Hüsamettin Koçan

Bir Anadolu Bilgesi Hüsamettin Koçan

//

Akademisyen ve yazar İsmail Kaygusuz’un 2005 yılında basılan Anadolu Bilgeleri- “Anadolu’yu Aydınlatan Düşün ve Eylem Adamları” adlı kitabı Şemseddin Muhammed Tebrizi, Yunus Emre, Abdal Musa Sultan, Kaygusuz Abdal Sultan, Şeyh Bedreddin, Seyyid İmadeddin Nesimi, Pir Sultan Abdal ve Dede Kul Himmet gibi halkın içinden yetişip, onlarla birlikte yaşamış ve onların mutluluğu için çalışan isimlerin hayatını anlatır.

Kaygusuz, Anadolu Bilgeleri için “İsyanları da şiirleri de türküleri de hep halk içindir… Anadolu›da yaşayan tüm halkların kardeşçe yaşamasını ilke edinen bu büyük bilge insanlar sonunda, iktidarla karşı karşıya gelmişlerdir. Kimileri öldürülmüş, asılmış, derisi yüzülmüş; kimileri de unutturulmaya çalışılmıştır. Dünden bugüne bu topraklarda sürmekte olan bu kavgada, başa geçen tüm iktidar sahipleri onların devrimci ve isyankar yönlerini unutturmak için uğraşmıştır. İktidarların bu çabası hâlâ sürmekte… Onlar ise, dün olduğu gibi bugün de bu toprakları aydınlatmaya devam etmekteler..” der.

1946 yılında Bayburt’ta doğan, Bayburt’un Bayraktar köyünde Baksı Müzesini ve Baksı Vakfını kuran, yaptığımız söyleşide masumiyet, vicdan, özgürlük gibi Anadolu’da varolan ama çoktan unuttuğumuz ve içini boşalttığımız kavramlardan bahsederken Koçan’ın çağımızın Anadolu bilgelerinden biri olduğu apaçık çıktı ortaya:

“Kaçmak özgürlük mü bilmiyorum ama “direnmek” özgürlüktür, kaçmanın arkasında bir pes etme meselesi vardır,”

“Vicdan büyük insani bir reflekstir. Vicdan insanı denetler,”

“Nerede bir masumiyet varsa, orada bir başkaldırı vardır.”

“Güçle özgürlük birbirine karıştırılıyor. Güç, özgürlüğün önünde en önemli engellerden bir tanesidir. Güçlü özgür olabilir ama güçlünün olduğu bir dünyada güçsüzler de var; asıl önemli olan onları özgür olmasıdır,”

“Çünkü birilerini hedef alarak, birilerini cezalandırmak için sanat yapıldığını ben görmedim. Sanat hep yüceltir. Sanatın temel meselesi insana sınırlarının genişliğini göstermektir. Sanat insana yaşama sevinci, bir gelecek arama sevinci verir.”

 “Gel, gel, ne olursan ol yine gel… İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,” diyen bir anlayışın çıktığı yerdir Anadolu, müthiş bir barış dokusu vardır.”

Neredeyse kültürünü unuttuğumuz bir coğrafyanın ne değerler barındırdığını konuştuğumuz bir sohbet gerçekleştirdik Koçan ile.

  • Tören için yaptığınız konuşmada Anadolu’yu bazı kavramlar ve bu kavramların karşıtlarıyla açıkladınız. Konuşmanızda ilk olarak, “Özgürlük” ve karşıtı olan “yabancılaşmaktan” bahsettiniz.

Aslında bu çağımız insanının uğradığı deformasyonlardan bir tanesi. Çünkü “flanör” gibi olmak isteyen insan, her şeyi görecek, her şeye ulaşacak ama kimse ona ulaşmayacak… Böyle bir dünya yok, gördüğün zaman görülürsün, karıştığın zaman birileri sana karışır onun için yabancılaşmanın bu anlamda bir özgürlük olduğunu düşünmek bir yanılgıdır. Özgürlük iradeli bir şey ama yabancılaşma bir sürüklenme durumudur. Onun için de yabancılaşmayla, özgürlük arasında; alıp başını kaybolmakla, gerçek anlamda bilinçli seçilen bir özgürlük arasında bayağı farklar var biz bunları birbirine karıştırıyoruz. “Özgürlüğü seçti,” deriz. “Kaçmak” özgürlük mü bilmiyorum ama “direnmek” özgürlüktür, kaçmanın arkasında bir pes etme meselesi vardır. Oradan bakınca iş kendi dengesini gösteriyor. Yabancılaşma ve özgürlüğü birbirine karıştırdığımız andan itibaren algımız karışıyor diye düşünüyorum.

  • Sürdürülebilirlik ve tekrar kavramlarına da değindiniz.

Çok önemsiyorum. Süreklilikle, tekrarla; sürdürülebilirlik aynı şey değil. Biz tekrarın sürdürülebilirlik olduğunu zannediyoruz. Tekrar eden, kendi ekseninde patinaj yapar sonunda yuvayı da, kendini de yıpratır. Sürdürülebilirlik, bir mekanizmanın kendisini yenileyerek geleceğe doğru hareket etmesi anlamına gelir. Hareket edildiği zaman bir gelecek duygusu yaratıyorsunuz. O zaman sürdürülebilirlikten söz edebiliriz. Gelenek dediğimiz şeyi, tekrar etmeye çalışırız. Nitekim, dokumalarda, taş işlerinde, o ustaların, o malzemenin başka bir doğallığı büyüsü vardı, şimdi o yok. Yünün yerine orlon kullanılıyor şimdilerde, aynı motifi tekrar ediyorlar, ama bu tekrarla sürdürülebilirlik yaratmıyoruz, işi giderek deformasyona, yok etmeye doğru götürüyoruz. İşte bütün bu nedenlerden dolayı- tekrarla sürdürülebilirlik aynı şey değildir. Sürdürülebilirlik dediğimiz kendini ileri taşıyandır. Roller önemlidir. Etrafta herkes bir telaş içinde bir şeyler hallediyor gibi geziniyor. Esas sonuç, üründür- bu yanılgıdan kurtulmamız lazım. Görünürde bir çaba var ama kendi çukurunu kazan bir harekettir bu. Onun ötesine geçebilmek için üretim yapılması gerekiyor. Biz onların ikisini aynı şey zannediyoruz.

Hüsamettin Koçan.
  • Bizim toplumumuzda özellikle iş hayatında benim gözlemim; az iş yapıp, sürekli ne kadar çok çalıştığından bahseden insanlar terfi ediyor. Vasatlığın taçlandırıldığı bir topluma yaşıyoruz sanki, değil mi?

Tekrar eden, sürdürülebilirlik tacı giyiyor halbuki değil. Yapar gibi görünmek, üretim “yapmış” gibi görünmek- yanlış, bu yanlışlar üstünden gidiliyor. Güçle özgürlük birbirine karıştırılıyor. Güç, özgürlüğün önünde en önemli engellerden bir tanesidir. Güçlü özgür olabilir ama güçlünün olduğu bir dünyada güçsüzler de var; asıl önemli olan onları özgür olmasıdır. Bu kavramlar da birbirine karışıyor.

  • Vicdanı çok önemsiyorum demiştiniz.

Evet, çok üzerinde duruyorum vicdan kavramının. Vicdan büyük insani bir reflekstir diye düşünüyorum. Hiçbir çıkar beklemeden, doğrudan doğruya başkaları için bir şey yapmaya mecbur eder vicdan insanı. Zayıfın yanında durmaya mecbur eder insanı vicdan. Korunması gerekeni korumaya ve belki yeni öneriler getirmeye…Ölçü budur. Vicdan insanı denetleyen mekanizmadır. Bu iradi bir şeydir, o yüzden vicdanla çıkar aynı gibi gözükür. Çıkar varsa vicdan söz konusu değildir- zaten çıkar vicdanın kendisinin yerini alır.

  • Vicdan insanı denetler dediniz, vicdan adaletle eş anlamı olabilir mi?

Vicdan bir bakıma insani hukuktur. Adalet, kişisel adalet dediğimiz şey. Yanınızda vicdanınız yoksa sizden her şey beklenir. Okuyoruz bugünlerde, köpeklere yapılan vahşeti. Vicdanınız varsa o zaman köpekleri ezmiyorsunuz, zehirlemiyorsunuz, taşlamıyorsunuz demektir. Vicdan bir denetim mekanizmasıdır. Vicdanı son derece önemli buluyorum. Çıkarın olduğu yerde vicdan otomatikman var zannediliyor; aslında yok. Orada bir çatışma var; rol değiştirme, anlam değiştirme diye bir şey var orada.

  • Masumiyetten bahsettiniz.

Masumiyeti çok önemsiyorum, vicdan ve masumiyet son derece kıymetlidir. Fakat insanlar onun yerine rolü koydular, “masummuş”, günahsızmış gibi davranmayı yeğliyorlar. Bir konuşmamda dedim ki “Nerede bir masumiyet varsa, orada bir başkaldırı vardır.” Masumiyeti korumak da bir başkaldırıdır. Çünkü masumiyete sürekli saldırılır. Onun şimdi yerini rol aldı. Yapıyormuş gibi yapmak. Masumiyetin cazip tarafı var, masumiyetin kendisini savunmama gibi bir doğası var. Masumiyet karşı ceza vermez. Saldırmaz masumiyet. Masumiyet sadece izler, kendini var etmeye çalışır başkalarını yok etmeye çalışmaz. O yüzden ikisini yan yana koyunca onun da içi boşaltılıyor. Bugün içinde yaşadığımız dünyanın iflasına dair çarpıtmalardır bunlar. Bu benim kişisel görüşüm.

“İnsanlar içi boşaltılmış dünyada kendilerine tutunacak bir şey arıyorlar. Nerede buluyorlar bunu? İnanç ve köken kümelerinde; güç kümelerinde, siyasi kümelerde… Bu üçü çok belirleyicidir. Onun için bu üçlü giderek toplumda iletişimsizlik aracı oluyor, çünkü her biri kendini var etmek için duvarlarını yükseltiyor”

  • Adanmışlık ve sıradanlıktan bahsettiniz…

Adanmışlık ve sıradanlık birbirine karıştırılıyor. Sıradan birisi adanmış gibi davranıyor. Onun için de sıradanı daha cazip ve aromatik bulduğumuz için yanımızda taşıyoruz. Popülarite dediğimiz mesele de odur, yani sıradanlığı kullanır popülarite ama onu öyle bir rollere büründürür ki gerçek bir şey zannedersiniz, onun için bütün bu kavramlar yerli yerine oturmadığı için birbirinin içini boşalttığı için bence giderek insanda bir “ötekilik” duygusu yaratıyorlar.

  • Bu bir kimlik arayışı mıdır?

Altında kimlik arayışının da olduğu kaotik bir anlamsızlaşmadır. İnsanlar içi boşaltılmış dünyada kendilerine tutunacak bir şey arıyorlar. Nerede buluyorlar bunu? İnanç ve köken kümelerinde; güç kümelerinde, siyasi kümelerde… Bu üçü çok belirleyicidir. Onun için bu üçlü giderek toplumda iletişimsizlik aracı oluyor çünkü her biri kendini var etmek için duvarlarını yükseltiyor. Çünkü en kestirme noktalar bunlar. İnanç, köken, politika ve ticaret. Onları tutunacak dal olarak görüp kendini tanımlıyor. Çünkü gideceği başka yer yok, en kestirme noktalar bunlar. Günümüz insanına bakalım, giderek ırkçı akımların yükselmesi. Belli dini grupların öteki grupları, düşman ilan etmeleri mesela. Kendisini öyle var edeceğini düşünüyor; sürekli olarak bir sınır ihlali söz konusu…Bütün bunları yan yana koyduğunuzda, hayat geçişleri, köprüleri ortadan kaldırıp karşıtını yargılamaya doğru sizi götürüyor. Orada da siz belki bir barış dünyası yaratmaktan çok uzağa gitmiş oluyorsunuz; bir bunalımın, bir kaosun içine girmiş oluyorsunuz. Bence bugün bizim doğamızın yok edilmesinin nedeni odur. Hayvanlara, çocuklara, kadınlara ve bence alt gruplara bu kadar gaddar davranılmasının sebebi budur. Kendisini belki o değerlerin üstüne basarak daha güvende hissedecekler diye bir düşünceleri olduğunu düşünüyorum.

“Anadolu’ya Baktığımda Bugün Terk Edilmiş Bir Toprak Görüyorum”

  • Masumiyetten vicdana Anadolu ile özdeşleşen değerlerden bahsettiniz. Bugün Anadolu’ya baktığınızda ne görüyorsunuz?

Anadolu’ya baktığımda bugün terkedilmiş bir toprak görüyorum. Kırsal Anadolu özellikle terk ediliyor, göçlerle başka ülkelere gidiyorlar: Almanya, Avusturya, Fransa…Bütün bu ülkelere yayılmış insanlar ve bu insanların yaşadığı büyük yalnızlıklar var. Bu insanlar orada yabancılaşmayla yüz yüzeler. Olağanüstü yalnızlıklar yaşıyor ve olağanüstü haksızlıklara uğruyorlar diye düşünüyorum. Her dil, din ve ırk için geçerli bu. Sonuç itibariyle bu dünya hepsine aynı sorunları dayatıyor. Karşılıklı olarak, yapay dayatma dünyası içinde bir çatışma dünyasıyla bütünleşiyoruz. Daha gelişmiş toplumlarda bu biraz daha yumuşak. Onlar da gelişmekte olduğunu düşündükleri toplumlara farklı bir açıdan bakıyorlar. Şimdi Avrupa Birliği ile bizim aramızdaki ilişkiler eninde sonunda gelip inanç kümesine, aidiyet meselesine dayanıyor. Onların kendilerine göre gerekçeleri olabilir, bizimkilerin dayatmasının da kendilerine göre gerekçeleri var, sorun aslında dayatmadan vazgeçmek, dayatmadan kendini mutlu hissedebilmek, başkasının üstüne yürümeden, üstüne basıp yükselme arzusunu engellemek, tutkuyla savunmadan, eşit ilişkiye kendini hazırlıyor olmak ve nihayetinde bunun bir çeşitlilik olduğuna inanmak lazım. İşte Anadolu’lu olmak bunu çok net görmemizi sağlayan bir şeydir.

  • Ama şu an gezegen yükselen faşizm rüzgarlarının, gelir adaletsizliğinin etkisi altında ve özellikle bizim ülkede çekişmeler ve kutuplaşmalar yükseliyor, değil mi?

Tarih bir suç defteri değildir. Tarihe baktığımızda suçlu aramaktan vazgeçmemiz lazım. Tarihe baktığımızda dayanışmayı, sevgiyi, hümanizmayı aramamız, gelecek umudunu aramamız lazım. İnsanlık bu hikâyeleri yaratmış, biz bu hikâyeleri nedense taşıma konusunda çok arzulu davranmamışız. “Gel, gel, ne olursan ol yine gel… İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,” diyen bir anlayışın çıktığı yerdir Anadolu. Müthiş bir barış dokusu vardır. Anadolu’da “yabancı” yoktur, “komşu” vardır. Bırakın başka kökenden gelmeyi, artık insanlar kendi partisinden olmayanlara “öteki” gözüyle bakıyor. Bu kendini cezalandırma sürecidir. Bugün Anadolu’nun derin hafızasında, “Anadolu çocuğu” dediğimiz, herkesin sempatiyle baktığı kimlik oradan gelir.

Bunun içinde, Anadolu’daki mitolojiler, hikâyeler, destanlar, masallar, tutkulu aşklar, tutkulu dayanışma, ait olma meselesi vardır. Biz bunları ideolojik nedenlerden dolayı yok saymaya yöneliyoruz. Herkes kendi ait olduğu dar ölçünün içinden ‘öteki’ni yok etmeye çalışıyor. Yok ederse kendini güvende hissedecek…Anadolu’da eninde sonunda bir uzlaşmaya doğru gidilir. Kültürün kendini sürdürme refleksi vardır, biçim değiştirir ve devam eder. Eğer kültür sahici ise o dünyadan, o coğrafyadan oradaki duyumdan doğmuşsa, eklektik değilse- o mutlaka belli bir yerden filiz vererek bugüne doğru kendisini uzatıyor ve orada büyük bir alaşım sağlıyor. Bugün dünya insanının içinde bulunduğu keşmekeşin temel meselesi budur. Kendisini biricik yapabilmek için ötekinin üstüne konumlandırma kompleksinden ve yanlışından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Halbuki dünya çok daha geniş bir dünya, bu dünyanın daha geniş olduğunu ancak sanatla anlarız çünkü sanat tarafsızdır. Çünkü birilerini hedef alarak, birilerini cezalandırmak için sanat yapıldığını ben görmedim. Sanat hep yüceltir. Sanatın temel meselesi insana sınırlarının genişliğini göstermektir. Sanat insana yaşama sevinci, bir gelecek arama sevinci verir. Biz aslında hep yarın için yaşarız. Yarını olmayan bir hayat olmaz. Her şey gelecek için. Gelecek dediğimiz süreci en çok arayan kişiler sanatçılar, bilim adamları ve büyük liderlerdir. Onlar toplumun hantal tabakaları tarafından hedef alınırlar.

“…Bu dünyanın daha geniş olduğunu ancak sanatla anlarız çünkü sanat tarafsızdır. Çünkü birilerini hedef alarak, birilerini cezalandırmak için sanat yapıldığını ben görmedim. Sanat hep yüceltir. Sanatın temel meselesi insana sınırlarının genişliğini göstermektir. Sanat insana yaşama sevinci, bir gelecek arama sevinci verir.”

  • Türkiye’de sanatçılar hedef haline bu yüzden mi geliyor?

Türkiye’de maalesef sanatçıların hedef alınmasının nedeni budur. Halbuki sanatçının, bilim adamının bu arayışının önünü keserseniz o zaman sizin geleceğiniz yok demektir. O zaman bulunduğunuz yerde dört dönüyorsunuz ve kendi çukurunuzu kazıyorsunuz demektir. Anadolu; oradaki alaşım ve çeşitlilik. bütün bunları yaşayan, yaşatandır. Bakın Anadolu’ya isteyen gelmiş geçmiş, isteyen kalmış ve üretmiş. Ve bunlar birbirine geçmişler. Şu günlerde tartışıyoruz; Anadolu ödülleri için, “Anadolu’yu Anlamak” başlığı altında, lezzeti, mekânı ve sesi derinlemesine bir tartışmaya açmak lazım diye düşünüyorum. Bu ses nereden geliyor, bu müzik, bu lezzet nereden geliyor, bu mekân nereden geliyor, nasıl oluştu… Yavaş yavaş merkezlere doğru gittiğimizde çoğul kalabalıklar içinde yaşamaya başladığımızda yalnızlığımızın daha büyüdüğünü görmek yerine sanki yalnız olmuyormuşuz gibi düşünüyoruz. O zaman bizim yalnız olma kavramımızda da bir çarpıklık var. Pandemi bize çaresizliğimizi gösterdi.

  • Pandemi, iklim krizi… İnsanların kendini üstün gördüğü için doğayı ve canlıları katlettiğini; bu hükmetme meselesi ve güç savaşı yüzünden açıkçası gezegenin son yüzyılları olduğunu düşünenlerdenim.

Doğaya gitmemiz lazım, doğa cömerttir. Ama biz onu ‘mega projelerimizle’ öyle bir yaralıyoruz ki… İnsanın geleceğini labirentler arasına sokuyoruz. Doğayı, denizlerimizi kirletiyoruz. Her şeyi kirletiyoruz. Sonunda öyle bir noktaya geliyoruz ki- doğal bir varlık olduğumuzu unutup, yapay bir yaratık olarak doğaya saldırıyoruz. Doğaya saldırırken, kendi dünyamıza saldırıyoruz. Dediğiniz gibi burayı kirlettik, bundan sonra bizim burada beklediğimiz hayat biraz daha zor.

  • Siz Anadolu çocuğusunuz.

Hayallerimin peşinden İstanbul’a geldim. Modernizm bize hep bunu yaptı ya. Mutluluk orada; para, ün, özlemleri gerçekleştirecek imkânlar orada falan… İnandık buna. Ve büyük kaybolduk. Hazırlıklı olmadığımız bir yere yolculuk yaptık. Donanımlarımız yoktu, nehirde suda vurgun yedik diyelim. Asıl mesele buradan tekrar yeni bir bilince nasıl ulaşacağız, kendimizi geleceğe nasıl taşıyacağız. Özellikle pandemi, çevre kirlenmesi, ahlakın çökmesi, güvenliğin yok edilmesi, öznenin inkar edilmesi…Bütün dünyanın temel sorunu şudur; bireyin biricikliğine inanmıyoruz. İnansak mutlu yaşarız, çünkü biliriz ki -o “kendine ait” biri. Biz insanları kendimize araç yapmak istiyoruz. İnsanları eşimiz olarak, paydaşımız olarak algılamıyoruz, yol arkadaşımız olarak görmüyoruz, bir üstünlük kompleksi ve hükmetme meselesidir gidiyor. Bütün bunların içinden geçerek özneye ulaşabilirsek, “ona saygı göstermem gerekir,” noktasına geldiğimiz andan itibaren bütün bunların hepsi biter. Türkiye’de, Osmanlı bireyinden, Cumhuriyet bireyine geçerken hak eşitliği dediğimiz bir kavrama geçtik. Ama “sen oralısın, ben buralıyım,” demeye başladığımız anda hak eşitliği kalmıyor. Bence sorunların çözümü, herkesin biricik olduğu fikrinin yerleşmesiyle başlar. Bize o biriciklik, özgürlüğü doğada arayan sanatçılar aracılığıyla gelebilir; şiir, felsefe, resim, müzik ile.. Daha iyi bir toplum için sanata çok ihtiyacımız var. Barış için sanata çok ihtiyacımız var, gelecek umudu için sanata çok ihtiyacımız var, diye düşünüyorum.

“Bütün dünyanın temel sorunu şudur; bireyin biricikliğine inanmıyoruz. İnansak mutlu yaşarız, çünkü biliriz ki -o “kendine ait” biri. Biz insanları kendimize araç yapmak istiyoruz. İnsanları eşimiz olarak, paydaşımız olarak algılamıyoruz, yol arkadaşımız olarak görmüyoruz, bir üstünlük kompleksi ve hükmetme meselesidir gidiyor.”

  • Siz köyden kente geldiniz, bocaladınız mı?

Üniversite okumaya geldiğimde gece beni kabuslar basıyordu, köyü görüyordum rüyalarımda, çünkü burada kendimi emniyette hissetmiyordum. İstanbul hep budur- dışarı çıktığın andan itibaren tehdit altındasın. Bu yalnızlaşmanın içine hızla sokulduğumuzdan, etrafımızdaki her şey değiştiğinden müthiş bir yalnızlık oluyor. Biz değişime karşı kapalıyız çünkü sahip olduğunuz şey müthiş bir güvencedir. Geçmiş güvencedir. Geçmişten çok hızlı uzaklaşınca o değerlerin hepsini yitiriyorsunuz. Sonra siz, size benzer insanların tehdidi haline geliyorsunuz. Bütün mesele budur. Bu büyük bir yabancılaşma, doğadan uzaklaşmadır.

İlginizi çekebilir:  5533'te Yeni Sergi: "Yuvasında Yuvarlak"

Kaybolmuş insanlar vardır. İnsan hızla hak etmediği kadar hızlı bir değişim dünyası içine bırakılıyor. Oraya itiliyor, onu içselleştiremediği için de saçmalıyor. Ve orada kayboluyor. Tükeniyor. Tükeniş manzaraları görüyoruz.

  • Özellikle şehirlerde daha çok rastlanan müthiş bir hız içinde yaşıyoruz. Aslında bütün bunlar insanın doğasına aykırı. Anadolu kırsalında doğayla barışık, daha kadim bilgilerin ön planda olduğu bir yaşam yok muydu?

Eskiden köy konaklarımız vardı, yaşlılar kış geçecek derdi, zor geçerdi.

  • Nereden bilirler?

Havadaki buluttan, ayağındaki ağrıdan anlarlar. Kadim bilgi budur. Onun için Anadolu bilgeleri doğayı görürler. Müthiş bilgiler… Kıymetli bilgiler vardır. Anadolu’da doğayla barışık büyürdü çocuklar. Şimdi çocukları hapsediyoruz. Bu bizim insanlıktan uzaklaşmamızın temel nedenidir. O yüzden pandemiye teşekkür edin.

“Anadolu’yu Unuttuk”

  • Farklılıklarımız zenginliklerimiz değil midir?

Tarihte suç arar gibi, kendi farklılıklarımızın kritik faylarını bulmaya çalışıyoruz ve onların keskin depremlere dönüştürmeye çalışıyoruz. Kendimizle ilgili, değerlerle ilgili değiliz, ötekini yok etmeyle ilgiliyiz. Bu yok etme iştahı çok tehlikeli bir iştah; bu geleneksizlik- kendi hikâyesinden kopmanın bir sonucudur.

  • Anadolu’yu unuttuk mu?

Anadolu’yu unuttuk. Anadolu kan kaybetti ama asıl mesele; bu hızlı değişim içinde insan bir sürü şeyi unutuyor sadece Anadolu’yu değil. Anadolu’daki o deneyimi hatırlamamız lazım. O deneyimin sürdürülebilir bir değişime yönlendirilmesini sağlamamız lazım. Böylece o topraklara kendi DNA’sında var olan o çok kültürlülüğe, o hümanizmaya yeniden kapılar arayabiliriz. Ve gerçek anlamda mutlu bir hayatın kapısını aralayabiliriz.

İnsanlar yeniliklerle meşgul, kendi üstünde yaşadıkları toprağa dikkat etmiyorlar. Biz hep karşıya bakıyoruz. Kendi bulunduğumuz alana bakmıyoruz, gitmeye, göçmeye bakıyoruz. Kalmaya bakmıyoruz. Onun için bu hız bizi tedirgin etti. Bence asıl mesele, hatırlayarak bir yere doğru gitmek ama neyi hatırlayacaksınız- o hikâyeyi önce bir öğrenmemiz lazım. Anadolu’da o hikâye var. Orada, oradan, geleceğe doğru gitmek lazım. Anadolu’nun o büyük mirasına yeniden bir dikkat çekmek ve Anadolu’nun hak ettiğini vermek için ona doğru yürümeyi başlatmak gerekir diye düşünüyorum. O alana dikkat çekmek amacım. Anadolu Ödülleri’nin amacı bu. Bu seri tamamen bir yüz yıla bakalım dedik- çünkü çok hızlı değişti her şey, orada ne oldu meselesi var.

Bir kağnı tekerleğini temsil eden ödül heykelciği
sanatçı Osman Dinç’in imzasını taşıyor.
  • Bu ödül töreni için “Geçmişi Selamlamak” alt başlığını kullandınız.

Geçmişi selamlamadan gelecek olmaz. Geçmiş bilginiz yoksa siz yoksunuz. Her gün yeniden başlıyor gibi olursunuz, her şeyi unutmuş olursunuz. Hiçbir deneyiminiz, birikiminiz olmaz.

İnsanlığın bugüne kadar edindiği büyük tecrübeden mahrum olursunuz. Halbuki Anadolu Yaşar Ağabey’in (Kemal) deyişiyle binlerce yüzlerce yıldır süzülerek toprağın içinden fışkırmış bir berrak sudur. Nehirlere benzetir kültürü. Her biri bir yerden gelir besler, sonunda büyük bir ırmak olur ve gider denizle buluşur. Kültür budur, çeşitlilikten beslenir. Ağaç da öyle yapar kökünden kılcallara alır yükselir. Tek bir çubuk gibi değildir, tek bir barometre gibi değildir. Hayatın kökleri var, kültürün, toprağın kökleri var, ona göre gitmek gerekir. Ona inanıyoruz ve orada bugünün dünyasına farklı bir anlam üretebiliriz diye düşünüyoruz.

“Tarihte suç arar gibi, kendi farklılıklarımızın kritik faylarını bulmaya çalışıyoruz ve onların keskin depremlere dönüştürmeye çalışıyoruz. Kendimizle ilgili, değerlerle ilgili değiliz, ötekini yok etmeyle ilgiliyiz. Bu yok etme iştahı çok tehlikeli bir iştah; bu geleneksizlik- kendi hikâyesinden kopmanın bir sonucudur.”

Biz Anadolu’nun kapılarını açmaya çalışıyoruz bütün mesele bu. Bakın Anadolu’da yavaş yavaş müzecilik faaliyetleri başladı. Çok da kaliteli faaliyetler. Biz 2000’de oraya giderken “dağ başında müze mi olur?” dediler. Şimdi ikinci bir adımdır bu. Anadolu’ya itibarını iade edip, oradaki kadim bilgiyi toplayıp onunla bir gelecek enerjisi üretmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

  • Siz Anadolu’da var olan gençlikten umutlu musunuz?

Geçen Bayburt’a gittim. Bayburt Ortaokulu mezunuyum; orada bir konuşma yapmamı istediler. İki yüz küsür öğrenci geldi. Müthiş. Ne kadar soru sordular biliyor musunuz. Cesur, ilgiler. İki saat göz kırpmadan izlediler. Çok umutluyum. O gençlere destek vermek lazım. Onun için Anadolu’da burslar veriyoruz. Her sene. Kızlara, Aydın Doğan Vakfı veriyor, erkeklere biz. Ve orada yetenek geliştirme merkezleri açıyoruz. Eğitim sistemimiz kötü ama çağın ruhu diye bir şey var. Çağın ruhu insanları etkiliyor.

“Beş Yıl Ulusal Ölçekte Tutacağız”

  • Bu ödüller ulusal çapta mı devam edecek?

Beş yıl ulusal ölçekte tutacağız. Ondan sonra bütün bu ilişkileri uluslararası düzeye alacağız, yayınlar yapacağız, Cambridge’de böyle bir sempozyum olabilir. Neden olmasın? Meselemiz sadece herkesi kendi bulunduğu yerde mutlu etmek değil, dünya insanına da değer taşımaktır. Bunları yaparsak iyi olur. Baksı 15 yılda kendini gösterdi. Ödüllerin ulusal kabulü daha hızlı gidiyor. Üstelik başladığımızda arkamızda şu an bu ödüllerde olduğu gibi entelektüel kapasite yoktu. Şimdi herkes bu projeyi destekliyor. Eskiden sadece sanatçılar destekliyordu. Daha deneyimliyiz artık bu konuda.

“Doğada Birebir Yaşadım”

  • Siz kente göç etmiş bir Anadolu çocuğusunuz; kendiniz anlattınız İstanbul’a ilk geldiğinizde geceleri kabuslar gördüğünüzü, şehrin sizi zorladığını. Merak ettiğim şu: siz kaybolmamak için neye sarıldınız, nelere tutundunuz?

Doğaya çok yakın büyüdüm, doğa her gün aynı şey değildir. Bir gün yağmur yağar, ertesi gün rüzgarlar çıkar, birden kar yağıverir, ilkbaharda canlanır bitkiler… Nasıl ayakta kaldım? En önemlisi, ben doğada birebir yaşadım. Doğada yaşamak büyük bir deneyimdir, bir dirayet içerir. İkincisi, çok masal dinledim. Masallar insanı adanmış kişi olarak desteklerler ve yüreklendirirler. Masallarda kahramanlar hiç yenilmez, çok büyük tehlikelerden geçerler ve en sonunda başarırlar. Masalları erkekler daha çok anlattır. Erkeklerin ödülleri masallarda nedir, biliyor musunuz? Dünya güzeli bir kızdır! Masallarda kadının yeri hoştur ama kadın hep armağandır. Erkeklerin kurguladığı bir dünya olduğu için öyledir. Onun için o feodal dünyada sizi bir adanmışlığa ait bir kişi olarak yetiştirirler ve öyle överler sizi. İnsan iyi bir şey yapmaya kalktığında eninde sonunda başarır. Ben risk aldığımda hep bir şansım olur diye düşünürüm. Bu yetişmeden gelen bir şey. Bir de dinlenince yeniden başlarım o da galiba bu doğa meselesidir.

  • Doğa ile çok iç içeydiniz.

Küçükken hayvanları otlatmaya götürürdüm, sabah erkenden gidersin akşam da Çobanyıldızı çıkmadan gelmezsin. Ödün patlar ama yapmak zorundasın. Orada direnmeyi öğrenirsin. Korkuyorum diye teslim olamazsın. Annem benim yanıma yağ, lor, şeker verirdi. Bir öküzüm vardı, boynuzları o kadar güzeldi ki, amcamdan törpüyü alıp, önüne ot koyar, o yerken ben aceleyle boynuzları sivriltirdim. Tereyağımı yemek yerine onun boynuzuna sürerdim ki güzel gözüksün. Bu dehşetli bir süreçtir. Öküzler olunca, kurttan korkmazsın küçük hayvan olunca yanında tehlikelidir.

Öküzün kuyruğu çok kıymetlidir. Nehirde yüzmeyi onların kuyruğuna tutunarak öğrenirdik. Orada direnmeyi, tedbir almayı öğrenirsin. Kişiliğimin pekişme noktası odur. Diğeri malzemeye yönelik bir eğitim almış olmam. Çok feodal bir aileden geliyor olmam da etkendir. Erkek çocuklar farklı konumlandırılır orada. Belli bir yaşa geldikten sonra cebine para koyup silah verirler. Saygınlığın başka türlü olur. Özellikle erkeği yücelten, kahraman bir adam edasıyla bir kıvama getirirler. Onlardan çok yararlandım. Masallar, bütün o ritüeller, doğaya yakınlık, bir de şansım. Bu sene Halil Öğretmen bursları vermeye başladık. Halil Öğretmen benim Amca’mdır- Köy Enstitüsü mezunu. Onun çok gelişmiş bir kütüphanesi vardı. Orada okumaya başladım ben. Bak, çok önemli bir dönemdi o.

Oradan çok yararlandım ben. Birde kişiliğim- kendimi hep geliştiren insan oldum -iş odaklı oldum hep. Bir de sanatçı kişilik.

  • Yapmak istediğiniz ama yapamadığınız bir şey var mı?

Yapmak isteyip yapamadığım tek şey kendime zaman ayırmak. Bu ay gidip bir süre Bayburt’ta çalışacağım, resim yapacağım, İstanbul’da hiç vaktim olmuyor.


ANADOLU ÖDÜLLERİ ÜZERİNE

“Bugünün Türkiye’sinde kimliğimizin en belirleyici özelliğinin Anadolu birikimi olduğuna inanıyoruz. Bu doğrultuda Anadolu insanının yaşam mücadelesini daha görünür kılmalı, orada yaşanan insan öykülerinin birikimini ve bizi nasıl zenginleştirdiğini yeniden görebilmeli, Anadolu’ya kültürler çöplüğü gözüyle bakmak yerine, değerler dünyasının toprağı olarak ondan gurur ve sevgi ile söz edebilmeliyiz. Baksı Kültür Sanat Vakfı olarak bu bağlamda Anadolu’yu geçmiş birikimler ve güncel enerji ile kültür ve sanatın barış coğrafyası olarak tekrar tekrar dünyamıza önermek istiyoruz.”


Anadolu Ödülleri’nin Kazananları:

Refik Halit Karay “Edebiyat” Bedri Rahmi Eyüboğlu “Görsel Sanatlar” Emre Arolat “Mimarlık” Muzaffer Sarısözen “Müzik” Lütfi Akad “Sinema.” 2021 yılında “Geçmişi Selamlamak” başlığı altında düzenlenen Anadolu Ödülleri’nin, son yüzyılda eser veren ve eserlerinde Anadolu’nun kültürel birikimini en üst düzeyde yansıtan sanatçılara sunulması hedeflendi.Doğan Holding ana sponsorluğunda gerçekleşen Anadolu Ödülleri  programında bu yıl ilk kez “Doğan Değer Ödülü” adıyla verilen Onur Ödülü ise geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan, Kalan Müzik’in kurucusu Hasan Saltık’ın oldu. Mimarlık jürisinin verdiği Destek Ödülleri’ne de Melike Altınışık ve Ömer Selçuk Baz değer bulundu.

* * *

İlk yıldan bu yana, Anadolu Ödülleri’nin ana sponsorluğunu Doğan Holding üstlenirken, Kurukahveci Mehmet Efendi programa sponsor olarak katkıda bulunuyor. Bir kağnı tekerleğini temsil eden ödül heykelciği ise sanatçı Osman Dinç’in imzasını taşıyor.

Previous Story

“Teneffüs” Devam Ediyor

Next Story

Pera Müzesi’nden “Kayıp Sayfalar Anıtı”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.