Iğdirligil’in Bodrum’un tarihine, kültürüne, mimarisine, yerel dokusuna dair anlattıkları çok kıymetli. Burayla ilgili sahip olduğu birikim, insana bir şeyi gerçekten sevmek için neden onu tam anlamıyla tanımak gerektiğini gösteriyor adeta. Bodrum’un bugününe dair konuştuklarımız pek iç açıcı değil maalesef. Yine de, zaman-mekân-insan ilişkisi şaşırtıcı sonuçlar doğuruyor bazen. Belki de bazı şeyler öngörüldüğünden farklı gelişir, kimbilir…
Bodrum’da, taş evlerle haşır neşir bir şekilde kırk yılı aşkın bir süre önce başlayan yaşantısı ve mesleki üretimi halen devam eden İğdirlığil’le konuştuk.
Bodrum’daki yaşantınız ve mesleki üretiminiz nasıl başladı, nasıl gelişti?
Kısaca hayatımdan bahsedersem aralarda ip uçları yer alıyor aslında. Bursa’da doğdum ve çocukluğum orada geçti. O zamanlar, yani ‘60’lı yıllar Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık 25 milyon, Bursa’da nüfusun 140-150 bin civarında olduğu yıllardı. 1969’da Ankara Fen Lisesi’ni kazanıp oraya gittim. Ardından ODTÜ’de bir sene Elektrik, sonra 1 sene Fizik Bölümü’nde okudum. Elektrik Bölümü’nde okurken mimar olmaya karar vermiştim. Yeniden sınava girdikten sonra, sanatsal bir eğitimi tercih ettiğimden ve deniz ihtiyacı içinde olduğumdan dolayı mimarlık eğitimimi o zamanki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi olan Mimar Sinan Üniversitesi’nde tamamladım. O sıralarda Boğaziçi’nde öğrenci olan liseden eski bir arkadaşım Serçe Limanı’nda yer alan ve buluntuları Bodrum’a gelen Cam Batığı arkeolojik kazısına katılıyordu. 1978-79 yazında ben de kazıya katıldım ve yaz tatili sırasındaki birkaç haftayı Bodrum’da geçirdim. Su altı ve su üstündeki obje çizimlerini yapıyordum ve fotoğraf işlerine yardımcı oluyordum. Bodrum’daki günlerim böyle başladı. İlk gelişim aslında ’73 yılında, ODTÜ’de öğrenciyken, ayağımızda sandaletler, kısa bir şort, üstümüzde bir t-shirt, elimizde yaz okulu kitaplarıyla, otostop yaparak olmuştu. Burayı çok çok sevmiştim.
TOPRAK ÇATILI EVLER
Sonraki gelişlerimde, mimarlığa yeni başladığım yıllarda, hâlâ Bodrum’da yaşayan bir çocukluk arkadaşım, toprak çatılı evlerin özelliklerini anlattı bana. Her şeyin doğal malzemeyle yapıldığı bu yapılara hayran olmuştum. Sonrasında okul projelerimden birini Bodrum’da yaptım ve 1 hafta, 10 gün kadar bir zamanı burada, Bodrum Kalesi içinde geçirdim. Bodrum’da ilk evlerini yaptığım kişi de o kazıyı düzenleyen, su altı arkeolojisinin babası sayılan George Bass idi. Yaz tatili için geldiğimde “burada yapılan beyaz kutuları hiç sevmiyorum, eskiye benzer bir şeyler istiyorum” diyerek beni yönlendirdi ve burada kalmama neden oldu. 1989 yılları idi.
ADRES BELLİ
Burada o kadar çok zaman geçirdim ki Viyana’dan geldiğimde bana paket gönderenler takma ismim Şans’ı kullanıp, ‘Şans, Bodrum Müzesi’ diye yazıyorlardı ve gönderdikleri bir şekilde bana ulaşıyordu. Her gün muhakkak müzeye uğruyordum. Sadece objelerin çıkartılması, temizlenmesi, sergi düzenlenmesi değil, bunun dışında farklı konularda katkılarım oldu.
Bodrum’a yerleştiğiniz ilk yıllarda tam anlamıyla yerel bir taş evde yaşamışsınız. Bu evden bahseder misiniz?
Buraya gelip gittiğim süre boyunca taş evlere başka türlü bakmaya başladım ve hayranlığım arttı. Bodrum’a yerleşmeye karar verdikten sonra dört yıl kadar içinde kaldığım ev Gümüşlük’te, içinde elektrik, su, tuvalet, duş olmayan, toprak çatılı ufak bir taş evdi. Evin içine duş ve tuvalet yaptım, elektrik getirdim. Yumuşak ışık versin diye Japon ‘glop’larından birini taktım, ama olmadı. Ev mum veya kandil ışığında yapıldığından, ancak o ışıkta kendini ifade ediyordu. Ben de mum ışığı kullanmaya devam ettim. Elektriği buzdolabı ve müzik dinlemek için kullanıyordum.
Böylece o evde mimarlık eğitimime tekrar başlamış oldum. İçerisi dışarıya göre yazın serin, kışın ise oldukça sıcak oluyordu. Ocak yakarak gayet iyi ısınıyordum. O evde bulunmuş olmak benim mimarlığımın temellerini attı. Çünkü bu sayede başka kalitelerin varlığını tanıdım. Çok gençtim ve konfor olarak zavallı bir durumdaydım, çizimlerimi yerde yapıyordum. O sırada köyleri dolaşıp, eski evler üzerine çalışmaya başladım. Mimarlık eğitiminin bende bıraktığı en değerli unsurlardan biri bir şey yapacak olduğun zaman baktığın yeri başka türlü görme yetisi olmuştu. Dolayısıyla taş ev yapma sorumluluğu taşıyınca eski evlere de farklı bakmaya başladım. Ve bu zamanla bir tutkuya dönüştü aslında.
Bodrum’un topoğrafyası, taş evlerin yapısı sizin mimarlık yaklaşımınızı nasıl etkiledi?
Taş evlerle ilgili çalışma yaparken bu evlerin yorumlarını nasıl yapacağıma kafa yormaya başladım. Çünkü neticede buzdolabı, bulaşık makinesi, küvet, duş kullanıyoruz, hayatımızda televizyon, kitaplık gibi eşyalar var. Bunları bu küçük hacimlerin içine sığdırmak bir mesele. İnsanların yaşantısı burada yılın yedi, sekiz ayı dışarıda geçiyor. Ancak yağmurlu ve çok soğuk günlerde içeri giriliyor. Bu durumda iç ve dış mekânı nasıl ilişkilendirebileceğimi, dış yaşamı evin içine nasıl entegre edebileceğimi düşündüm. Daha sonra bu eşya kalabalığını nasıl basitleştirip bu ölçeğin içine alabileceğime kafa yordum.
YAPILAR BASİT, İLKEL DEĞİL!
Ayrıca taş yapıların önemli bir özelliği de yıkıldıklarında etraflarında hiç çöp bırakmamaları. Taş zaten taş, ahşap zaten ahşap… Hepsi çevreden geliyor, tekrar çevreye dönüyor. Çevreye yabancı malzemeler değiller. Yapılar çok basit ancak ilkel değil. Bu benim Bodrumla ilgili çalışmalarda öğrencilere de hep vurguladığım bir ayrım. Bir şeyin basit olmasıyla ilkel olması aynı şey değil. Basit olan bir şey hayli gelişmiş olabilir veya içinde derin bir veri taşıyabilir.
İkinci olarak, Bodrum’un beni büyüleyen bir topoğrafyası var. Mesela yaşadığım Yalıkavak bölgesi eski bir volkanik oluşum. Topoğrafya dolayısıyla burada çok fazla mikro klima bölgeleri bulunuyor. On dakika yürüyüşten sonra bitki örtüsü fazla değişmese de bir anda bambaşka yüzü olan bir yere geliyorsun.
Bodrum Yarımadası’nda ayrıca milattan önce 6. yüzyıldan başlayan Karya medeniyetinin kalıntılarını da fiziksel olarak görmek mümkün. Bodrum ev tipi diye bir şey var. Ben de tüm bu verilerden yola çıkarak kendi mimarlığımı oluşturmaya çalıştım.
Bodrum mimarların yaşamayı ve proje üretmeyi sevdiği bir yer gibi görünüyor. Sonradan buraya yerleşen mimarların sayısı da azımsanmayacak seviyede. Sizce bunda Bodrum’un hangi özellikleri etkili oluyor?
Bunda yalnızca topoğrafyanın etkisinin olduğunu sanmıyorum. Bodrum kültürel olarak da çok zengin bir yer. Deniz kenarında olmasının da etkisi var. Zeki Müren’in gelip buraya yerleşmesi veya o dönem ‘hippi’lerin Gümüşlük’e gelmesi tesadüf değil. Benim Gümüşlük’te yaşadığım yıllarda Ankara ve kısmen de İstanbul’un entellektüel çevresi sürekli oraya, Haşmet’in Barı’na gelirdi. Dolayısıyla burası yaşam olarak pek çok insana belli bir özgürlüğü verme özelliği olan bir yerdi. Bu da bir etken.
Mimarların şu anda burada çokça proje yapmasının nedeninin, keyif almanın ötesinde, Bodrum’un bugün bir rant cenneti olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bodrum şu anda en fazla beton dökülen yerlerden biri sanıyorum. Herkes burada bir şeyler yapma gayretinde.
Ben kendi evimin olduğu arazide, burada ne yapılır, bu ağaç nasıl değerlendirilir diye iki sene geçirdim. Her projenin yerinde oluştuğuna ve oraya ait olduğuna inanıyorum. Bu başka bir tavır. Benim şu anda oturduğum, içinde yedi evin olduğu 36 dönümlük arazide ne bir kürek toprak atıldı, ne bir kürek toprak getirildi. Hafriyat taşınmadı. Getirdiğimiz taş dışında hep buradaki yapı malzemeleri kullanıldı. Buradaki arazinin bu özellikleri çok önemli…
Gerçekleştirdiğiniz projelerde bölgenin bu yerel özellikleri üzerinden proje sahiplerini yönlendirmeniz, hatta ikna etmeniz gereken durumlar oluyor mu? Özellikle ev projelerinde başta ihtiyaç olduğu düşünülen pek çok unsurun uygulama aşamasında değiştiğini veya ortadan kalktığını düşünüyorum. Böyle mi gerçekten? Ev sahiplerinin ilettikleri ihtiyaçlarla Bodrum’un yapısı birbiriyle ne oranda örtüşüyor?
Olmaz olur mu… Vazgeçirdiğim veya yapmaktan vazgeçtiğim işler oldu. Bazen karşı taraf öyle bir şey istiyor ki yapmam mümkün değil… Sonuçta herkesin bir mesleki anlayışı var… Bir taraftan ihtiyaçların da yeniden şekillendiği durumlar oluyor. Baştan ihtiyaçların tanımlanmasını istiyorum ancak herkes bunu yapamıyor. O durumda onları yönlendirmek gerekiyor. Mümkünse gidip yaşadıkları evi görüyorum. Hatta Alman bir çifte tasarladığım ev için bir türlü projeyi çıkaramamıştık. Sonuçta bir hafta Almanya’ya gittim, onlarla birlikte kaldım ve döndüğümde proje ortaya çıkmıştı. Çünkü buradaki yaşantılarını onlar da öngöremiyorlardı.
Proje üzerine konuşurken bazı ev sahipleri burada kalmadan, gelip giderek çözmeye çalışıyorlar. Ben de onlara “önce ruhunuz gelsin buraya, gelin bir süre kalın” diyorum. Güneşin nasıl doğduğunu, nasıl battığını hissetmeye çalışmalarını öneriyorum, ev yapmadan önce. Hatta yakın tanıdıklarıma burada bir yaz geçirmelerini söylüyorum. Ben kendi evimi yaparken bunları yaptım ve yararını da gördüm. Benim bakışım ve çalışma yaklaşımım bu yönde. Yoksa fotoğraf üzerinden arazi planına bakarak proje yapamıyorum. Yapım da buna müsait değil. Benim için mimarlık bir süreç aslında. İlk fikir oluşması, düşüncenin gelişmesi, çizgiye dönüşmesi, sonra yapı halini alması bunların hepsi bir sürecin içinde. İnşaat da sürecin en önemli parçalarından biri. Tasarım aşamasında kaçırdığın herhangi bir şeyi bu aşamada fark edip, projeyi değiştirmeniz gereken durumlar oluyor.
Bodrum’da gerçekleştirdiğiniz işler arasında bir de restorasyon projesi var Mustafa Paşa Kulesi restorasyon projesinin kapsamı neydi ve proje nasıl gelişti?
Mustafa Paşa Kulesi tarihi adıyla Müsgebi’de yer alıyor. Avram Galanti’nin Bodrum Tarihi kitabında belirttiği üzere, Müsgebi Ortakent’in eski, orijinal ismi… Müsgebi adı Episkopi’den gelir. Mikroskop, periskoptan kelimelerinden anlaşılacağı gibi kökeninde ‘bakış’ anlamı var. Episkopi değişerek Müsgebi’ye dönüşmüş. Buraya Müsgebi denmesinin nedeni de oradan bakınca her yerin gözlenebilmesi. Bunun yapılabildiği yer Mustafa Paşa Kulesi işte… Düşünecek olursan bir yapı bölgeye ismini verecek özelliğe sahip. Bu çok güzel bir şey aslında.
Burası çok özellikli bir yapı. İçinde 1601 yazılı tarih varmış. Bodrum Kalesi’nden sonra ayakta kalmış en eski yapı. Bütün projelerde olduğu gibi bu yapı için de bir araştırma yaptım. Yapının daha eski olma ihtimali de güçlü. Mustafa Paşa sonuçta iç güveysi olarak buraya gelmiş. Dolayısıyla belki de o buraya gelmiş, kuleyi almış, adını yazdırmış da olabilir. Kim bilir… Zamanında burayı çok araştırmış olan Ayda Arel ile de görüştüm. Burası Avram Galanti’nin kitabında da geçiyor.
BEHRUZ ÇİNİCİ AYRINTISI
Mal sahibi çok özveri verdi. Topkapı Sarayı’nın kalem işlerini yapan kişiler burada çalıştı. Ben buraya ufak bir ilave olarak bahçedeki oturma köşesini yaptım. Buranın projesi bir yıla yakın sürdü. Başka mimarlardan da destek aldım, özellikle restorasyonla ilgili… Süreyya Saruhan ahşap çizimleri için ve duvarlarda tahrip olan tezyinat ile ilgili çalışacak ekipleri bulmak konusunda yardımcı oldu. Uygulaması da yine 8 ay-1 yıl arası bir süre aldı.
Bir ara otel ve lokanta olarak kullanıldı. Yapı daha sonra el değiştirdi. Şimdi özel mülk olarak kullanılıyor.
Bu Kule ile ilgili benim için güzel olan ikinci bir konu da Behruz Çinici ile ilgili. Benim mimar olmamı teşvik eden konulardan biri Behruz Bey’in eseri olan ODTÜ’dür. Öğrenciyken oradaki yapılar çok hoşuma giderdi. Bu Kule’yi de ilk başta Behruz Çinici satın almış. Ardından restorasyona başlanmış ancak zaman içinde fikrini değiştirip burayı satmış. Kendisi bir gün Ada Otel’e gelmişti. Otelden beni arayıp “Bir mimar sizinle görüşmek istiyor” dediler. Telefonda “Burayı sen mi yaptın” diye sordu bana. “Ben yaptım” dedim. “Seni tanımam lazım” deyince, koşturarak gittim tabii. Orada öğrendim ki Fen Lisesi’nin mimarı da oymuş, ki orası da çok hoşuma giderdi. Sonrasında aramızda bir dostluk başladı ve yıllarca her Bodrum’a geldiğinde mutlaka görüştük. Bir gün “Sizi bir yere götüreceğim, çok heyecanlanacaksınız” dedim ve onu Kule’ye götürdüm. Götürdüğümde, 20-25 yıl sonrasıydı ve cidden çok heyecanlandı. Ben de o sırada restorasyona başlamak üzereydim.
Özellikle belli bir dönem üretilen görsel malzemelerde yansıtılan görüntüyle birlikte Bodrum hep tepelerden denize kademe kademe inen, neredeyse aynı tip beyaz evlerin olduğu bir yer olarak zihinlere kazınmıştı. Bu beyaz evler nereden çıkmış peki?
Ara sıra kreşte çocuklarla mimar kimdir, ne yapar sorusu üzerine çalışmalarım oluyor. O çalışmada bile tipik Bodrum evi beyaz, kulakları olan bir yapı olarak çizilmişti. Biraz surata benziyor. Halbuki, Bodrum mimarisinin o kutularla da çok alakası yok değil mi?
Burada bazı evleri beyaza boyarlar, fazla ısı tutmaması ve kireçle boyandığında binanın içine rutubet girmemesi nedeniyle…
Bodrum’a ‘60ların sonunda ya da ‘70lerin başında bir imar planı getirmek istenmiş. O zaman taş ev yapmak yüksek maliyet getirdiği ve o dönem bu iş pek yapılmadığı için tercih edilmemiş. O nedenle de buraya imar planı için gelen ekip bazı evlerin beyaz olduğunu görünce bu şekilde bir karar vermiş diye biliyorum.
Son yıllarda büyük kentlerde yaşayan pek çok insan farklı nedenlerden dolayı kırsal alanlara ve kıyı bölgelerine yerleşmeye ve yaşamlarını buna göre yeniden şekillendirmeye başladılar. Bodrum bu eğilimden etkilenen bölgelerin başında geliyor. Daha fazla insanın yalnızca yaz aylarını değil bütün yılı burada geçirecek şekilde Bodrum’a yerleşmeleriyle birlikte bölge nasıl değişiyor, dönüşüyor?
Buraya ilk geldiğimde Bodrum’da yaklaşık 50-60 mimar vardı ve bunların da hemen hemen yarısı aktif haldeydi. Şimdi sanıyorum Mimarlar Odası’na kayıtlı 400 kayıtlı üye var ki bu Muğla ilinin tamamından daha yüksek bir rakam. Sanıyorum hepsi aktif değil. Bu arada bu yalnızca mimarlar için geçerli değil elbette. Ben ilk yerleştiğimde burada tek bir veteriner vardı. Çarşamba Gümüşlük, Perşembe Türkbükü… diye dolaşırdı. Şimdi Yalıkavak’ta üç dakikalık bir yere giderken yolda beş tane veterinerin önünden geçiyorum.
Bu eğilimde etkili olan birinci faktör, başta şehirlerin insanlar için yaşam alanları olmaktan uzaklaşması ve keyifsizleşmesiyle ilgili. Ben de mesela İstanbul’da sürekli yaşamayı hiçbir zaman düşünmedim çünkü şehrin enerjimi aldığını hissediyordum. Bodrum için geçerli olan ikinci faktör de buranın iklim ve kültürel birikim olarak farklı olması ve rahat ulaşılabilirliği.
KALICI TAHRİBAT
Bölge maalesef hem topoğrafya ve çevre, hem de insan yapısı olarak dramatik bir şekilde karakterini, özelliğini kaybediyor. Ve gittikçe pisleniyor. Yalıkavak’ta örneğin yaz gelince deniz kirleniyor…Bodrum’da artık inşaat yapılmasının durdurulması ve olanların da rehabilite edilmesi lazım ama hangi otorite bunu yapabilir bilmiyorum. Çünkü sistem beton dökme üzerine kurulmuş. Yapılan tahribat kalıcı. Tepelerin geldiği nokta, bitki örtüsündeki tahrip… Bunların hepsi maalesef kalıcı… Önce insanların değişmesi lazım.