Deneyimseller

Bu yazıya giriş olarak ancak bir dipnotta duyurabileceğim bir hayli “deep” bir not’tan sözetmek isterim. Ocak 2019’da kendi önerim üstüne Sanat Dünyamız’da “Sanatkaç” adlı bir köşeye başlamıştım. Burada iki yazım yayınlandıktan sonra üçüncü yazım, editör değişimi dışında hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedilmiş, ve köşem iptal edilmişti. Altını çizerek ifade etmek isterim ki sanatın kaçış noktalarının yolu kesilerek kabul gördüğü ya da sanatın sadece ve sadece kapital ile değerlendirilerek geçerli kılındığı ülkemizdeki sorunlara işaret etmek amacıyla başladığım köşem bulduğum ada kurban edilmişti. Sanat kaçmıştı. Oysa, felsefenin “sanat tarihi” ve “estetik” ile kuşkusuz çok yakından ilişkisi vardır. Bunların tırnak işareti içinde kullanılmadığı zamanlar da olmuştur ki bu dönemlerdeki yakınlık gerek felsefe ve sanatın, gerekse ikisi arasındaki ilişkinin henüz popülizme teslim edilmediği zamanlardır. İnsanların gazetelerden ya da gazete yazarlarından öğrenebileceği şeyler kendilerinin de eleştiri koltuğuna rahatça uzanabileceği bir pozisyonu hazırlar. Oysa, eleştirinin rolü medya tarafından eleştirmen ya da okuyucuya giydirilen hiçbir kostümü kabul etmeden, içinde bulunduğumuz çukurdan yıldızlara bakabilmektir. Kanaat sahibi olmak, hepimizin bir TV yıldızı olabilme potansiyeline sahip olduğumuzu kanıtlasa da, yıldızlara bakabilmek, kendine has bir zamansal ve uzamsal bir deneyim, deneyimsellik gerektirir. Bu vesileyle, Türkiye’de son yirmi yıldan beri oluşan bu durumun yönetimde olan kadroların dışında günümüzde kendini muhalefet olarak sunan kadroların da pozisyonunu belirlemiş olmasından duyduğum derin kederi belirtmek isterim.  İşte tam da böyle bir umutsuzluktan doğabilecek bir umutla, Artdog’un, Sanatköpeğinin, zincirlerinden kopmak için mücadele edecek, kendini besleyen eli utanmazca ısıracak, yoldan geçen herkese havlayacak bir yayın olmasını düşlüyorum. Deneyimsel’i Denetimsel’e indirgemenin bir yolu yoktur; Sanatkaç bunun için vardır. O yüzden, bir daha: hav hav!

 

ArtDog’da yazmaya başlayacağım “Sanatkaç” adlı köşemde felsefe ve sanat arasındaki ilişkileri göz önünde bulundurarak her yazıda belli bir ya da birkaç düşünürün düşünceleri ile sanat yapıtları arasındaki buluşmaları, çıkmazları ya da  açmazları değerlendireceğim. Türkiye’deki sanat eleştirisi genelde, türlü düşünürlere yüzeysel referanslar ve beğendim / beğenmedim ekseninde ilerlerken, benim yapmak istediğim şey, ele alınan sanat yapıtı ya da sanat yapıtlarının neden çalışmadığı, ya da çalıştığı varsayılırken nelerin göz ardı edildiğini okuyucuya sunabilmek olacak. Felsefe, bilhassa Derrida’dan sonra, karar verilemezliğin baş rol oynadığı bir alansa, sanat yapıtlarını herhangi bir karara ulaşmadan nasıl tekrar konuşulabilir hale getirebiliriz? Her sanat yapıtı, gerek materyal gerekse ideolojik bağlamda, içinden çıktığı koşulların ürünüdür ve bu materyalite ile ideolojiyi putlaştırılmadan söylenebilir kılmak, eleştirinin mihenk taşını oluşturmalıdır. Sonuçta, eleştiri her türlü olası içkinlik düzlemini aşmadan, bu farklı içkinlik düzlemlerinin nasıl bir düzlem oluşturduklarını açıklamak demektir. Sanat ne oraya ne de buraya aittir: boş evi çizemeyiz, onun içinde varoluruz ama bunun “affect”ini yaratabilmek, içkinliği deneyselden çok “deneyimselliğe” açmak demektir. Kapitalin koşullandırdığı sanat eğilimlerini geride bırakabilmek için yeraltına inebilmek gerekir. Yeraltının ikamet edilebilecek bir yer olmadığını, sanatın yeraltını kuran ama asla oraya inebilmeyi mümkün kılmayan bir aracı olduğunu bilerek. “Sanatkaç” adını verecağim yazılar dizisi tam da böyle bir noktadan kaynaklanıyor: Schlegel kardeşlerin Athenaeum fragmanlarında sözettikleri gibi bir sanat yapıtını herhangi bir estetik bakış açısından değerlendirmeden önce, sanatın şu an, şimdi nasıl bir deneyimsellik alanı açabildiğini farketmek, düşünebilmek gerekir.

Belki de başlangıçta Freud’un “fantezi” kavramını irdelediği, farkında olmadan sanat ve sanatçı hakkında sonsuz ufuklar açtığı, “Şair ve Fantezi Kurmak” (“Dichter und das Phantasieren”)[2]adlı makalesinden sözetmek gerekir. Şair ya da sanatçı şimdi’de kendi arzusunu kabartan bir olayla karşılaşır, bu olay onu geçmiş’te bu arzusunun tatmin edildiği bir başka ana / anıya götürür ve bu da onu gelecek’te olmasını istediği bir başka arzuya yöneltir. Sanatçının fantezisi yapıtıdır. Kimimiz bu tür fantezilerle başedemediği için hasta oluruz; sanatçılarsa fantezilerini gerçekleştirebildikleri için hastalıktan kurtulabilirler. Şimdi şu hasta olup olmama gibi gülünç tespitlerden uzaklaşırsak Freud’un fantezi kuramının genel psikanaliz kuramını nasıl da üç farklı zaman dilimini aynı anda deneyime açtığını görebiliriz ki sanatçı için durum gerçekten böyledir: sanatçıyı sanatçı yapan geçmiş, şimdi ve geleceği aynı zamanda deneyimlenebilir kılabilmesidir –  sanat yapıtı ise sadece bir yan üründür. Yan ürün kuşkusuz türlü estetik kuramlar dahilinde incelenebilir ama bazı sanatçılar bu kuramlardan kaçan eserler üretebilirler. “Deneyimseller” sanat algısını bozdukları gibi bir yandan psikanaliz kuramını bozarlar, bir yandan da serseri “clinamen”ler[3]gibi oraya buraya çarparak kuramın hem içinde hem de dışında yer almaya devam ederler.

İlginizi çekebilir:  AİDİYET ÜZERİNE Chantal Akerman ile sağdan sola

Deneyimsel’den neyi kasdetiğimizi açıklamak için şair Paul Celan’ın bir konuşmasında[4], Georg Büchner’in Lenzadlı kısa romanında geçen bir sahneden nasıl sözettiğini aktarmak istiyorum. Kitapla aynı adı taşıyan romanın kahramanı, Lenz, 19.yüzyıl başlarında uyanmaya başlayan Alman Romantizmini, Caspar David Freidrich’in “Sis Denizi Üzerinde Gezgin” adlı tablosunda yer alan sahne kadar iyi temsil eden bir figürdür. Nedeni olmayan, adeta sonsuz gibi görünen, amaçsız bir yürüyüşe çıkmış, aklında doğa insan ve sanat arasında kurmaya çalıştığı tuhaf ilişkiler vardır. Tam böyle bir anda, anlatıcı, kahramanı tanımlamak için şöyle bir cümle kullanır:

Lenz kayıtsızca yoluna devam ediyordu, bir yokuş yukarı, bir yokuş aşağı, yolunun üstünde hiçbir şey yoktu. Yorgunluk duymuyordu, yalnız başının üstünde yürüyemediği için arasıra canı sıkılıyordu[5].

Celan bu paragraf üstüne iddia eder ki, “Gökyüzünü başüstü yürüyerek izleyen bir kişi, Hanımlar ve Beyfendiler, gözkyüzünü aşağısında açılan bir uçurum gibi görür”. Sanat ve sanatsal deneyimin ya da kısaca yaşamsal deneyimin bize uzaklığı aynı böyle bir uçurum deneyimi gibidir. Sanatta “deneyimsel” olan, tıpkı Schubert’in “Gezgin” adlı liedinde olduğu gibi sessizliğin ortasında bizi uğuldayarak yayılan dalgalara götürür, dalgaların sesi kalmamıştır, sadece bir uğultu vardır. Deneysel değildir çünkü objesine dışarıdan yaklaşıp bir Lego seansında olabileceği gibi yapılar kurmamıza izin vermez; bizi de içinde uğuldayarak geri çekildiği bir hareketin; geçmiş, gelecek ve şimdinin birlikte yaşandığı bir an’ın içine çeker. Yönsüz, pusulasız kalmışızdır ama merkezin her an yer değiştirdiği bu atmosfer içinde benzer bir uçurum da bizim içimizde  açılmıştır. Deneyimsel karşılıklı sınırların yoklandığı, zorlandığı bir an yaratabilmek ile ilgilidir. Durum Nietzsche’nin o ünlü aforizmasındaki gibidir: “Uçuruma yeterince uzun bakarsanız, uçurum da size bakmaya başlar”[6].

Böyle bir deneyimsellik kuşkusuz ender zamanlarda çıkar karşımıza. Genelde beğenmek  ya da beğenmemek türünde parametrelerde takılıp kalırız. Geçen yıl Tophane-i Amire’de yer alan Post-Empresyonistler sergisinin bende bıraktığı izlenimin, algıya dair ciddi sorular ve buna bağlı olarak oluşan bir hüzün ile, dahası, sözünü etmeye çalıştığım deneyimsellik ve “sanatkaç” ile yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Fotoğrafın doğası, yani anlık ya da akan hareketin kaydedilmesi ve bu sanat yapıtları arasındaki görsel paralellik üstüne birçok makale okuduk okumasına ama hiçbiri bu hüznün nereden kaynaklandığını açıklayamadı bizlere. Kanımca, Deleuze’cü bir yüzselleşmenin izlerini açık eden, ya da organsız bedenlere erimenin yolunu açan bu yapıtlarda, insan ve sanat yapıtı arasındaeşitlenmeye yönelik, karşılıklı bir bakış açısı geliştirme arzusu var. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, düşüncesine çok saygı duyduğum ve kendisinden çok şey öğrendiğim, Paul Virilio’nun[7]dediğinin aksine, modern sanat yapıtı, her zaman yaklaşan bir kaza ile elele ilerlemek zorunda değil. Ama öte yanda yaklaşan bir kazanın habercisi olmak zorunda da değil. Bu karşılıklı bakış sanki kazanın kendisi ve bu kazadan bir haz üretebilmek tersine çalışan bir estetik ve hümanizma gerektiriyor. Bir adım ileri değil hep iki adım geri. Uçurumdan düşememenin hüznü bu. Cesaret işi.

Öyleyse üç aforizmayla bitirelim bu yazıyı:

Aforizma 1: Sanat hiçbir teorik yapıya sahip olmadan, enformasyonla geçiştirilecek bir şey değildir.

Aforizma 2: Sanat materiyalitenin bir sanatçı aracılığıyla ifadeye dönüşmesidir.

Aforizma 3: Sanatçının ifadesi öznel bir gerçeklikle yakalanamaz çünkü sanatçının materiyaliteye verdiği form, materiyalitenin sanatçıya verdiği oluş ile eş anlamlıdır.

 

[2]Sigmund Freud, “Creative Writers and Day Dreaming”, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, çev. J. Strachey. Vol 9. London: Hogarth, 1953-74, ss. 143-153.

[3]Lucretius’un Evrenin Yapısı‘nda (çev. Turgut ve Tomris Uyar, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2011) ve Deleuze’ün Anlamın Mantığı‘ndaki (çev. Hakan Yücefer, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2015) eklerden birinde sözettiği gibi, “clinamen” Atomist’lerin atomlardan yola çıkarak hareketin çizgisel olduğu iddiasına karşı geliştirilmiş bir düşünceydi. Lucretius’a göre, şeylerin düzgün, çizgisel bir hareketle ilerlerken birden yön değiştirmelerinin nedeni şeylerin içinde bulunan, ve önceden ne yapacağı bilinemez birimler, “clinamen” olmasından kaynaklanıyordu. Bu kuşkusuz, canlı cansız herşeyin içinde bir arzu-üretimi olduğunu iddia etmek anlamına geliyordu.

[4]Paul Celan, “Meridian”, Collected Prose,  çev. R.Waldrop,  New York: Routledge, 2003, ss. 37-55.

[5]Georg Büchner, “Lenz”, Bütün Oyunları, çev. H. Kuruyazıcı, İstanbul: Adam Yayıncılık, 1982, s. 172.

[6]Friedrich Nietzsche, “Aphorism 146”, Beyond Good and Evil, tr. R.J. Hollingdale, Londra: Penguin Classics,

[7]Paul Virilio, Sanat Kazası, çev. N. Türk, İstanbul: Corpus Yayınları, 2016.

Next Story

“Mükemmel Haftasonu”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.