiliyor. Mahmoud Obaidi’nin Uranium Generation Design (2020) isimli mekansal yerleştirmesi, madenciliğin bölgesel habitat üzerindeki etkilerini açıkça ortaya koyan, mutasyona uğramış ve harap olmuş oyuncak bebek ve hayvanları sergiliyor.

Birleştirici Motifleri Ortaya Çıkaran ‘Kum Fırtınası’ndan Kopuyor

Habitat yalnızca yeraltı kaynaklarının çıkarılmasından değil, aynı zamanda kapitalist eğlence anlayışının
yaygınlaşması, çoğu zaman da artık kâr elde edemeyen tesislerin karlı bir girişime dönüştürülmesi amacından da zarar görüyor. Bir zamanlar sömürgeleştiren imparatorluklar için kazançlı bir zenginlik kaynağıyken, o zamandan beri yerleşimcilerin ve madencilerin hayatlarını sergileyen sahte bir köye dönüştürülen, Güney Afrika’nın Johannesburg altın madenlerine yaptığım bir gezide tanık olduklarımı hatırlattı. Onun hediyelik eşya dükkanından ise bahsetmeye gerek bile yok…

Kişi bir anlamda sergi alanında da benzer bir kopukluk hissedilebilirdi. Tahran Platformu’nun zemin kattaki göz kamaştırıcı sanal gerçeklik enstalasyonu “Al-Mashroof” (2020) ile üst katta izole bir odada Kerem Ozan Bayraktar’ın ruhani soyut videosu “Rotor” (2020) arasında; Tahran Platformu’nun kaybolan Mezopotamya bataklıklarının daha kuru, bilgilendirici haritaları, Mahmoud Obaidi’nin kaplumbağalar yerleştirmesi, çevre seminerlerinden sesli alıntılar, hatta Dişli’nin merak uyandıran “Fields on Fire, Urfa” (Kuzey Mezopotamya) fotoğraf kolajı entegre tasarım açısından şaşırtıcıydı. Bu türden uğraşılmış yansıma ve estetik hayranlık pedagojileriyle bağ kurmak, ziyaretçilerin ciddi ilgisini gerektiriyor. Bir kum fırtınasının opak ve belirsiz kıvrımlarıyla kıyaslanabilir, sadece biri ussal ve kopuk…

Şayet “Kum Fırtınası – Ve Sonra Toz Vardı” bu zararlı kum fırtınalarının kurbanlarını görselleştirmek, anlamak ve onlarla empati kurmak için yapılan yaklaşımların bir tezahürü ise, hem başarılı hem de başarısız tarafları bulunuyordu. Maske ekoloji ile ilgili kavramları; organizmalar arasındaki simbiyotik etkileşimleri vurgulayan doğa bilimleri kavramlarını keşfetmek için Türkiye, Irak ve İran arasında birleştirici motifleri ortaya çıkaran kum fırtınası olgusundan kopuyor.

Alternatif Etkileşim Biçimleri Sundu

İnsanoğlunun toprakları, suları ve havasıyla yıkıcı ilişkisine dair kısa bir inceleme olarak sergi, alternatif etkileşim  biçimleri sundu. Mesela 2011 yılından bu yana Tahranlı sanatçılar ve vatandaşlarla yürütülen birçok bağımsız projenin sonucu hayata geçirilen Negar Farajiani’nin “Tehran Monoxide Project” isimli çalışması, uygulanabilir bir alternatif sunuyor.

Sergi, küratör Sarah Maske’ın konuşmasında ifade ettiği gibi, “İran’ın değişen ekolojilerini ve bunların İran okul sistemi içindeki iletişimini inceleyen” bazı projelerin kapsamlı belgelendirmesine ev sahipliği yaptı. Bu belgeler arasında, Tahran okullarındaki çocukların “Şehrimizin havasını ne kirletiyor?” sorusuna yanıt olarak çektiği fotoğraflar, proje posterleri, video ve fotoğraf albümleri de yer aldı.

Atölye çalışmalarından seçilen fotoğraflar albümler halinde derlenerek, rahat bir koltuk ve bir lambası bulunan masalarda sunuldu. Sosyal olarak bağlantılı sanatsal pratiklerle misafirperver bir etkileşim ortamı önermesinin yanı sıra, serginin kendisinin de bir tür ekolojik ortam olduğu fikri dahilinde bir sunumdu bu, fakat teoride kalmış ve kum fırtınalarının tozundan ve toprağından oldukça uzak…

Çeviri: Gamze Öztürk

Previous Story

Anadolu Ödülleri Sahiplerini Buldu

Next Story

Tartışmalı Philip Guston Sergisi 2022’de Boston’da

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights