Almanya Pavyonu ARCH+, Summacumfemmer, Buero Juliane Greb

Mesele “Gelecek”

Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 26 Kasım’a kadar Giardini, Arsenale ve Venedik’teki çeşitli mekanlarda izleyiciyle buluşuyor. Lesley Lokko’nun küratörlüğünde, Geleceğin Laboratuvarı başlığı altında düzenlenen bienalin bu yıl öne çıkan pavyonlarını inceledik.

/

Uluslararası mimarlık camiasının her seferinde merakla beklediği Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin 18.’si 20 Mayıs tarihinde açıldı. Bienal alışık olunduğu gibi altı ay sürecek. Bu yıl da bienal, küratör tarafından belirlenen tema çerçevesindeki ana sergi ile temaya yakın veya uzak bir mesafeden yaklaşan içerik ve projelerin yer aldığı ülke pavyonlarından oluşuyor. 18. edisyonun küratörü olarak belirlenen Gana ve Iskoçya kökenli, mimar, akademisyen, yazar ve araştırmacı Lesley Lokko tarafından belirlenen tema The Laboratory of the Future / Geleceğin Laboratuvarı başlığını taşıyor. Tüm ana serginin üst şemsiyesi olan bu temanın odağında, küratörün dünyanın ‘en genç ve en hızlı kentleşen kıta’ olarak tarif ettiği; eşitlik, ırk, umut, korku gibi kavramların birleştiği yer olarak tanımladığı, kültürel, sosyo-ekonomik, tarihsel ve coğrafi araştırma ve derinleşme alanı olarak öne çıkardığı Afrika yer alıyor.

Bienalde yer alan ülke pavyonlarının büyük bir bölümü, çok katmanlı bir yaklaşım üzerinden, tarihsel, kültürel, sosyoekonomik, politik ve elbette mimari ve kentsel – kırsal bağlamda ‘gelecek’ konusunu derinleştirip tartışmaya -yeniden- açıyor. Gelecek üzerine yapılan spekülasyon ve önermelerin bir kısmı sınırlar, komşuluklar, işgaller, kolonyal ve post-kolonyal politikalar üzerinden yapılıyor. Bienal kapsamında Altın Ayı / Golden Lion ödülüne layık görülen DAAR ekibi bu açıdan öne çıkıyor. The Laboratory of the Future / Geleceğin Laboratuvarı sergisi kapsamında en iyi katılım ödülü alan DAAR (Alessandro Petti ve Sandi Hilal) ekibinin, Filistin ve Avrupa’daki dekolonizasyonun mimarlık ve öğrenme uygulamalarıyla derin siyasi angajman üzerine uzun süredir devam eden çalışmalarından dolayı ödüle layık görüldüğü açıklandı.

Finlandiya Pavyonu, Nico Saieh

‘Gelecek’ meselesiyle ilgili yeniden düşünmeye davet eden ülke pavyonlarından biri, bienalin profesyonel katılımcıları tarafından da yoğun bir ilgiyle karşılanan Türkiye Pavyonu. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda düzenlenen Schüco Türkiye ve VitrA eş sponsorluğunda gerçekleşen Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü So? Mimarlık ve Fikriyat’ın kurucuları, Sevince Bayrak ve Oral Göktaş üstleniyor. Pavyonda sunulan Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisibaşlıklı proje, terk edilmiş binaları yıkmak ya da kaderine bırakmak yerine, onların hikâyelerini dinlemeyi ve anlamayı öneriyor. İlhamını ise Elizabeth Fisher’ın Evrimin Çuval Teorisiile bu kuramı edebiyata uyarlayan Ursula K. Le Guin’in Kurgunun Çuval Teorisimetinlerinden alıyor. Bu konuyu yeniden düşünmeye ve tartışmaya açmak, küratörlerin kendi ifadeleriyle, “İçinde bulunduğumuz ekonomik durum, doğal koşullar, kaynak kıtlığı ve gezegene verdiğimiz zarara bakarak, mevcut yapma biçimlerimiz üzerine yeniden düşünmek ve tanışmak bağlamında önemli.”

Gelecek meselesi, ülke pavyonlarının pek çoğunda çevresel, politik, sosyoekonomik perspektifle ve elbette mimarlık ile ilişkisi üzerinden sürdürülebilirlikle ilişkilendirilerek ele alınıyor ve tartışılıyor. Bu bağlamda geleceğe doğru en keskin bakışın hâlâ sürdürülebilirlik üzerinden olduğunu söylemek yanlış olmaz… Mesele her ne kadar yıllar içinde yaygın şekilde bir iletişim ve pazarlama unsuru olarak kullanıldığından, aciliyeti ve kapsamı hafifletiliyor gibi algılansa da, çevrenin, doğal kaynakların, doğanın ve gezegenin durumu itibariyle en kritik konuların başında geldiği kuşkusuz. Mimarlık da dokunduğu alanlar ve yaygın kapasitesi düşünüldüğünde sürdürülebilirlik konusunda belirgin etkinin ortaya konulabileceği alanlardan biri. 

İspanya Pavyonu Pedro Pegenaute

Dolayısıyla sürdürülebilirlik, malzeme, üretim, süreç ve etki alanı bağlamında mimarlığın iştahla ele aldığı konulardan biri olmayı sürdürüyor. Kimi pavyonlarda mesele spekülatif ve kavramsal bir tarafta kalsa da, pavyonların bir kısmında doğrudan malzeme, üretim süreci, kaynak kullanımı gibi kapsamlar üzerinden tartışmaya açılıyor.

Bunlardan biri olan Özbekistan Pavyonu sürdürülebilir bir geleceğe, kendi topraklarının mirası üzerinden bakmayı öneriyor. Pavyonun küratörleri “Geleceğe baktığımızda, kadim mirasımız, insanlığın yörüngesini ve mimarinin kolektif kaderimizi şekillendirmede oynadığı rolü yeniden düşünmemize yardımcı olabilir ve geçmiş toplumların mimari kalıntılarını inceleyerek, dünyalarını şekillendiren değerler, inançlar ve teknolojiler hakkında fikir edinebiliriz” diyor. Ki bu da bize sürdürülebilir bir mimari ve gelecek yaratmada yol gösterecektir. Kıbrıs Pavyonu odağına sosyal sürdürülebilirlik meselesini, insani ve kültürel bir çerçevede tartışmayı yerleştiriyor. Pavyondaki yerleştirmenin temelinde Mars’ta kurulacak, yeni inşa edilmiş bir ortam var ve bu ortam, sosyal sürdürülebilirliğin iş birliği ve ortak farkındalıkla sağlanabileceği fikriyle hareket ediyor. Küratörlüğü Arch+, Summacumfemmer ve Büro Juliane Greb tarafından gerçekleştirilen Almanya Pavyonu’nun temel konusu ise kaynakların korunması ve ekolojik sürdürülebilirlik. Ve bunu çok yalın şekilde bakım, onarım ve tamir üzerinden ele alıyor. Pavyonda yer alan Open for Maintenance / Tamire Açık projesi, sürdürülebilirlik ve kaynakların korunması bağlamında mevcut yapı stoğuna ilişkin güncel tartışmalara tarihsel ve toplumsal bir bakış açısıyla ışık tutmayı amaçlıyor. 1970’ler ve 1980’ler arasındaki gecekondu hareketinden türetilen pavyonda, Almanya’nın 2022 tarihli Venedik Bienali Sanat Sergisi’ndeki katılımından çeşitli unsurlar, pavyonun yeni tasarımına dahil ediliyor. Finlandiya Pavyonu’nu sürdürülebilirlik yaklaşımı çok spesifik bir alan olan sanitasyon üzerinden… Daha fazla sürdürülebilir olmadığının iddia edildiği sanitasyon sistemi üzerinden eleştirel bir yaklaşım ortaya konulan Finlandiya Pavyonu’nda yer alan proje kapsamında ‘gelişmiş ekonomilerde evsel su kullanımının yüzde 30’undan sorumlu olan tipik sifonlu tuvaletin ölümü’ ilan ediliyor. Küratör Arja Renell, ‘milyarlarca insanın atıklarını temizlemek için hızla azalan tatlı su kaynaklarını kullandığının’ altını çizerken, ‘atıklarımızı değerli bir kaynak olarak görmeye başladığımızda bir değişim geleceğini’ belirtiyor.

İlginizi çekebilir:  İBB, Dört Buçuk Yılda 942 Miras Alanını Kurtardı

Sürdürülebilirlik meselesine üzerine hem çok güncel hem de bir hayli spekülatif bir yerden yaklaşan ülke pavyonlarından biri ise İspanya Pavyonu. Pavyonda yer alan ve Eduardo Castillo Vinuesa ile Manuel Ocaña tarafından geliştirilen Foodscapes projesinin ortaya attığı temel mesele ‘yediklerimizle aslında bölgeleri sindirdiğimiz’ üzerine. Bir başka deyişle, yeme eylemi, yiyecek üretimi, tüketimi, dağıtım zinciri gibi konular üzerinden yemeğe spekülatif, çevresel, ekonomik ve politik bir yerden yaklaşan proje, ‘evlerimizdeki domestik laboratuvarlar olan mutfaklarımızdan, şehirleri besleyen geniş operasyonel alanlara kadar, dünyayı besleyen mimariler arasında bir yolculuk”’ sunuyor. Proje anlatımında da belirtildiği üzere “Enerji meselesi şimdiye kadar olduğundan çok daha çarpıcı bir küresel sorun olarak gerçekliğini korurken, yiyecek konusu halen bu meselenin geri planındaki başlıklardan biri. Oysa ki, yiyeceği üretme, dağıtma ve onu tüketme biçimlerimiz, diğer pek çok enerji kaynağından daha dramatik şekilde toplumları harekete geçirme, kentleri ve metropolleri şekillendirme, coğrafyayı dönüştürme etkisine sahip. Bu bağlamda bakıldığında, İspanya Pavyonu’nda yer alan Foodscapes projesi, ilk etapta yiyecekle ilgili gibi görünse de, aslında yiyecek üretiminin, dağıtımının ve tüketiminin sistematik, politik ve ekolojik sonuçları ile bu tür süreçlerin gerçekleşmesini sağlayan ve çoğunlukla gözden kaçan mimariler ve altyapılarla ilgili”. Bunlar arasında, süpermarketler, seralar, çiftlikler, mutfağın kendisi, soğuk hava depoları, lojistik tesisler, atık yerleri gibi pek çok alan var. Ve mimari bu çok katmanlı bağlamın içinde ‘sistemin mimarisi’ olarak değil, ‘mimarlık olarak yiyecek sisteminin kendisi’ şeklinde masaya yatırılıyor ve tartışma açılıyor. Ortaya atılan soru şu: “Eğer tüm gıda sistemi bir mimari ise anatomisi nedir?”

Kıbrıs Pavyonu

Çok katmanlı bir okuma üzerinden hazırlanan Foodscapes, tarımsal sürecin kurucu katmanlarının her biri için bir tane olmak üzere beş kısa filmden oluşan görsel-işitsel bir projenin etrafında toplanıyor. Proje, ‘Avrupa’nın gıda motoru olan İspanya’nın tarımsal-mimari bağlamını keşfederek gıda sistemlerimizin mevcut manzarasını ve onları inşa eden mimarileri inceliyor’. Amaç ‘geleceğe’ buradan bakmak ve ‘gezegeni yutmadan dünyayı beslemenin mümkün olabileceği’ başka olası modeller üzerine düşünmek. Pavyonda ayrıca izleyici ve uzmanlara yönelik araştırma dokümanları açık kaynak olarak da sunuluyor. Filmler; Sindirim / Digestion, Tüketim / Consumption, Dağıtım / Distribution, Üretim / Production, Temeller / Foundation bölümlerinden oluşuyor ve her bir bölüm yeni düşünme ve tartışmalar için kapı aralıyor.

Sindirim / Digestion bölümünün temelinde ‘atık’ meselesi var. Birleşmiş Milletler verilerine göre ürettiğimiz yiyeceğin yaklaşık %17’sinin sonu çöpte nihayetleniyor. Ve bu artıklar, şehirlerin yeraltında görünmez bir yolculuğa çıkıyor. Tüketim / Consumption başlıklı ikinci film, bir tür ‘savaş alanı’ olarak nitelendirilen mutfağı konu alıyor ve onu sosyal ve politik dönüşümün merkezine yerleştiriyor. Mutfak ‘yemek yaptığımız, yiyeceklerinizi hazırladığımız yer olmanın çok ötesinde, sosyal gerçekliğimizin inşa edildiği, cinsiyet rollerinin normalleştirilmeye çalışıldığına tanık olduğumuz, aile yapılarının hatta buna göre mimari tipolojilerin meydana çıktığı, politik öneme sahip alanlar’ olarak tanımlanıyor. Mutfağın bir yandan da ‘yeni alternatif tahayyüller inşa etmek ve kollektif modeller oluşturmak için potansiyelleri ortaya koyabileceğimiz alanlar olarak da görüleceği’ söyleniyor. Dağıtım / Distribution bölümü adından da anlaşılacağı gibi, “Yiyeceklerimiz tabağımıza ulaşmadan önce kaç kilometrelik yol kat ediyor?” sorusuna odaklanıyor. Her ne kadar bireysel olarak gittikçe daha çok insan lokal ve yerli besin zincirinin içinde kalmak için çaba sarf etse de, sistemin küresel bir paradigmaya sıkı sıkıya bağlı olduğu ifade ediliyor. Ve bu küresel paradigmanın içinde, bu bölümün de konusu olan lojistik merkezleri, nakliye limanları gibi yapıların yer aldığı ulaşım/ dağıtım mimarisi yer alıyor. Dolayısıyla bu bölümün konusu yiyecek ve küresel hareket ilişkisi. Üretim / Production bölümü, dikkatleri kentleri besleyen tarımsal alanlara ve onların işlemesini sağlayan mimariye çeviriyor. İspanya elbette bu konuyu tartışmaya açmak için çok geniş bir potansiyele sahip ve meselenin kapsamında arazi kolonizasyonu, hayvanların araçsallaştırılması ve göçmen emeğin sömürülmesi meseleleri de var. Son bölümde ise başrolde ilkel bir altyapı olarak toprak yer alıyor. Bu bölümde altı çizildiği gibi gıdamızın %99’u için toprağa bağımlı olmayı sürdürdüğümüz halde, toprağın işleyiş mekanizması büyük ölçüde gizemlini koruyor ve tam olarak anlaşılamıyor.

Previous Story

Gündüz Vassaf’tan bir Haksızlık Abidesi olarak Caravaggio

Next Story

Resim ve Oyunculuk

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.