Koreograf, dansçı ve akademisyen Melih Kıraç’ın koreografisini yaptığı Eski Tören İçin Yeni Cilt performansının prömiyeri geçtiğimiz Ocak ayında gerçekleşti. Bu vesileyle, beden çalışmaları ve dans pratiği üzerinden çeşitli örgütlenme biçimleri üzerine belirgin bir zaman dilimine yayılan önemli bir deneyime sahip Kıraç ile, topluluklar ve kumpanyaların üretimin kendisi, kent yaşamı ve kültürel birikimdeki yerine ve çağdaş dans alanının çok katmanlılığına dair konuştuk.
Çağdaş dans nedir ve ne değildir? Böyle bir tanım yapabilir miyiz?
Çağdaş dans uzun süre tanımlanmaya direndi, evet. Kendi biçimlerini, düşünme ve üretme hallerini barındıran bir uygulama olduğundan, tanımlanırken öznelliklerin ve örneklerin analizine başvuruluyor. Öncelikle koreografik uygulamalardan yola çıkarak hayal ediyorum onu, teknik ikinci planda kalıyor. Bu alanı kuran biçim ve imgelerin, o işin ne hakkında olduğu, üretim için hangi pratiklere başvurulduğu, mekânın ve zamanın nasıl düşünüldüğü gibi tercihlerle biçim kazandığını söyleyebiliriz. Beden politikaları başta olmak üzere dansın ne olduğuna dair birçok ontolojik soru ortaya attı çağdaş dansla ilgilenenler. Bilineni olduğu gibi anlatmak yerine, biçimlerin ve anlayışların yeni hallerini, dünyayı hayal etme, karşı koyma ve yorumlama stratejilerini, bedenin ve şeylerin mevcudiyetiyle sahnede gerçekleştirdi.
Belli bir konjonktürde kurulan toplulukların, kumpanyaların çeşitli pratikler için, özellikle kültürel bağlamda çok önemli bir üretim ve beslenme alanı olduğu yadsınamaz. Performans alanında belli bir dönemin içinde yer alan çeşitli örnekleri, 2022 yılında Salt’ta gerçekleşen Sahnede ‘90’lar sergisiyle hatırladık ve üzerine yeniden tartışma imkânı bulduk. Kolektiflerin, topluluk ve kumpanyaların varlığının ve devamlılığının dans pratiği için önemi nedir?
Dansın diğer bedenlerle örgütlenme gereksinimi toplulukların gerekliliğini hayati kılıyor. Yerleşik topluluklar, onların kültürleri ve mekânsallıkları bir sonraki jenerasyonun başlangıç noktası oluyor. Dansçılar için ideal bir evrenin deneyimlenebilecek somut hali. Teknik ve sanatsal ifade, topluluklardaki gösteriye yönelik yoğun çalışmalarda sınırlarını genişletebiliyor ve Türkiye’de bu örneklerin çoğalmasına büyük ihtiyaç var. Belirli bir koreografik dilin oluşması ve gelişmesi için koreograf ve dansçıların zamana ve birkaç projeye yayılan birliktelikleri elzem. Yanı sıra dünyada koreograf odaklı topluluk fikri yerini -yakın bir tarihte de değil- proje odaklı modele bırakarak üretim modellerini geliştirdi. Topluluk dediğimizde bir kumpanya olmasa da canlı bir ortam yaratan, etkileşen ve kendi sanatı için değerler üretebilen bunun gibi toplaşmalardan da bahsedebiliriz.
“Hayatta Kalabilenin Var Olduğu Bir Ortam”
Farklı yönelimleri olsa da dans alanındaki tüm aktörleri makro ölçekte bir topluluk olarak görüyorum. Eğitim verenler, bağımsız ve kurumsal topluluklar ve solo sanatçılar da dahil; kolektif oluş ve türlü hafif ya da köklü bağlanma ve temas etme biçimlerinin geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum. Birikemeyen ve elle tutulamayan bu kültürel politikalar kazanında birbirine tutunmanın biçimlerini bulmak gerek. Türkiye’de çağdaş dans alanında üretim garanti altına alınmış değil. Üretim için bir ağ ve kurumsallık mevcut değil. Hayatta kalabilenin var olduğu bir ortam. Üretime neden olacak ve imkân sağlayacak yerel yeni bir anlayış ve kültür politikasına ihtiyaç var.
Bugün bir topluluk nasıl olmalı, nasıl bir bilgi üretiyor ve paylaşıyor? Üretim süreçlerini nasıl tasarlıyor ve ilişkileri arasındaki hiyerarşileri süreç ve niyet odaklı nasıl sorgulayıp dönüştürüyor? gibi sorulara açıklık niyeti; biraradalığın dönüştürücü deneyimi için çok önemli.
Profesyonel olarak mesleğe başladığın yıllardan bugüne kadar neler değişti, değişiyor? Bu zaman aralığında sence koreografi ve sahnelemede en temel gelişmeler neler?
Ben değişiyorum, bakışım değişiyor. 17 yaşında Beyoğlu’nun sahne sanatları ve alternatifliğe kucak açan ortamında, ergenliğin romantizmiyle de birlikte bambaşka bir gelecek tahayyülü vardı. idans festivali şimdi bir efsane gibi dansın ne olup ne olmadığına dair kışkırtıcı fikirler ortaya atarken hemen akabinde AKM de yıkılmıştı. Mezun olduktan sonra kendimi MDTistanbul’un güvenli kollarında buldum. Dört sezon sonra tekrardan dışarı açılma isteği geldi ve bugüne taşıyan süreçte bir yıl öncesine kadar çoğunlukla Çıplak Ayaklar Kumpanyası’yla Beyoğlu’nda hem bir mekânın hem de kumpanyanın sürdürülebilirliğini deneyimledim. İstiklal’deki bombalara kadar altı-yedi sezon gösteri programı yaptık. Buna paralel olarak yurt dışında sanatçı misafir programları, dansçı seçmeleri ve atölyelerle kendi sanatçı yolculuğumu keşfetme imkânım oldu. Daha çok uluslararası hareketlilik vardı ve bunlardan dansçı olarak yararlandım. Yönetmen, yazar ve görsel sanatçılarla iş birlikleri oldu. Bu sırada MSGSÜ’deki eğitmenlik sürecim başladı ve sanatsal pratiğim tüm bunlar arasındaki ilişkilenme ve dertlerle örüldü.
İlk başlarda alanın oldukça yol kat ettiği algısı vardı bende. Şimdi görüyorum ki hâlâ çok başındayız ve zaman yalnızca iyileşme getirmediği için de nasıl bir geleceğe hareket ettiğimizi kavrayamıyorum. 2010’lardan bahsediyorum. Mekân sıkıntısı olduğu hep konuşulurdu. Bugün çok büyük mekânlar yapılmaya başlansa da çağdaş dans sahneleme bağlamında henüz kendine sürdürülebilir bir alan bulamadı. Dans sahnelerimiz eksik. Sanatçıların da bu dili kurmadaki taleplerini daha net dile getirmeleri gerek.
“Tekrar Tekilliğini Ve Bağımsızlığını Bulması Gerek”
Geçmişten bugüne risk alabilen ve seyirciyi sorgulamalarla uğurlayan koreografilerin azaldığını söylemek mümkün. Alternatif diye tabir ettiğimiz ama bir alternatifi de olmayan mekânlarda sahnelemeler hâlâ devam ediyor. Bu alternatif mekânlara adaptasyondan kaynaklanan sahneleme biçimleri bana kalırsa yerelliğin en büyük parçası. Bugün hâlâ hazır parçalar sergi salonu, dans stüdyoları vb. alanlarda sahneleniyor. Yanı sıra çok önemli mekâna özgü sahnelemeler de var. Birçok sanatçının hem kara kutu hem de İtalyan sahnelerde neler yapabileceğini merak ettiğini, yanı sıra bu anlamda bir gelişmenin görünürlüğü için de zaman gibi önemli bir fırsata ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak gösterimden çok üretim ortamlarının oluşmasının alanı geliştireceğine inanıyorum. Tiyatro ve görsel sanatlar kesişiminde bir yoğunluk var ama dansın tekrar tekilliğini ve bağımsızlığını bulması gerek.
Çağdaş dans alanında Türkiye’de ve dünyada eğitim ve profesyonel/ mesleki üretim arasındaki makas açılıyor mu yoksa daralıyor mu? Eğitim ve sonrasındaki mesleki üretim arasındaki dengeyi nasıl gözlemliyorsun?
Profesyonel ortamın eğitim alanını sınaması ve beklentilerin olması çok doğal. İdeal olan farklı nitelikteki dansçılara neden olacak birkaç okulun ve alternatif eğitim modellerinin olması; beklentinin de tek bir dansçı algısı üretmemesi olurdu. Bugün artık her türlü beden ve anlayış sahnede kendine yer bulabildiğine göre karşılıklı adaptasyon süreçleri yaşanıyor. Gerek eğitim gerekse çalışma için giden dansçıların diğer ülkelerdeki çağdaşları kadar yetenekli olduklarını kavraması artık bir klişe. Ekonomi ne yazık ki önemli bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Burada kalanlar için, eğitimi besleyecek her türlü olanağın azlığına işaret etmek yerine elimizdekilere değer kazandırmak gerekiyor.
Gittikçe daha fazla genç insanın eğitim veya meslek olarak tercih etmeseler de çağdaş dans alanına yakınlaştığını gözlemliyoruz. Örneğin HOPE Alkazar’da düzenli olarak gerçekleşen atölye çalışmalarına katılım bize bunu gösteriyor. Gençlerin bu katılım ilgisini nasıl yorumluyorsun?
Sanıyorum çağdaş dansta bedene şekil vermek daha geri planda olduğu ve “her beden dans eder” gibi basit anlayışlarının olması, rahat bir giriş sunuyor katılımcılara. İnsanların bir araya geldiği bu ortamlar aynı zamanda sosyal alanlar ve kamusal fayda sağlanıyor. Dans eden bedenlerin kendilerine ve çevrelerine değerli katkıları olabileceğini biliyoruz. Sosyal medyanın da çağdaş danstaki atölye çalışmalarının ulaşılabilirliği ve görünürlüğüne katkı sağladığını düşünüyorum.
Cinsiyet eşitliği, cinsiyete, kimliğe ve bedene bakış ile ilgili dünya hızla değişiyor. Bu farkındalık ve bakış açısındaki değişimler çağdaş dans alanına nasıl yansıyor?
Çağdaş dansın karakteristiğinde bu var, dolayısıyla bu hareketleri hemen gözlemleyebiliyorsunuz. Belki öncü bile oluyor. Türkiye’de de zaman zaman bu tezahürlerle sahnede karşılaştık. Bu kimliklerin mevcudiyetini sahnede görmek çok önemli, biliyoruz. Bedenin hallerinin görünür ortamlarda normalleşerek, algıları geliştirmesi gerek. Özellikle atölye faaliyetlerinin büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Dans eden beden ses çıkarıyor!
“Söz, Yazı, Resim Yok, Yalnızca Edim Var”
Ocak ayında prömiyerini yapan“Eski Tören İçin Yeni Cilt” işinden bahseder misin?
Koreografisini yaptığım, Kamola Rashidova’nın dans ettiği bir solo bu. Kostüm Hilal Polat’a, ışık tasarımı Utku Kara’ya ait. Kundura Sahne ortak yapımıyla orada prömiyerini gerçekleştirdik. Duyarlı, kırılganlığında güç barındıran, boşlukta ve dolu bir iş diyebilirim. Bedenin kolayca planlanmamış hareketlerinin yoğun araştırmasını yaptık. Seyircisinden konsantrasyon ve açıklık talebi var. Bedenin incelikli niteliklerinden ortaya nasıl bir anlatı çıkar? Koreografinin ne olduğu ve onun içinde dansçının mevcudiyetine dair sorular var arka planda. Anlatıda yaş alma, hatırlama ve unutma, bedenin çözünmesi, vatan hasreti ve Anadolu gibi ilhamlar var. Söz, yazı, resim yok, yalnızca edim var.
Önünde seni heyecanlandıran yeni projeler var mı?
Tarih yazımı, kaydetme ve aktarmanın tartışmalı araçlarına heyecan duyuyorum bir süredir. Sahne sanatlarında bu kavramlarla ilişkili tedavülden kalkmış uygulamaları araştırıyorum. Geçmişe hayali bir dansçının perspektifinden bakarak farklı zamansallıkları performansın ‘şimdi’sine getirmek istiyorum. Burada ve buranın dertleriyle hissediyorum son zamanlarda. Solo aracılığıyla ortamlar, mekânlar, zamanlar, olaylar arasında hareket edebilirim. Yolculuğa çıkmak istiyorum.
Eski tören için yeni cilt’in ve MSGSÜ Modern Dans ASD lisans 4 öğrencileri ile beraber hazırladığım every night we are haunted by a dream adlı koreografinin sahnelendiği heyecanlı ve yoğun bir sezon geçti. Geçtiğimiz mayıs ayında 0090 organizasyonuyla MSGSÜ Modern Dans ASD ve İstanbul’u ziyaret eden Benjamin Vandewalle ile çalışma fırsatım oldu. İçerik olmaksızın beden, mekân ve seslerin önerisiyle iki sanatçı birlikte ne üretir sorusuyla bir düetin tohumlarını attık. Seyirci deneyimine açık bir grup parçası için de ön hazırlıkları sürdürüyoruz.