Şerife Bilgili Ercantürk, Benim Kırmızı Çizgim, Venedik Bienali

Benim Kırmızı Çizgim

Bu yılki 60. Venedik Bienali esnasında 9 Dragon Heads adlı uluslararası bir sanat grubunun düzenlediği Nomadic Party adlı uluslararası sergiye Benim Kırmızı Çizgim adlı işiyle katılan Şerife Bilgili Ercantürk ile konuştuk.

//

Venedik Bienali sırasında 9 Dragon Heads adlı uluslararası bir sanat grubunun düzenlediği Nomadic Party adlı uluslararası sergiye katılan sanatçılardan biriydiniz. Davet edilme süreciniz nasıl başladı, gelişti ve sonuçlandı? Süreç hakkında bilgi alabilir miyiz?

Evet. Bu benim sanat hayatım için gerçekten çok önemli bir adımdı. Serginin küratöryel teması Nomadic Party/ Göçebe Parti, sınırları ve geleneksel kısıtlamaları aşan dinamik ve gelişen bir sanatsal keşif ifadesi. Temelde, sanatın coğrafi, kültürel ve kavramsal sınırları aşma gücünün bir kanıtı niteliğinde. Göçebe Parti temasıyla, sanatsal farklılıkların sadece hoşgörülmekle kalmayıp kutlandığı ve yaratıcılık ile küresel bilincin kesiştiği; sürdürülebilirlik, çevresel kaygılar, toplumsal sorunlar ve cinsiyete dayalı bir seçkiyi bir araya getiriyor. Benim dışımda Bedri Baykam ve Denizhan Özer’de Türkiye’den katılan diğer iki değerli sanatçı.

Benim Kırmızı Çizgim işimde ilk kez yer alan özellikle hassas olduğum, Afgan kadınlarının yaşadığı zulümler doğrultusunda Burka üzerinden gerçekleştirdiğim enstalasyonun güncel bir versiyonu ile katıldım. Ülkemizde ve dünyada toplumsal cinsiyet rollerine dayalı problemler ne yazık ki hep gündemde ve benim de hep odağımda.

Venedik Bienali gibi tartışmasız dünyanın en iyi sanat etkinliklerinden biri olan bienalle eş zamanlı bir sergiye katılmanın sizin için anlamı nedir? Oraya katılma heyecanından katılma kararı ve akabinde orada tecrübe ettiklerinizden bahsedebilir misiniz?

Müthiş bir deneyimdi. Dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden, bir aradalıklarından biri olan Venedik Bienali, Foreigners Everywhere başlığı altında gerçekleşti. Dolayısıyla paralel etkinliklerin, aslında dünyanın her yerinde yabancı, her yerine yabancı ya da tam tersi tanıdık olmakla örtüşen bu konunun daha da önem kazandığını düşünüyorum. Hatta tam da bu nedenle benim de dahil olduğum çok uluslu bir oluşumla yer almak, doğrudan bir bağ geliştiriyordu. Fakat en başta tereddüt ettim. Seçkiye dahil olacağım yapıtla ilgili şüphem olmamasına rağmen bir grup sergisinin dengelerini şaşırtmamak gerekiyor. Dolayısıyla küratör Park Byonguk ile süreçte mailleşmelerimiz öncesinde de tüm ekipçe ilk Venedik seyahatimizle kesinleşen çalışmamızı, Kasım ayına dek heyecanla paylaşıyoruz.

Biliyoruz ki; inşaat gibi erkek egemen bir alanda uzun yıllar sürdürdüğünüz parlak bir iş kariyerinin ardından sanata yöneldiniz. Daha önce bir sohbet esnasında geçirdiğiniz bir rahatsızlığın ardından sanata yöneldiğinizden bahsetmiştiniz. Bu deneyimi ve yaşananları bizimle paylaşır mısınız?

2016 yılında ikinci bir beyin anevrizması geçirdim ve bu anevrizmadan sonra kendimi sorgulamaya başladığımda sanatla buluştum. Sanatla buluştuktan sonra kendimle yüzleştiğim, içimdeki bütün birikmiş duyguları dışarıya çıkardığım bir kabulleniş süreci başladı. Farklı bir dönem geçirdim gerçekten. Hayatımızda yaşadığımız bu farklılıklardan sonra geriye bir dönüş olmayacağını düşünüyorum. Yaşanan her şeyle birlikte hayatımızda başka bir şekilde kabullenip yaşayacağımız yeni durumlar ortaya çıkıyor. Bunların hepsi en başından beri benim sanatıma da yansıyor. Şimdi bu döneme daha da uyum sağladım, alıştım, daha farklı yorumlar yapabiliyorum, daha farklı gözle görebiliyorum, hazır objeleri kullanabiliyorum. Bundan sonraki çalışmalarımda daha farklı ne olabilir bilmiyorum çünkü ben sanatsal yaşantımda yapacağım hiçbir şeyi planlı yapmıyorum. Her şey içten, duygusal ve o an içimden gelen duyguların yansıması olarak beliriyor. Bundan sonrakiler için de nasıl olacaklarını göreceğiz, bilemiyorum.

Bu sorunun hemen ardından size kişisel olsa da yöneltmek istediğim bir soru daha var- keza bunun sanatsal pratiğinizi şekillendirdiğini düşündüğüm için soruyorum. İşlerinizi anlatan kitapta “Evrenin muhteşem döngüsünde Tanrı’nın fısıldadığı mesajları okuyabilmek benim en büyük şansım oldu,” diyorsunuz. Bu yolculuğu bizimle paylaşır mısınız?

Bahsettiğim gibi beyin anevrizmasından sonra kendime yönelmem ile oldukça bağlantılı. Çünkü sanat benim için içsel olarak kendimi sorgulamamla başladı. Evren bir şekilde beni sanatla üretim anlamında buluşturdu ve hayatımda bambaşka bir dönem yarattı. Ben yaşamı mesaj metaforuyla ele alıyorum. Sanatla buluşmam doğru bir mesajdı.

Burkalı kadın figürleri yerden değil tepeden ‘asılı’ şekilde duruyor. Yaratım süreci size ait olduğu için bu ‘asılma’ eylemini nasıl bir hissiyatın oluşturduğunu size sormak isterim.

Tavanda asılı olan o burka, bizlere çok büyük bir ders veriyor. Afgan kadınlarının yaşadığı haksızlıklar, ayrımcılıklar ve zulümler tavana asılan o burka ile betimleniyor. Biz çok şanslı bir coğrafyada yaşıyoruz, ben bir cumhuriyet kadını olarak tüm özgürlüklere sahibim ama bizim ülkemizde dahil olmak üzere kadınlar eşit şartlara sahip değil. Onların nelerle mücadele ettiğini o burkalara baktığımızda, hatta denediğimizde bile empati yapabilecek duruma gelemeyiz. Çok dar ve hafif aralıklı bir pencerenin ardından hayata bakmaya çalışan kadınlar onlar. Venedik Bienali gibi uluslararası etkilişimde ve en köklü sanat etkinliklerinden birinde bu dar ve hafif aralıklı pencereyi – burkayı tüm bu görüşleri genişletebilmek umuduyla oraya taşıyoruz.

İlginizi çekebilir:  Can Aytekin’le Sevmek Zamanı’na Yeniden Bakmak

Yine bu enstalasyonun metninde “hürriyetlerin cinsiyete dayalı düzeninden-düzensizliğinden duyduğum endişeyi tarif edemiyorum” diyorsunuz. Bu endişeyi bizimle paylaşır mısınız?

Toplumsal cinsiyet eşitliği her kültürde her coğrafyada kendini gösteren büyük bir sorun. Özgürlüğün erkek egemen bir dünyada durmadan onlar tarafından tanımlanmasını doğru bulmuyorum. Eşit noktada birlikte hürriyetin tanımı evrensel olarak yeniden alınmalı. Kültürü ve alışılagelmiş toplumsal cinsiyet rollerinin değişimi bir anda çok zor, farkındayım. Ama tüm dünyadaki bu sorun için bir şeyler yapmalı ve değişimin bir parçası olmalıyız.

Afgan kadınlarının ellerinden alınan tüm insani temel yaşam haklarının size hissettirdiği acı ve sorgulamayla yarattığınız bu iş, aslında evrensel anlamda kadınların hala bu yüzyılda -coğrafi farklılıklar gösterse de- ezildiğine işaret değil mi? Sizin bir sanatçı olarak meselelerinizden biri bu diyebilir miyiz? Yine bu soruyu takiben sormak istediğim şu: Bir sanatçı olarak esas meseleniz/meseleleriniz nedir, nelerdir?

Bir sanatçı olarak tüm yaşanılanlar – yaşadıklarımız benim meselem. Bugüne kadar ki olan ilham kaynağım/meselem doğa, insan, çevre, evrene ait ne varsa bunların hepsi. Gözlemlediğim her şey içine çekiyor ve ilham kaynağı oluyor. Farz edelim ki yolda yürürken gördüğüm bir böcek, o böceğin üzerindeki renkler benim bir ilham kaynağım oluyor. Veyahut da dediğim gibi işte bir depoda dolanırken kenarda görmüş olduğum paslı bir çubuk, paslı bir şerit, bana bir ilham kaynağı olabiliyor. Projeler benim ilham kaynağım olabiliyor, bir ağaç – ağacın üstündeki doku ilham kaynağım olabiliyor. Mermer, denizin bir dalgası gökyüzündeki mavi – yeşil bunların hepsi benim için bir ilham kaynağı olabiliyor. Yani doğanın içinde ne varsa, yaşanan ne varsa bunların hepsi bir noktada benim meselem haline gelebiliyor.

Altı yıllık sanat yolculuğunuzda en baştan sona dönüm noktalarınız neler oldu?

Şöyle geriye dönüp baktığımda çok hızlı geçen altı sene oldu. Bu altı sene içerisinde altı tane solo sergi yapıp üç veya dört tane de karma sergiye dahil oldum. Çalışma şekillerim daha özgürleşti, daha çok kendime güvenim geldi. Bu da olur mu bu da yapılır mı dediğim birtakım şeyleri yapabilmeye başladım. Esasında daha çok var yapabilmeyi istediğim şey, bence zaman gösterecek bunları.

Atık Malzemelerle İş Yapmayı Seviyorum

Yağlıboya tablodan enstalasyona, doğal malzemeden yaptığınız heykellere tek bir tür üzerinde değil, bir çeşitlilik içinde çalıştığınız aşikar. Malzeme ve teknik olarak kendinizi yakın hissettiğiniz türler en baştan sona farklılık gösterdi mi? Başka türlerde üretim yapmayı aklınızdan geçiriyor musunuz ya da sevdiğiniz kendinizi daha yakın hissettiğiniz bir tür var mı?

Belirli bir disiplinde üreteceğime dair sınırlar yaratmıyorum. Baştan beri hazır obje kullanmayı çok seviyordum. Renkleri ve birtakım malzemeleri kullanmayı hep çok seviyorum. Atık malzemelerle iş yapmayı çok seviyorum. Çok fazla malzeme tanıyorum. Bugüne kadar 45 senelik bir çalışma hayatım var ve çalışma hayatımda hep mekan, şehir bağlantılarıyla çalıştım. Mekan ve şehri birleştirici, mekan ve şehrin içinde yaşarken kullandığımız birçok malzemeye el attım, dokundum ve tanıdım. O yüzden bulduğum birçok malzemeyi üretimimle birleştirmeyi hatta üretimimin kendisi olmasını seviyorum. Artık hiçbir kullanılabilirliği olmayan atıl nesnelerin bu şekilde eserlerimle birlikte ileri dönüşümü, üretimimi besliyor. Kimsenin hiçbir estetik değer ya da anlam bulamadığı bir demir parçası üretimimle birlikte yeniden anlam kazanıyor.

Previous Story

Bir Yurt, Bir Konar Göçer Yurtsuzluk

Next Story

Her Şey Göz Göre Göre Oldu

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.