Bir Masanın Etrafında Yükselen Sesler - ArtDog Istanbul
Masada II, Studio Pinprick, Wonderland XL serisi, cloud spotting, 180x125cm, 2024.

Bir Masanın Etrafında Yükselen Sesler

Sanat ve gastronomiyi bir araya getiren MASADA: II, Studio Pinprick ve Umut Yalım’ın kontrast üretimlerini çok disiplinli bir deneyime dönüştürüyor.

/

Galeri Bu’nun Buffett işbirliğiyle hayata geçirdiği MASADA sergi serisinin ikinci edisyonu, E. Ezgi Özer küratörlüğünde kontrast kavramı etrafında davet edilen Studio Pinprick ve Umut Yalım’ın eserleri ile kurgulanıyor. 26 Nisan’da açılan MASADA: II sanatçı ikilisi Studio Pinprick ve sanatçı Umut Yalım’ın birbirinden farklı üretimlerini gastronomik bir deneyim ile iç içe sunuyor. Bir yandan mitolojik ve çok katmanlı bir görsel evren, diğer yanda çabasız ve yeterincelik kavramı ile şekillenen minimalist üretimler kontrast bir bütünlük ile izleniyor. Sanat, kültür, gastronomi, teori, mitoloji ve felsefi gibi çok disiplinli anlatılarla kurgulanan MASADA: II sergisi 28 Haziran’a kadar Galeri Bu’da izlenebilir.

MASADA: II sergisi kontrast kavramı etrafında şekilleniyor. Siz kendi üretiminizde bu serginin temasına nasıl yaklaştınız? Komşu sanatçınızın pratiğiyle aranızda kurulan bu karşıtlık sizce izleyiciye nasıl bir deneyim sunuyor?

Studio Pinpricik: Biz öncelikle sergide yer alan iki işimizle birlikte bir kontrast yaratmak istedik. İşlerin ortaklığı maskeli figürler üzerinden oldu. Buna karşıtlık oluşturan yönü ise arkaik bir karakter ile fütürist bir karakterin birlikteliği oldu. Biri doğanın içerisinde yerini ve kendi gerçekliğini bulmaya çabalarken diğeri içinde bulunduğu reel dünya karşı yaratılan sanal bir dünyada kendi gerçekliğini yaratma peşinde.

Borusan Mid
Borusan Mid Mobil

Geleneksel yöntem ile ürettiğimiz çalışmalarımızın Umut’un ‘’yeterincelik’’ olarak tanımladığı işleriyle tam anlamıyla bir kontrast oluşturuluyorlar. Hazır nesne ve metinler yoluyla tahayyül ederek oluşturulan imgelerin nakış tekniği ile ürettiğimiz kurgusal ve zamansız mekanlar içinde yer alan figüratif çalışmalarımızın birbiri ile okunmaları izleyici açısından da farklı bir deneyim sunuyor.

Umut Yalım: Karşıtlık (kontrast), günümüzün, başat varoluş kavramlarından biri. Her özne ya da nesne kendisinin karşıtıyla var oluyor ya da var olmayı seçiyor. Bir anti-sanatçı olarak, ben de, kendimi sanatın karşısına konumlandırıyorum. Özellikle son 5 yıldır “Görsel Tahakkümün Sonu” başlığı altında alışılagelmiş görsellik karşıtı yapıtlar yapıyorum. Sergideki yapıtlar da, bu doğrultuda yapılmış işler. Sanatçının anaişlevi olan, görüntüyle sanat izleyicisini manipüle etme “görevi”, burada, yâni sergide, kendi kendini manipüle eden işlere dönüşüyor. Görüntüyü oluşturması gereken öğeler tümdengelim bir süreçle yapıtı parçalarına ayırırken inşâ ediyor. Bunu yaparken de yapıttaki öğeler, izleyiciyi doluluk/boşluk ikiliği arasında bırakıyor. Studio Pinprick’in yapıtlarındaki o kusursuz doluluğun ve boşluğa bir ân bile yer bırakmama yerine, boşluk’u kullanıyor. Çünkü boşluk, sanılanın tersine, var olmayan değil; mevcut olmayan alandır. Boşluğu görmüyor olmamız, boşluğun olmadığını bize imlemez. Boşluk gözükmez ancak oradadır; yâni, görünmezdir.

Masada II, Studio Pinprick, Anonim Masallardan Mitolojik Gerçeklere Serisi,
Ganimet, 100x100cm, 2025

Umut Yalım: Sanat, Çabasızlık ve Yeterincelik’e Karşı Doğmuş Bir Kavram

Sıklıkla “çabasız sanat” ya da “yeterincelik” anlayışıyla anılan üretiminizde, gündelik olanın içindeki boşlukları ve sessizlikleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yaklaşımın izleyiciyle kurduğu ilişki üzerine ne söylersiniz?

Sanat, çabasızlık ve yeterincelik’e karşı doğmuş bir kavramdır çünkü söz konusu sözcükler, sanat için “avam” nitelendirmeler olup, başlangıcından günümüze sanat yapıtları, tam da bu karşıtlık üzerine konumlandırılmıştır. Estetik algı ya da, daha güncel bir sözle, görünürlülük; sonsuz bir çaba ve yetmezlik gerektirir. Anti-sanatçı olarak da, sanatın içerdiği her türlü algı yapısını sökmek ve bozmak, sergideki ana izleklerimdendi. Bu bozum ve söküm inşâsındaki iki ana aracım da çabasızlık ve yeterincelik gereçleriydi. Artık hepimiz yeni soluk, sessizlik ve boşluk alanları arıyoruz. Sergideki yapıtlar da, bu arayışın birer ürünü özünde. Yaşam savaşımında çaba harcayan ve hiçbir şeyin yeterince gelmediği/olmadığı günümüz insanı için yeni boşluk alanları bu yapıtlar. İşlerin yapımında, yapıtın oluşumu için yeterince öğe kullanıldı; gerekmeyen hiçbir sanat gereci yapıtta sanat yapıtı olsun diye yer almadı. Bundan ki, yapıtlarla insanlar arasında sanat- sanat izleyicisi ilişkisinden öte nesne-özne ilişkisi kurulacağını düşünüyorum.

Sizin sade ve duruma göre şekillenen işlerinizin, Buffett’in yoğun gastronomik diliyle buluşması sizce bir zıtlık mı yoksa tamamlayıcılık mı yaratıyor? Bu ilişkiyi üretiminizde nasıl yorumluyorsunuz?

Buffett’nin, dolayısıyla eşim/şefim Merve’nin, bütün felsefesi yerel/ tâze /el yapımı üstüne kurulu olduğu için, anti-sanatımın tersine, büyük bir çaba ve “yeterincelik”in asla yetmediği bir gastrobilirlik gerektiriyor. Ancak Masada 2 sergisinde, benim için hazırladığı ve bir gastro- yapıt olan yemek (ya da yemek alanı demek daha doğru) doğrudan sergideki yapıtlarımla bütünleşik bir bağ kuruyor: çabasız ve yeterince. Buna karşılık, Studio Pinprick için hazırladığı gastro- yapıt ise, İsmail ve Hayrettin’in yapıtlarıyla doğrudan ilintili. Ve inanıyorum ki, yakın gelecekte, bu işbirlikleri hem sanat hem de tat dünyasının olmazsa olmazı ve GaleriBu/Buffett de bu akımın başat konumu olacak.

Studio Pinpricik: Hakikati Doğrudan Göstermek, Onu Sıradanlaştırabilir

Çalışmalarınızda renk, detay ve kurgu, mitoloji ve anlatı önemli bir yer tutuyor. Gerçekliği maskeleyerek dönüştürme pratiğinizin ardında nasıl bir motivasyon yatıyor? Tat duyusuyla bu konntrastlık, dönüşüm arasında bir ilişki kuruyor musunuz?

Renk, detay ve kurgu; bizim için yalnızca estetik tercihler değil, aynı zamanda anlatının taşıyıcılarıdır. Mitolojiyle kurduğumuz ilişki de benzer bir yerden besleniyor. Tarihin çok öncesinden gelen bu anlatılar, bugünün duygularını, belirsizliklerini ve kimlik arayışlarını katmanlı bir biçimde yeniden okumamıza olanak tanıyor. Gerçekliği doğrudan sunmaktansa, onu maskeleyerek dönüştürmek, bizim için bir koruma ve açığa çıkarma pratiğidir. Çünkü bazen hakikati doğrudan göstermek, onu sıradanlaştırabilir. Oysa maske, hem saklayan hem de gösteren bir yüzeydir. Tıpkı mitlerdeki figürler gibi: ne tamamen gerçek ne tamamen kurgu. Bu alan, bizim işlerimiz için üretken ve özgürleştirici bir zemin yaratıyor.

Tat duyusunu, bu dönüşüm ve karşıtlık meselesiyle doğrudan ilişkili görüyoruz. Tat, hem bedensel hem de zihinsel bir deneyimdir; anıların, kültürel kodların ve duygusal yüklerin eşzamanlı bir şekilde devreye girdiği bir duyudur. Bir lokma bazen konfor alanıdır, bazen geçmişle yüzleşmedir, bazen ise hiç bilmediğiniz bir yere ait olmanın tuhaf bir hissi… Bu çok katmanlılık, bizim için tıpkı bir mit gibi işler: tanıdık ama her seferinde başka bir anlamı ortaya çıkaran.

Yemek, Umut Yalım.

Katmanlı ve iç içe geçmiş anlatılar ile büyük bir emekle kurgulanan eserinizde Buffett’in yoğun gastronomik diliyle buluşması sizce bir zıtlık mı yoksa tamamlayıcılık mı yaratıyor? Bu ilişkiyi üretiminizde nasıl yorumluyorsunuz?

Buffett’in deneyime dayanan gastronomik diliyle işlerimizin katmanlı, zamanla örülmüş ve sembolik yapısının buluşması bize göre bir zıtlıktan çok, tamamlayıcı bir karşılaşma yaratıyor. Çünkü biz, üretim sürecimizi yalnızca görsel değil, aynı zamanda duyusal, duygusal ve kültürel katmanlarla örüyoruz. Tat alma duyusu tıpkı bir rüya gibi anıların, coğrafyaların ve kimliklerin iç içe geçtiği bir geçit işlevi görüyor. Buffett’in diliyle kurulan temas da bu çok boyutluluğu daha görünür kılıyor.

Sanat pratiğimizde anlatıların çok sesli olmasına, farklı duyulara dokunmasına ve zamanla genişleyip dönüşmesine önem veriyoruz. Bu bağlamda, Buffett’in diliyle kurulan ilişki, işlerimizin yalnızca gözle değil, bedenle de deneyimlenmesini mümkün kılıyor. Böylece izleyici, anlatının yalnızca anlamını değil, ağırlığını, sıcaklığını, bellekte bıraktığı izleri de hissetmeye başlıyor. Bu karşılaşma, bize göre bir tamamlayıcılık; çünkü her ikisi de başka yollarla ama aynı şeye temas ediyor: hatırlamak, dönüştürmek ve aktarmak.

Previous Story

Kezban’ın Nadire Kabinesi

0 0,00