Göbeklitepe, bir süredir Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın da gündeminde. Anıtsal yuvarlak planlı yapıları, T biçimli dikilitaşları ve ayrıntılı kabartmalarıyla gören herkesi kendine hayran bırakıyor ve insanları geçmiş hakkında düşünmeye sevk ediyor. Ancak böylesine ilgi çekici bir arkeolojik alan hakkında beklenildiği gibi çok sayıda yorum da mevcut. Göbeklitepe’de ve çevresinde arkeolojik araştırmalar arttıkça, bilim insanları da yeni yorumlar getirmeye başlıyor.
Göbeklitepe, yaklaşık MÖ 9.500 ila 8.000 yılları arasında varlığını sürdürdü ve 1.500 yıllık bir süre boyunca insanlar burada yaşadı. Söz konusu anıtsal yapılar, buranın bir gün arkeoloji için ne kadar önemli olacağının farkında olmayan yerel ailelerin, topraklarını sürdükleri sırada gördükleri buluntuları Şanlıurfa Müzesi’ne bildirmesiyle ve kariyerinin büyük bölümünü Türkiye’nin güneydoğusunda Neolitik dönem araştırmalarına adamış Klaus Schmidt’in buraya yönlendirilmesiyle keşfedildi.
Peki Göbeklitepe’de araştırmaların başlamasından bu yana epey bir zaman geçmişken, burası hakkında neler biliyoruz? Bu yapıları kimler, neden yaptı? Dikilitaşlar ve üzerlerindeki tasvirler ne anlatıyor olabilir?
Bugüne kadar Göbeklitepe’de bulunan taş aletler, kemikler ve diğer buluntular, bu anıtsal kompleksin avcı toplayıcılar tarafından inşa edildiğini gösteriyor. Yapılan radyokarbon analizleri de bu görüşü destekler nitelikte sonuçlar veriyor.
Arkeologlar, Göbeklitepe’nin keşfine kadar hiyerarşik toplulukların ve organize dinin, insanların tarıma geçmesi, bitki ve hayvanları evcilleştirilmesiyle ortaya çıktığını düşünüyorlardı. İnsanların tarıma geçmesi, artı ürün oluşmasını sağlamış ve bunun depolanması, korunması, dağıtılması gibi ihtiyaçlar belirmişti. Bu durum, hiyerarşik bir toplumun temeline işaret ediyordu; bu da yönetici sınıfın doğuşu ve bununla ilişkili olarak anıtsal yapıların yapılacağı anlamına geliyordu.
2014 yılında vefat edene kadar kazılarak öncülük eden Schmidt’in verdiği bilgilere göre, Göbeklitepe’nin bir yerleşim yeri değil, ritüel alanı olduğu düşünülüyordu. Dolayısıyla yılın belirli zamanlarında göçebe olarak avcı toplayıcı olarak hayatlarını sürdüren insanlar çevre bölgelerden buraya geliyor ve ritüelistik uygulamalarıyla bir çeşit ziyafet düzenliyordu. Göbeklitepe’de bulunan hayvan kemiklerinin evcil olmayan yabani hayvanlara ait olması da bu fikri destekler nitelikteydi. Ehlileştirilmiş bitkilere dair de kanıtlar yoktu. Schmidt’e göre burada toplanan insanlar, organize bir işgücü ile Göbeklitepe’deki bu anıtsal yapıları inşa ediyordu.
Ancak son yıllarda bu görüşler, Göbeklitepe ve çevre bölgelerdeki artan bilimsel çalışmaların bir sonucu olarak kısmen değişmeye başladı. Araştırmacılar, yaptıkları sondaj kazılarında Göbeklitepe’de aslında konutların da olduğuna, yani insanların burada kalıcı olarak yaşadıklarına dair kanıtlar buldular. Bu demek oluyor ki, Göbeklitepe, özel anıtsal yapıları ve konutları bir arada barındıran bir yerleşimdi ve sadece belirli zamanlarda insanların toplandığı bir yer değildi.
Bu insanlar her ne kadar yerleşik olarak burada yaşıyor olsalar da, yapılan çalışmalarda hâlâ evcil hayvan ya da bitki kalıntıları bulunamadı. Bu da, bölgedeki diğer yerleşimlerde de görülen bir yaşam tarzına işaret ediyor. Buradaki insanlar, kalıcı yerleşimlerde yaşayan avcı toplayıcılardı. Yaşamlarını, yabani hayvanları avlayarak ve yabani bitkileri toplayarak sürdürüyorlardı.
Göbeklitepe araştırma ve saha çalışması koordinatörü Lee Clare, günümüzde ‘tapınak’ tanımının, tanrıların ve eğitimli bir ruhban sınıfının varlığına işaret ettiğini belirterek, bu olguları Göbeklitepe için kullanmanın doğru olmadığını ve bu tür’“tapınak ekonomilerinin’ en azından geç Kalkolitik / Tunç Çağ’a kadar ortaya çıkmadığını söylüyor.
Yine de Göbeklitepe’deki ikonik yapıların, buradaki topluluğun ritüel geleneklerinde önemli bir rol oynadığı yadsınamaz bir gerçek. Göbeklitepeliler, anıtları yapmış oldukları yerdeki kireçtaşı yataklarından bu devasa dikilitaşları ve yuvarlak planlı yarı gömük yapıları inşa etmişti. Buradaki kireçtaşları nispeten kolay işlenebilir olsa da, dikilitaşların ve yapıların anıtsallığı, büyük bir işgücü ve organizasyon gerektiriyordu. Yakınlarda henüz tamamlanmamış ve amaçlandığı yere yerleştirilmemiş olan dikilitaş örnekleri de bu taşların nereden ve nasıl taşınmış olabileceklerine dair fikir veriyor.
Göbeklitepe’deki T biçimli dikilitaşların, kolları, elleri ve kemerleri gibi alçak kabartmalardan yola çıkılarak insanları tasvir ettiği düşünülüyor. Lee Clare’e göre, anıtsal yapılardaki bütün T biçimli dikilitaşların insanları temsil ettiğini düşünürsek, Göbeklitepe’deki anıtsal yapılarda tanık olduğumuz şey bir toplanma veya buluşmayı temsil ediyor olabilir. Belki de yapının içinde merkezi bir konumda ayakta duran iki büyük kişinin etrafında oturmuş sayısız kişi tasvir edilmişti. Clare, dikilitaşların tekil olarak kimliğinin, bu yapıları yaratan ve kullanan topluluklar tarafından iyi bilindiğine inandığını söylüyor.
Söz konusu dikilitaşların üzerinde ise sayısız çeşitlilikte tasvir karşımıza çıkıyor. Bu oymalar geometrik şekiller ya da farklı semboller olabildiği gibi, çoğunlukla yabani hayvanları betimliyor. Kazı ekibi, dikilitaşlar üzerindeki çizimlerin bir hikayenin unsurları olduğu konusunda hemfikir, ancak bu hikayeyi çözebilmek neredeyse imkansız. Bildiğimiz şey, resmedilen hayvanların, bölgede avcı toplayıcı insanlar ile birlikte var olan, yaban domuzları, akrepler, tilkiler, yılanlar ve yaban sığırları gibi hayvanlar olduğu. Araştırmacılara göre bu hayvanların her birinin sözlü anlatı ve geleneklerde özel bir yeri olmalıydı. D yapısındaki 43 numaralı dikilitaşta nadir olarak bir insan tasviri de var. Bu kişi, fallus çiziminden anladığımız üzere bir erkekti ve kafası vücudundan ayrılmış olarak resmedilmişti.
2017 yılında Science Advances’ta yayımlanan bir makaleye göre, Göbeklitepe’de bulunan insan kemiklerinden üç yetişkin kafatası parçası üzerinde yapılan incelemeler sonucu, bunların ilk önce derisi yüzülüp üzerindeki etlerinden ayrıldığı, ardından da çakmaktaşı kullanılarak oyuklar açıldığı anlaşıldı. Kafataslarına belli bir amaçla yapılan oluklar ve delikler, dikilitaşlardaki özenle yapılmış insan ve hayvan kabartmalarına kıyasla çok daha sade. Bu nedenle araştırmacılar, kafataslarındaki izlerin bir şey anlatmak için değil, ip bağlanarak asılmasına yardımcı olmak için yapıldığını düşünüyor. Dolayısıyla Göbeklitepe’deki insanlar, kafataslarını asarak atalarını anmış ya da düşmanlarını sergilemiş olabilir. MÖ 9. ve 8. binyıllarda toplulukların insan kafatasına farklı bir önem verdikleri biliniyor. Kafatasının ölülerden çıkarılması ve sıvanması, topluca gömülmesi gibi uygulamalar daha önce farklı çağdaş yerleşmelerde de belgelendi.
Göbeklitepe, sanılanın aksine izole ve türünün tek örneği bir yerleşim değil, ama şimdiye kadar bildiğimiz en iyi korunmuş olanı. Dünyaca tanınan arkeologlardan Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Göbeklitepe’yi o dönemde bölgede görülen kültürün bir parçası olarak düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Bu kültür, Güneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye, Kuzey Irak ve olasılıkla Batı İranı içine alan, Hallan Çemi, Güsir, Hasankeyf Höyük, Nemrik, Çayönü, Caferhöyük, Körtik, Nevalı Çori, Tel Abr, Tel Qaramel gibi çok sayıda yerleşmelerden tanıdığımız bir kültür. Özdoğan’a göre uygarlık tarihini değiştiren süreç burada tetiklenmiş olmalıydı ve yerleşmelerin hiçbiri tek başına bu kültürü anlamamızı sağlayamaz. Şimdiye kadar bildiğimiz çağdaş yerleşmelerden en görkemlisi Göbeklitepe olduğu için, Özdoğan bu kültürü ‹Göbeklitepe kültürü’ adıyla andığını söylüyor.
Aslında uzun bir süredir Göbeklitepe’nin çevresinde, henüz kazıları gerçekleştirilmemiş ve T biçimli dikilitaşlara sahip farklı yerleşmeler de olduğu biliniyordu. Göbeklitepe’nin tarihi MÖ 9500’lere kadar uzanıyor ve yaklaşık 1500 yıllık kesintisiz bir süreci yansıtıyor. Bizim Göbeklitepe ile tanıdığımız bu süreç, aslında daha geniş bir bölgeyi kapsıyor ve dinamizmini uzun süre koruyor. 2021 yılında bu arkeolojik alanlardan oluşan Taş Tepeler’de çalışmalara başlandı. 200 kilometrelik bir alana yayılan ‘Taş Tepeler’in insanlık tarihi için az bilinen bir dönemi aydınlatması ve Göbeklitepe kültürü hakkında yeni bilgiler vermesi bekleniyor. Taş Tepeler adı verilen bu yerleşmeler (Göbeklitepe, Karahantepe, Harbetsuvan, Gürcütepe, Kurttepesi, Taşlıtepe, Sefertepe, Ayanlar, Yoğunburç, Sayburç, Çakmaktepe ve Yenimahalle), Göbeklitepe ile aşağı yukarı çağdaş olan ve benzer özellikler taşıyan başka yerler de olduğunu gösteriyor.
Göbeklitepe’nin günümüze kadar bu kadar iyi korunmasının nedenleri arasında, yapıların zemine yarı gömük olarak inşa edilmiş ve sonrasında insanlar tarafından tamamen gömülmüş olması yer alıyor. Diğer Çanak Çömleksiz Neolitik yerleşimlerden de bildiğimiz gibi, Göbeklitepe’deki özel yapılar da kullanımları tamamlandığında kasıtlı olarak gömüldü. Bu uygulama, o dönem yerleşimleri için oldukça yaygın görülüyor. İnsanlar belirli bir olay ya da zaman ile yapıları ilişkilendiriyor ve kullanımlarının sona erdiğini düşünerek özel yapıları gömüyor olmalıydı. Fakat bu yapıların kullanım sürelerinin bittiğine neye göre karar verdiklerini şimdilik bilemiyoruz.
Önümüzdeki yıllarda Göbeklitepe ve çevresindeki arkeolojik araştırmaların bize birçok önemli bilgi vereceği kesin gibi görünüyor. Dolayısıyla dönemin insanlarına ve bu insanların yaşayışlarına dair anlayışımızda yine önemli değişimler olabilir. Göbeklitepe’de uzun yıllar önce başlayan kazılar birçok şeyi anlamamızı sağladıysa da, cevap ararken karşımıza birçok yeni soru çıkıyor. Yeni keşifler ve yaklaşımlar, yeni yorumlara ve sorulara yol açıyor. Göbeklitepe kültürü, herkesin merakını cezbetmeye ve geçmişin dünyasına hayali bir yolculuk yaptırmaya devam ediyor.