24 Haziran’da Şili’nin Antofagasta şehrinde SACO Bienali’nin 1.2 versiyonu Karanlık Ekosistemler başlığı altında açılışını gerçekleştirdi ve bu bienal Çağdaş Türk Sanatı Tarihi açısından büyük bir önem arz ediyor. Çünkü bienal tarihinde ilk defa Türkiye’den bir küratör ve üç sanatçı bu bienalde yer alıyor. Çalışmalar ve bienalde yer alan küratör ve uzmanların görüşlerine geçmeden önce bienalin kısa tarihçesine göz atmak verimli olacak.
Sanatçı Dagmara Wyskiel ve kültür yöneticisi Christian Núñez tarafından 2012 yılında SE VENDE kolektifi olarak kurulan SACO, aslında bir madencilik merkezi olan Antofagasta’da geçici bir çağdaş sanat haftası olarak başladı ve ilk sergiden itibaren SACO’nun misyonu aslında netti: “Müze olmadan müze” ve “okul olmadan okul” ilkelerini temel alarak ve sanatı farklı mekânlara taşıyarak çölün toplumsal bağlamını irdelemeyi amaçlamak.
SACO, her yıl güçlü bir tema etrafında şekillenen Çağdaş Sanat Haftası/Festivali olarak düzenlenmeye devam etti ve 2013-2017 döneminde davetli projelerle birlikte onlarca sergi ve atölyeyi içermeye başladı. Altıncı festival olan SACO6 (2017) içinde festival ilk kez uluslararası bir çağrı yaptı ve 2018-2020 arası dönemde adını resmi olarak SACO Çağdaş Sanat Festivali olarak değiştirdi. Festivalin ivmesinden yararlanarak, 2021 yılında Bienal SACO resmen başlatılmıştır. Bienal 1.0 (Eylül–Aralık 2021), Antofagasta’daki sel felaketinin 30. yıldönümünü anmak üzere Aluvión/Sel başlığını taşırken, Golpe/Darbe alt başlığını taşıyan Bienal 1.1 (2023), Şili’nin 1973 darbesinin 50. yıldönümüne denk gelmiştir. Haziran-Eylül 2023 tarihleri arasında Antofagasta’da bienalin kapsamlı programı yaklaşık 60.000 ziyaretçinin yapıtlarla diyaloğa girmesine yardımcı olur.
Bu yıl bienal 1.2 “Ecosistemas Oscuros / Karanlık Ekosistemler” başlığıyla yeni bir yöne, bilimsel bir yöne taşınıyor. Eylül ayına kadar devam edecek bienalin programı Atacama’nın çevresini ve en son araştırmaları ön plana çıkarıyor. 24 Haziran’da La Molinera kültür merkezinde açılan bienal kapsamında hem ana mekânda işler hem de farklı kamusal alanlarda çalışmalar yer alıyor. Arjantin’nden Joaquín Fargas’ın sanat, bilim ve felsefeyi iç içe geçiren mobil güneş robotları Futuros Especulativos ve Kanadalı Osceola Refetoff ile Belçikalı Alexandre Christiaens’in çöl ışığı ve ekolojisini keşfeden kamuya açık fotoğraf serisi Conexiones Desérticas gibi yapıtları bienalde ön plana çıkıyor. İranlı sanatçı Sarvenaz Mostofey belgesel görüntüler ve seslerle İran’ın güneyinde susturulan kadın müzisyenleri anlatan Our Voice is Echo! adlı görsel-işitsel enstalasyonuyla katkıda bulunuyor. Bienal ayrıca disiplinlerarası etkinlikler de düzenliyor: 30 Haziran-2 Temmuz tarihlerinde düzenlenen bölgesel SACO Kongresi, sanatçıları, bilim insanlarını ve toplum liderlerini bir araya getirerek Şili’nin kuzeyindeki zorlukları tartışıyor.
Bienalde yer alan iki önemli çalışma da Polonya’dan Sonia Rammer ve Kolombiya’dan Salomé Restrepo’ya ait. Rammer’in çalışmasında Atacama tuz çöllerinde yaşayan, göze çarpmayan ve endemik bir tür olan Fabian kertenkelesi olan melez bir yaratığın hikâyesi anlatılıyor. Homo Sapiens’in baskıcı, ekonomik amaçlı eylemlerinin bir sonucu olarak, bu küçük varlıklar yaşayabilir biyomlar aramak için göç etmek zorunda kalır. Bu video-performansta Rammer “kertenkele derisi” giyerek, Atacama Çölü’nün hem açık alanlarını hem de sözde Hayalet Kasabalar olarak adlandırılan tuz madenlerinin kalıntılarını keşfediyor. Salomé Restrope’nin Ecosistemas Migrantes (Göçmen Ekosistemler) enstalasyonu bir yılı aşkın araştırma, yürüyüşler ve karşılaşmaların bir sonucu olarak göç, yerinden edilme, yas ve beklenmedik kök salma alanlarının keşfi olarak ortaya çıkıyor. Yasa dışı göçmenlerin yaşadığı tahliye edilmiş yerleşim yerlerinden nesneler toplayan Restrope, bunları aidiyet, yoksunluk ve direnişi anlatan sembolik bir manzaraya dönüştürüyor. Göç rotalarının bir haritasıyla başlayan sunumda iki dağ görüntüsü görünüyor. Bunlardan biri idealize edilmiş bir kartpostalı, diğeri ise göçün karmaşıklığını ve insan onurunu temsil ediyor.
Türkiye’den bienale tarihi boyunca ilk kez Türkiye’den bir küratör ve sanatçılar katılmış olduğunu belirtmiştim. Bienale Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar’ın Inhabiting the Void (Boşluğu Mesken Tutmak) ve Theatrum Mundi: Adaptive Landscape (Theatrum Mundi: Adaptif Manzara) çalışmaları ve Mustafa Avcı’nın Echoes of a Forgotten Field (Unutulmuş Bir Tarlanın Yankıları) adlı projesiyle katıldık. Ahmet Rüstem & Hakan Sorar’ın Inhabiting the Void çalışması, klasik bir sahneyi hem fiziksel hem de kavramsal bir sahne olarak yeniden hayal ediyor. Artırılmış gerçeklik (AR), bölgeden çekilen çeşitli fotoğrafların yapay zeka eğitimi ile ortaya çıkan görsellerden ilham alan tekstiller ve sürdürülebilir tasarımı aracılığıyla proje, fiziksel, kültürel ve kavramsal boşlukları hikâye anlatımı ve hayatta kalma için verimli bir zemin haline getiriyor. Theatrum Mundi: Adaptive Landscape ise izleyicileri pasif seyircilerden sanal bir ortamda ortak yaratıcılara dönüştürerek bu keşfi derinleştiriyor. Üç kanallı televizyon ve bir oyun motoruyla çalışan etkileşimli kontrol cihazı kullanan bu dijital enstalasyon, machinima geleneğinden ve Atacama Çölü’nün eşsiz coğrafyasından ilham alıyor.
Mustafa Avcı’nın Echoes of a Forgotten Field çalışması kuş kovucular gibi geleneksel Anadolu tarım aletlerinden esinlenerek sürükleyici bir ses heykeli enstalasyonu yaratıyor. Yeniden işlenmiş malzemeler ve dinamik bir ses manzarası kullanarak, insan faaliyetleri karşısında ekosistemlerin kırılganlığını yakalıyor. Doğal seslerden ıssızlığa doğru yavaşça kayan geçiş, biyolojik çeşitliliği ve kültürel mirası korumanın aciliyetini vurguluyor.
Saco Bienali küratör ekibi, direktör Wyskiel ve yerel ve uluslararası işbirlikçilerden oluşan bir kadro tarafından yönetiliyor. Yukarıdan aşağıya destek ile tabandan gelen yöntemleri birleştiren SACO, Şili’nin bağış yasaları ve yerel sponsorluklar sayesinde finansal sürdürülebilirliğini korurken, topluluk katılımını da merkezde tutuyor. 2012’den bu yana 200.000’den fazla kişi SACO’nun sergilerine ve programlarına katılmış ve yerel yetkililer ve medya, SACO Bienali sırasında Antofagasta’yı sezon boyunca Latin Amerika sanatının başkenti olarak tanımlıyorlar. SACO’nun ücretsiz olarak kamusal sergiler sunumu ve eğitim modeli, geleneksel olarak madencilik endüstrisini içeren bölgede bir izleyici kitlesi oluşturmuş. Bienal kapsamında yürütülen turlar ve okul programları da gelecek nesil sanatseverlerin yetişmesine katkıda bulunuyor. Bunun yanında sanat, bilim ve aktivizmi iç içe geçirerek SACO, Şili’nin ötesinde de dikkatleri üzerine çekmiş durumda ve bu yılki tema olan Karanlık Ekosistemler, bienali iklim, göç ve teknoloji konularındaki küresel diyaloglarla bağlantılandırıyor.

Hakan Sorar ve Mustafa Avcı.
Bienal SACO 1.2’ye 27 ülkeden toplamda 72 sanatçı katılıyor. Şili, Türkiye, Brezilya, Arjantin, Kolombiya, Polonya, İran, Norveç, Almanya, Belçika, İspanya, İtalya, Slovakya, Yeni Zelanda, Litvanya, Paraguay, Uruguay, Ekvador, El Salvador, Moğolistan, Güney Kore, Danimarka, Kanada, Rusya, Avusturya, İsviçre ve Hollanda’dan katılan sanatçıların ağırlıklı sayısını elbette Şili’den katılan sanatçılar oluşturuyor. Bu çeşitlilik, Bienal SACO 1.2’nin yalnızca Antofagasta’nın yerel dinamiklerine değil, aynı zamanda küresel sanat söylemine nasıl katkı sunduğunu ortaya koymaktadır. SACO, kelimenin tam anlamıyla bir çöl laboratuvarı işleviyle kıtalararası işbirliklerini ve çok disiplinli üretimleri bir araya getiriyor.
Dagmara Wyskiel
Coğrafi ve sosyal sınırlarla çevrili Antofagasta gibi bir çöl kentinde bienal düzenlemek sizi nasıl dönüştürdü? Bu benzersiz bağlamın küratöryel yaklaşımınıza etkisini nasıl tanımlarsınız?
Dagmara Wyskiel: Gezegenin en kurak çölünde ve aynı zamanda bakır ve lityum madenciliğinin dünya başkenti olan, aynı zamanda astronomi merkezi olan bir yerde iki yılda bir düzenlenen bir bienal oluşturmak ve organize etmek, küratöryel çalışmalarımın ağırlık noktasını sanat açısından var olmayan yerlere ve yokluk içindeki bölgelere kaydırdı. Uluslararası sanat kariyerleri için ana otoyollardan uzak, tabiri caizse bir otobüs durağı olan bu yerde, gezegenin en temiz gökyüzünün altında, evrenle, bilimle ve kendimizle buluşma ve bağlantı kurma yeri inşa ediyorum. Şili’nin kuzeyinde sanatın eğitimi, korunması ve dolaşımına adanmış kurumların yokluğuyla karşı karşıya kalarak, sadece sergiler düzenlemeyi değil, geçici mekânları uyarlama, eğitim verme, medya oluşturma, kaynakları yönetme ve süreçleri ve yapıtları arşivlemeyi de öğrendim. Bu bağlam için, birçok eksikliği gideren ve sanata erişimi demokratikleştiren organik bir format tasarladık. Çağdaş sanatın elitizmden arındırılması bir paradigma haline geldi ve erişilebilirlik, küratöryel ve pratik hedefler haline geldi.
Sonia Rammer
Antofagasta’da bienal bağlamında üretmek sizi nasıl etkiledi? Bu benzersiz bağlamın sanatsal yaklaşımınıza etkisini nasıl tanımlarsınız?
Sonia Rammer: Institutio Superior Latinoamericano de Arte (Antofagasta, 2024) rezidans programım sırasında ana sanat faaliyetim olan video performansı, tarihi ve duygusal açıdan büyük öneme sahip bir bölgede gerçekleşti. Eski tuzlu su madenleri, yani Hayalet Kasabalar, Şili’nin kuzeyindeki ekonomik gücün tanıklarıdır ve Pasifik Savaşı’nın (Şili ile Bolivya ve Peru arasında 1879-1884) kanlı izlerini taşımaktadır. Ayrıca, madenlerin gelişme dönemini idealize ederken genellikle bahsedilmeyen köle emeğinin de tanıklarıdır. Benim yarattığım karakteri bu bağlama yerleştirdim. Bu karakter, Atacama’ya özgü bir tür olan Fabian kertenkelesinden esinlenerek yaratılmış, insan ve hayvanın bir karışımı olan bir varlıktır. “O” (İspanyolca Eso), yaşamak için uygun bir biyom arayışında çölün çeşitli bölgelerini dolaşır. Çölün açık arazisinde, tuz çukurlarının yakınında, yaratık kendini evinde hisseder, ancak insanın çevreyi tahrip eden eylemleri sonucunda göç etmek zorunda kalır. “IT” böylece Hayalet Kasabalara varır. IT’in güherçile maden kalıntılarındaki davranışları, benim bu yerle ilgili öznel duygularımı yansıtıyor. Bu duygular, tarih bilgisiyle de bağlantılıdır. Örneğin, bir süre işçilere sadece maden kasabasında bulunan bir dükkanda kullanabilecekleri jetonlarla ödeme yapılıyordu, bu da onları buraya bağlamıştı. Bu yüzden “IT” mimariye sıkışmış ve oradan çıkamıyor, bir hapsetme hissi ve hareketlerin tekrarı hakim.. Performansı kaydederken aldığım sanatsal kararlar da çölün iklimiyle bağlantılıydı. Kayıtları yazın en yoğun sıcağında, gün ortasında yaptım, çünkü o saatlerde rüzgar en azdı ve ışık iyiydi. Tamamen yalnızdım, bu da benim o yerle bağlantı kurmamı, onu deneyimlememi, geçmişi hayal etmemi, diğer kamera yardımcılarıyla konuşmak gibi şeylerden rahatsız olmadan yapmamı sağladı. Atacama’nın hikâyesi karmaşık ve çok katmanlı. Sadece modern lityum madenciliği ile ilgili değil, madencilik geleneği ve hem yerli halk olan Lickanantay’ların hem de göçmenlerin kaderi ile ilgili ve son olarak da insan eylemlerine bağlı olan tüm biyolojik varlıkların, kertenkelelerin, mikroalglerin kaderi ile ilgilidir. Umarım çalışmamda bazı sorunları alegorik bir şekilde vurgulayabilmişimdir.
Salomé Restrepo
Antofagasta’da bienal bağlamında üretmek sizi nasıl etkiledi? Bu benzersiz bağlamın sanatsal yaklaşımınıza etkisini nasıl tanımlarsınız?
Salomé Restrepo: SACO gibi bir bienalde üretim yapmak, özellikle bölgenin özellikleri nedeniyle başından itibaren zorluklar getiriyor: mesafeler, coğrafi koşullar ve büyük şehirlerde normalde bulunan malzemelere erişimdeki kısıtlamalar. Konakladığım yerde bunu hissettim. Atölye gibi bir yer yoktu; yaratıcı alan, heybetli manzarası ve göç, madencilik veya kökünden koparılma gibi derin sorunları ile şehirlerin kendisiydi. Kolombiya’da tanık olduğum iç ve dış göç dinamiklerinin Antofagasta’da da bu kadar güçlü bir şekilde ortaya çıktığını görmek beni şok etti. Daha iyi bir gelecek arayışıyla göç eden onca insanı ve bu hayallerinin çoğu zaman hayal kırıklığıyla sonuçlandığını veya reddedildiğini görmek beni derinden etkiledi. Bu, daha önce üzerinde çalıştığım bir temaydı, ancak Antofagasta’da olmak, sanat hakkında yeni düşünme biçimlerinin kapılarını açtı. Çağdaş sanatın bazı dinamiklerinin, toplumsal ve politik bağlamlarla daha derin bir bağlantı kurmaya olanak tanıdığını ve her şeyin geleneksel veya ticari yollardan geçmesi gerekmediğini anladım. Bazen en güçlü şey deneyimdir.
Çölde çalışmak çok ilham vericiydi. Alışık olmadığım bir yer. Kilometrelerce hiçbir şey göremeyeceğiniz anlar var, ama aynı zamanda o kadar çok şey oluyor, o kadar çok gizli hikâye var ki: insan kaçakçılığı, seks işçiliği, aşırı hava koşulları. Bütün bunlar sessizlik ve tozla bir arada var.
Benim için Antofagasta’dan önce ve sonra var. Birincisi, genç bir sanatçı olarak dünyanın farklı yerlerinden gelen yaratıcılarla fikir alışverişinde bulunmak çok değerli bir fırsattı. İkincisi, orada sanatın sınırları bulanıklaştırabileceğini, siyasi ve sosyal sorunların sadece Latin Amerika’da değil, Avrupa, Asya, Afrika ve Okyanusya’da da her yerde karşımıza çıktığını yeniden teyit ettim. Ve raporlardaki veriler veya rakamların ötesinde, sanatın insani, bireysel ve duyarlı olanı gösterme kapasitesine sahip olduğunu gördüm. Bu, belki de rezidans programından bienaldeki sergiye kadar tüm süreç boyunca yaşadığım en güçlü deneyimdi.
Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar
Antofagasta’da bienal bağlamında üretmek sizi nasıl etkiledi? Bu benzersiz bağlamın sanatsal yaklaşımınıza etkisini nasıl tanımlarsınız?
AR & HS: SACO Bienali için Antofagasta’da olmak, sanatsal pratiğimizin temelindeki bir soruyu yeniden yorumlamamızı sağladı: Yüzey nedir, sınırın potansiyelleri nelerdir? Burada “sınır” kelimesi, çölle şehrin, şehir ile okyanusun, endüstriyel zenginlikle doğanın kırılganlığının iç içe geçtiği, her gün gördüğünüz, dokunduğunuz bir şeye dönüşüyor.
Bu durum doğrudan eserlerimize yansıdı. Boşluğu Mesken Tutmak adlı eserimizde, izleyicinin artırılmış gerçeklik (AR) ile bir tekstil yüzeyinin ardındaki “Moda Çöplüğü”nü görmesi, bu katmanlı gerçekliği sorgulatıyor. O tekstilin dokusunun bile, bienal direktörü Dagmara Wyskiel’in bize Antofagasta’dan yolladığı fotoğrafların yapay zeka ile yorumlanmasıyla, yani kıtalararası bir diyalogla oluşması bu yüzden. Theatrum Mundi: Adaptif Manzaralar ise oyun motoru ve kontrol cihazları ile, her izleyiciye o anın yönetmeni olup dünyayı anlık olarak dönüştürme hissini yaşatarak, bu sürekli değişen manzaranın bir modeli haline geliyor.
Küratörümüz Fırat Arapoğlu ve sanatçı dostumuz Mustafa Avcı ile Antofagasta’da bu karşıtlıkları deneyimlemek, bienalin bizi buluşturduğu diğer sanatçılarla sohbet etmek değerliydi; tam bir keşif, fikir ve kültür alışverişiydi.
Sonunda anladığımız şey şuydu: “Sanatın gücü, bazen belki de büyük cevaplar vermesinden değil, doğru soruları sorabileceğimiz yeni alanlar açmasından geliyor. Bizi o hassas sınırların üzerinde durmaya ve dünyaya bakışımızı, kendi algımızı cesaretle yeniden gözden geçirmeye davet ediyor. SACO Bienali farklı coğrafyalardan gelmiş farklı araçlar kullanan sanatçıların ne kadar ortak dertler üzerine odaklandığının somut bir göstergesiydi.”