Yaratıcılığı bir ifade biçimi, toplumsal değişimi tetikleyen bir güç olarak gören gençlerin sesini yükseltmek—tam da Converse All Stars programının çıkış noktası. 2020 yılında hayata geçirilen All Stars, dünya genelinde yüzlerce yeni nesil yaratıcı bir araya getiren küresel bir platform. Sanatçılardan müziyenlere, dansçılardan hikâye anlatıcılarına uzanan bu geniş kolektif, kendi disiplinlerinde üretmeye devam eden gençleri görünür kılmayı hedefliyor. Converse, program kapsamında seçilen yeni nesil yaratıcıların proje fikirlerine fon desteği sağlayarak yaratıcı üretimlerini yalnızca görünür kılmakla kalmıyor; aynı zamanda onları mentorluk, üretim desteği ve küresel işbirlikleriyle de güçlendiriyor.
2024–2025 All Star sınıfı, kolektif üretim, çeşitlilik ve etki alanı bakımından dikkat çekici bir enerji taşıyor. Bu yıl Türkiye’den programa dahil olan 16 yeni nesil yaratıcı arasından Denzi, Fosil, Gizem Seçkin, Parham A.G ve Semi Dönmez ile gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde; yalnızca bireysel üretimleri değil, aynı zamanda yaşadıkları coğrafya, kimlik ve dünyayla kurdukları ilişki üzerinden sundukları güçlü ifadeler öne çıkıyor.
Biz de bu yeni nesil yaratıcıların projelerine ve motivasyonlarına yakından baktık. Bu söyleşi, Converse All Stars’ın yeni nesil yaratıcıları nasıl desteklediğini ve Türkiye’den yükselen yaratıcı seslerin kolektif hafızaya nasıl katkıda bulunduğunu birlikte keşfediyoruz.
Denzi – İstanbul’un Sokak Seslerini Haritalayan Müzisyen
İstanbul’un kendine has ritimlerini ve melodilerini bir araya getirme fikri, Denzi’nin İstanbul Ses Haritası projesinde hayat buluyor. Müzisyenlik, sahne tasarımı ve klip yönetmenliği gibi farklı alanlarda üretim yapan Denzi, on yılı aşkın süredir kentle iç içe bir müzik yolculuğu sürdürüyor. Punk’tan caz ve Roman müziğine kadar İstanbul’un çeşitli mahallelerindeki yerel sesleri kayıt altına alarak, görünmeyen müzikal hafızayı belgelemeyi amaçlıyor. Converse All Stars 2024–2025 desteğiyle yürüttüğü bu proje, İstanbul’un zengin kültürel çeşitliliğini hem görsel hem işitsel bir deneyime dönüştürerek, şehrin müzik sahnesine yeni bir soluk getiriyor.

İstanbul Ses Haritası projesiyle kentin müzikal belleğini belgelemek gibi iddialı bir işe girişiyorsun. Bu fikir sende nasıl şekillendi?
Her semtin kendine has bir ritmi, melodisi var – yani ben öyle varsaydım bu projeye başlamadan önce. Mesela Kadıköy’de punk, Kuştepe’de Roman müziği, Güngören’de rap; bunlar sadece müzik değil, bir yaşam biçimi. Bu seslerin sokaktan gelip tekrar sokağa dönmesi fikri ilginç benim için. Bir yandan da uzun zamandır müziği sadece stüdyo değil, hayatın içinden okumaya çalışıyorum. Bu projeyle İstanbul’un görünmeyen ses haritasını çizmek, hem arşiv niteliğinde bir iş yapmak hem de farklı mahalleleri birbirine duyurmak istedim. Tabii bu yolda istediğim çapta bir araştırma yapamadım. Keşfettikçe genişlemeye başladı her şey. Sonunda haritayı ciltlere bölme kararı aldım. İlk harita Beyoğlu ve Kadıköy’ü içeriyor.
Çekim süreci boyunca seni en çok etkileyen ya da dönüştüren karşılaşma hangisiydi?
Beni en çok, yalnız kaldığım keşifler etkiledi diyebilirim. Bazen biriyle tanışmak için kendimi konfor alanımın ötesine uçurmam gerekti. Bazen projeyi tam olarak anlatamadım; ama gerildiğim bir an olmadı. Bu süreç benim için tamamen bambaşka bir deneyimdi. Ben müzisyenim, “belgesel benim neyime” düşüncesi hep aklımın bir köşesinde benimle dalga geçiyordu. Ama sınırları zorlayıp konforu alt ettim ve beni besleyen sokaklara, mekânlara ve insanlara elimden gelenin en iyisiyle bir geri bildirim yapabildim.
Converse desteği bu projeye nasıl katkı sağladı? Haritanın geleceği için planların neler?
Converse’in desteği bu işin kıvılcımı oldu diyebilirim. Bazen önemli gibi gözükmeyen ama hızla parlayabilecek bir projeyi görebilmek, başlı başına bir katkıdır. Hem prodüksiyon anlamında rahat ettik hem de fikir olarak özgür kaldık; bu da çok değerliydi. Onlar da “şehirde müzik nerede yaşıyor?” sorusuna gerçek bir yanıt verebilmemi sağladılar.
Gelecek için planım, bu haritayı yaşayan bir yapıya çevirmek. Yani yeni semtlerle, yeni müzisyenlerle güncellenen; belki interaktif bir web platformuna taşınan bir yapı kurmak. İnsanlar sadece izleyici değil, katkı sunan birer haritacı olacaklar. Bunun ilk adımı olarak gösterimleri sadece canlı bir şekilde, kaydedilen mekânlarda yapmayı tercih ettim. Böylece izleyiciye interaktif bir belgesel deneyimi yaşatabiliyorum. Belki başka şehirlerde de benzer formatlar denenebilir. Ama merkez hep aynı kalacak: sokaktaki sesin izini sürmek.
Fosil – İstanbul’dan Deneysel Seslerin Yaratıcısı
İstanbul merkezli çok disiplinli prodüktör, DJ ve ses tasarımcısı Fosil, deneysel müzikle Breakbeat türlerini ustalıkla harmanlayarak özgün bir ses dili yaratıyor. Farklı müzik türlerini sarkastik ve yenilikçi bir tavırla bir araya getiren Fosil, sadece müzik üretmekle kalmayıp, aynı zamanda disiplinlerarası iş birlikleriyle İstanbul’un çağdaş müzik sahnesine taze bir enerji katıyor. Converse All Stars 2024–2025 programının sağladığı yaratıcı özgürlükle hayata geçirdiği Split Screen projesi, farklı müzisyenleri bir araya getirerek kolektif üretimin gücünü ortaya koyuyor ve İstanbul müzik sahnesinde yeni bir ortaklık kültürü oluşturuyor.

Split Screen projesi bir nevi yaratıcı iş birlikleri laboratuvarı gibi. Farklı müzisyenlerle üretmek sana ne kattı?
İlk olarak kolektif üretimde bireysel kontrolü biraz bırakmanın ne kadar özgürleştirici olabileceğini gördüm. Ayrıca bu proje benim için hem bir organizasyon süreciydi hem de kişisel olarak yaratıcı sınırlarımı yeniden tanımladığım bir deneyim oldu. Farklı müzisyenlerle üretmek, alışık olduğum ses dilinden kopup başka dünyalara temas etmemi sağladı. Proje için seçtiğim sanatçılar zaten günlük hayatımda da zaman zaman vakit geçirdiğim dostlarım olduğu için iletişim konusunda da çok iyi ilerlediğimizi düşünüyorum.
Bu projeyle İstanbul’un çağdaş müzik sahnesine nasıl bir söz söylediğini düşünüyorsun?
SPLIT SCREEN, İstanbul sahnesinde şu an var olan dağınık ama üretken potansiyelleri bir araya getirme niyeti taşıyor. Tekil işler çok fazla; ama ortak üretim, özellikle müzikte hâlâ az. Bu proje, farklı stiller, bakışlar ve enerjiler bir araya geldiğinde neler olabileceğini gösteriyor. Aslında SPLIT SCREEN “bakın birlikte de yapılabiliyor” diyen, kolektif hafızaya bir kayıt bırakmak isteyen bir ses oldu.
Converse desteği yaratıcı bir alan sundu. Bu süreçte seni en çok motive eden ne oldu?
Converse’in projeye sağladığı özgür alan çok kıymetliydi çünkü hiçbir üretim biçimi için sınır koymadılar. Bu açıklık sayesinde hem sanatçılara güven verdim, hem de projeyi kendi doğal ritminde geliştirebildim ama beni en çok motive eden şey şu oldu: İnsanların bu fikri sahiplendiğini görmek. İlk toplantılarda bile, herkesin heyecanı gerçekti. O sahiplenme duygusu bana “evet bu sadece benim fikrim değil artık” hissini verdi ve bu çok güçlü bir motivasyondu.
Gizem Seçkin – Dansın ve Hafızanın İzinde
MSGSÜ Çağdaş Dans bölümü mezunu olan Gizem Seçkin, disiplinlerarası üretimleri ve çağdaş dansa getirdiği yenilikçi bakış açısıyla tanınıyor. Dansı bir iletişim biçimi ve duyguları ifade etmenin evrensel dili olarak gören Gizem, göç, hafıza ve kimlik temalarını beden diliyle anlattığı The Undeniable Existence of Memory adlı kısa filmiyle izleyiciyi derin bir görsel ve duygusal yolculuğa çıkarıyor. Converse All Stars 2024–2025 programı desteğiyle hayata geçen bu proje, dans ve sinemanın sınırlarını kaldırarak, bedenin geçmişle kurduğu güçlü bağları somut bir arşive dönüştürüyor. Gizem, bu projeyle sadece bireysel anılarını değil, kolektif hafızaya da dokunan bir eser ortaya koyuyor.

Filminde göç, hafıza ve dans iç içe geçiyor. Bedenini bir arşiv olarak kullandığın bu projede seni en çok zorlayan neydi?
Hafızamın en derinlerini tekrar canlandırmaya çalışmak ve ait olduğum yerlerin artık uzakta kaldığını görmek. Canlı performansın dışına çıkarak kendi dünyama ve geçmişime somut bir arşiv yaratma fikriyle yola çıktım. Göç sonrası aidiyet arama hissiyle büyüyen ailemin belleğini taşıyorum. Evde olma hissine çok bağlıyız. Sanırım bu yüzden bilinçaltımdaki evi yaratmak çok zor olmadı. Anılarımın ve oyunlarımın ne kadar değiştiğini gözlemlemek ise beklediğimden daha zordu. Stüdyoda bunun üzerine çalışırken hareketin bedenimde oluşmasını bekledim. Ne daha fazlası ne daha azı. Hareket yolunu bulurken, dışarıda anılarımla, geri dönmeye ait birçok olayla ve mekanla karşılaştım, hepsini değişmiş haliyle içeri almak ve dönüşümlerini kabul etmek bu sürecin hassaslığında hem zor hem de çok özeldi.
Dansla sinema arasındaki çizgiyi kaldırdığın bu kısa film, senin için nasıl bir ilk adımdı?
Dans bir iletişim türü benim için, bir bağ kurma biçimi. Üretimlerimde bu bağ kurma biçiminin farklı yollarını arıyor ve disiplinlerarası yaratım şekilleri üzerine çalışıyorum. Bu projede de kendi alanlarında fark yaratan çok özel insanlarla çalışma fırsatı buldum. Dansın da sinemanın da birbirinden ayrı evrensel dili var. İkisini birleştirmek ve ortak bir dil yaratmak kendi adıma yeni bir keşifti. Dans deneyimine farklı bakış açıları sunmak beni çok heyecanlandırıyor. Bir film yaratmakta bu deneyimin adımlarından birisi.
Converse All Star desteğiyle hayata geçen bu proje sonrası üretim biçiminde bir değişim hissettin mi?
Türkiye’de dans üretimi pek desteklenen bir konumda değil maalesef. Bu kadar kısırlığın ve zorluğun içinde Converse‘in sunduğu All Star Projesi desteği, bana bir şeylerin hala mümkün olabileceğini gösterdi. Olayları romantize etmiyorum, gerçekten bu süreç bana bunu hissettirdi. Üretim süreçleri hiçbir zaman doğrusal ilerlemez o çizgi hep kayar, düşer, iner, fırlar ama bu sefer bu kaymalar ve oynamalar daha kolay yerine oturdu. Beden arşivim üzerinden bu kadar kişisel bir iş gerçekleştirdikten sonra da artık üretim biçimim kendine daha güveniyor ve daha cesur diyebilirim.
Parham A.G – Türkçe Punk’ın Sesi
İstanbul merkezli punk müzisyeni ve prodüktör Parham A.G, müziğiyle sadece sesleri değil, gençliğin isyanını ve kendini ifade etme tutkusunu da sahneye taşıyor. Kaykay kültürüyle tanıştıktan sonra punk dünyasında kendine yer bulan Parham, Türkiye’de yeni nesil punk sahnesinin temsilcilerinden biri olarak kabul ediliyor. 2024–2025 Converse All Stars sınıfı kapsamında yayınladığı Part I adlı EP’sinde, ergenlik yıllarına dair samimi ve içten bir anlatı sunuyor; geçmişini yeniden yorumlarken müzikte özgün ve yalın bir dil yaratıyor. Converse’in desteğiyle üretim sürecinde sınırları aşan Parham, bu yolculuğunda hem yerel sahneyi hem de uluslararası dinleyicileri hedefliyor.

Yeni EP’nin geçmişe dönük bir anlatısı var. Bu şarkıları yeniden ele alırken hislerin ne yönde değişti?
“İyi ki o zaman değil, şimdi yayınlamışım” dediğim şarkılar bunlar. O dönemki ilhamımla, şimdiki tecrübe ve üretim pratiklerimi birleştirebilmek benim için çok heyecan vericiydi. Bazı şarkıları eledim, bazılarını geliştirdim, bazılarını ise oldukları gibi bırakıp, sadece tekrar kaydettim. Çocukluğumla ortak proje yapmışım gibi bir his… Sanki küçük ben stüdyoya gelmiş ve “Abi bu şarkıları birlikte kaydedebilir miyiz?” demiş gibi. Bazı şarkılar iyi ki hemen çıkmıyorlar gerçekten. Üretim ve tüketimin bu kadar hızlandığı bir dünyada sabredebilmek, bazen süper sonuçlar doğurabiliyor.
Türkçe punk sahnesinde bir gelecek inşa etmeye çalışıyorsun. Türkiye’de bu zor mu sence? Bu yolculukta seni motive eden şey ne?
Türkiye’de sadece punk değil, genel olarak müzik yapmak çok zor. Ama yine de yerelden çıkan gruplar ve sesler, bu sahneyi görmezden gelmeyi imkansız kılıyor. Çocukluğumdan beri değişmeyen kalbim, zevkim ve mizah anlayışımın yanında, punk kültürüne duyduğum merak ve ilgi sayesinde hep bir şekilde bu sahnenin geçmişiyle ve geleceğiyle temas hâlinde oldum. Zamanla hem yaptıklarım hem yapmak istediklerim doğrultusunda, kendime bundan başka bir gelecek düşünemez oldum. Bu yüzden -başka bir çarem olmadığı için- motivasyon aramama gerek kalmıyor çoğu zaman. Ama yine de insanlara bir şeyler hissettirebilmek, beni heyecanlandıran şeylerin onları da heyecanlandırması ve birlikte manyak konserler yaşamak bana ekstra gaz veriyor.
Converse’in sunduğu alan ve destek bu EP’ye nasıl yansıdı? Bundan sonraki projelerinde nasıl bir etkisi olacak?
Converse olmasa, bu şarkılar belki de hiç çıkmayacaktı. All Star olmanın sağladığı imkanların ve ihtimallerin yanı sıra, Converse’in bize olan güveni ve inancı, endüstriyel kaygılardan uzak üretim yapmamız için büyük bir alan açtı. All Stars’ın global bir topluluk olması; dünyanın dört bir yanındaki diğer All Star’larla iş birlikleri yapabilme ve yeni kitlelere ulaşabilme şansı, yıllardır içimde tuttuğum şarkıların ve hikâyelerin dünyayla buluşmasına vesile oldu.
Part I’in ardından, bu yıl Part II ve III’ü de yayınlayarak “sanatçılık” yolculuğumun ve ergenliğimin en, bana göre, yapıcı dönemine ait son hikâyeleri anlatmak; bence yazdığım en naif, en pür şarkılarımı paylaşmak istiyorum. Bu EP’lerle, hem bir önceki albümün Daha Anlatacak Çok Şey Var’ın sözünü tutup, hem de geçmişime dair kapatmaya kıyamadığım kalın defteri kapatıp, sonra da kendimi sevdiğim müziğin geleceğine adamak gibi bir niyetim var. Neler olacağını göreceğiz…
Semi Dönmez – Sesin ve Görüntünün Kesişiminde Bir Yolculuk
13 yaşından bu yana müzikle iç içe büyüyen Semi Dönmez, elektronik müzik tarihinden özellikle 1950’lerden itibaren ses üretiminden ilham alıyor. Üretimlerini görsel-işitsel (audiovisual) bir perspektifle ele alan sanatçı, özgün ifade diliyle İstanbul sahnesinde kendine sağlam bir yer edindi. 2024–2025 Converse All Stars sınıfı üyesi olarak, Full On Semi projesi kapsamında tüplü ekranlarla retro görselleri canlı elektronik müzikle birleştiren deneysel ve kişisel bir performans ortaya koydu. Semi, müzik ve görselliği bir arada sunarak izleyiciyi benzersiz bir içsel yolculuğa davet ediyor.

Full On Semi hem görsel hem işitsel olarak oldukça kişisel bir deneyim. Bu projenin çıkış noktası neydi?
Full On projesi uzun zamandır aklımda olan bir projeydi. İlgilendiğim üstünde çalıştığım alanların hepsini bir araya getirmeyi seviyorum bu projede de bunu amaçladım. Görsel işitsel projelerle tek başıma uzun zamandır ilgileniyorum, bunların hepsini fiziksel ekipmanlarla yapıp kablolarını bitirip çalıştığını görünce çok tatmin oluyorum, gözüme organik bir form gibi gözüküyor. Birkaç senedir ufak ufak bu projeyi İstanbul’da çeşitli sahnelerde oluşturuyormuşum aslında ama bu kadar büyük ölçekli bir hale dönüşeceğini o zaman tahmin edemiyordum.
Retro ekranlar ve elektronik seslerle kurduğun dünya, bir tür içsel yolculuk gibi. İzleyiciye nasıl bir deneyim sunmak istedin?
Retro “crt” ekranlar müzikte sevdiğim bir dönemin parçası, bu şekilde düşününce bir bütünü oluşturan bir element. Sevdiğim dönemlerin ekipmanlarını toplamayı kullanmayı ve öğrenmeyi seviyorum, sevdiğim sesleri, sanatçıları anlama ve iletişim kurabilme isteği gibi biraz. Görsel de her dönemin bir parçası tabii ki. Ekranlarla “videowall” oluşturup müziği birleştirince kendi sahnemi kurmuş gibi hissediyorum, total bir estetik kurmak aslında. Seyirciye de bunu sunmak istiyorum, total bir estetik.
Converse’in sunduğu yaratıcı özgürlükle bu projeyi nasıl dönüştürdün? Gelecekte benzer üretimler planlıyor musun?
Bu boyutta bir projeyi Converse All-Star programı desteği olmadan yapmam imkansız olurdu ve bu destekle hiç bir sınır koymadan tamamen benim yaratıcılığımı özgür bırakmaları da son halini şekillendirirken hiç bir baskı hissetmeden dilediğimi yapmamı sağladı. Hiç ara vermeden üretimlerime devam ediyorum, üzerinde çalıştığım her alanda aktif olarak çeşitli projelerim var ve İstanbul sahnesinde aktif olarak DJ’lik ve etkinlikler yapıyorum. En önemlisi de müzik üretimimim her zaman devam ediyor. Buna benzer üretimler ve projeler planlıyorum, yakın zamanda bu projeyi bir kere sahnede sunacağım, projeyi izleyen herkesin görsel olarak gerçekte o ekranların görüntüsünü bir kere deneyimlenesini istiyorum. Sonrasında daha büyük sahneler oluşturmak istiyorum 32 veya hatta 64 ekranla. Bu projeme destek verdiği için Converse All-star programına, bütün ekibe, görselleri yapan /da’ya (Eda Urfalıoğlu) ve fotoğraflayan Ayşıl Dila Bayrakgil’e teşekkür ederim.