Aşkın ve Sanatın “Ben” Hâli - ArtDog Istanbul
Rugül Serbest, Resimli Kalp Anatomisi, 70x60 cm, tuval üzerine yağlıboya, 2025.

Aşkın ve Sanatın “Ben” Hâli

Rugül Serbest’in "Gözlerime Gülümserken Öylece Ölsen (Resimli Kalp Anatomisi) "başlıklı sergisi, 15 Mayıs–28 Haziran tarihleri arasında Pi Artworks İstanbul’da izlenebilir. Küratörlüğünü Taner Ceylan’ın üstlendiği sergide sanatçı, aşkı hem özne hem de nesne olarak ele alıyor.

/

Rugül Serbest’in Taner Ceylan küratörlüğünde Pi Artworks İstanbul’da gerçekleşen Gözlerime Gülümserken Öylece Ölsen (Resimli Kalp Anatomisi) kadının aşkta da sanatta da özneleştiği alternatif bir okuma sunuyor. Elbette ki ikisi de toz pembe değil, keskin, sivri, tehlikeli. Sergiye ve sanatçı küratör yolculuğuna dair Rugül Serbest ve Taner Ceylan ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Yollarınızın kesişmesi nasıl oldu ve bu sergiye giden sürecin başlangıç noktası neydi?

Taner Ceylan: Olimpos Sergilerinin ilkini yaparken Rugül’ün çalışmalarıyla karşılaştım. Çok dikkatimi çekmiş, sergiye kendisini davet etmiştim. Öncesinde bir yıl birlikte çalıştık; resmin detaylarına, inceliklerine birlikte daldık. O süreçte Rugül’ü hep iç mekânda kendini resmetmesini kırması konusunda teşvik etmiştim. Kendini dış mekâna yerleştir, kompozisyon nasıl olur, yapar mısın, gibi yönlendirmelerle…Sonrasında Pi Artworks’ten Yeşim ona kişisel sergi yapacaklarını, küratörlüğünü yapmayı isteyip istemeyeceğimi sordu. Ben de, seve seve, dedim.

Rugül Serbest: Taner Ceylan sadece küratör değil bir mentor benim için. Zaman zaman tıkandığımda ya da fikir almak istediğimde her zaman orada olduğunu bilmek benim için gerçekten değerli. Serginin konusu insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar da evrensel konu olan aşk. Sanırım Taner Bey’in de ilgisini çekmiş olabilir bu konu.

Sevgisizliğin sevgiden daha yaygın olduğu bu dönemde aşkın yeniden hatırlatılması gerektiğini düşünüyorum. Hatta aşkın yeniden icat edilmesi ve savunulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biz toplum olarak aşktan utanırız ve ona müstehcen bir şey muamelesi yaparız. Böyle bir ortamda da aşktan bahsetmek daha zordur. Aslında aşk, hayatımızdaki en önemli duygulardan, hatta uğruna savaşacağımız, öleceğimiz bir tutku bana göre. Bu sergi aslında tüm bu unuttuğumuz duyguları tekrar hatırlatmak için doğdu diyebilirim.

Rugül Serbest, Kalbimde, 100×70 cm, tuval üzerine yağlıboya, 2025.

Sergide kadını konumlandırışınızdaki genel geçerden uzak tutum bana John Berger’ın Görme Biçimleri kitabındaki, “Erkekler kadınları seyreder. Kadınlar seyredilişlerini seyreder. … Böylece kadın kendini bir nesneye, özellikle de bir görme nesnesine dönüştürür” bölümü aklıma geliyor. Sizin işlerinizde ise öznenin kendisi kadın. Böylesi bir bakış açısı metinde söz ettiğiniz gibi bir zamandır yaygın bir bakış kadın sanatçılar arasında. Peki sizce bu “özne” kadın ne yaşıyor, ne istiyor?

R.S.: Aslında bu durum sadece erkeklerle kadınların arasındaki ilişkiyi değil, kadınların kendisiyle olan ilişkisini de belirliyor. Çünkü kadın neredeyse doğuştan itibaren içinde gözlemci bir erkekle yaşıyor ve kendini sürekli dışarıdan izliyor. Ben de hem kendimi içeriden yaşayan biri hem de dışarıdan gözlemleyen biri olarak resimlerimde hem özne hem nesne olarak aslında bu rolleri de ters yüz etmeye çalışıyorum.Bu sergideki özne kadın da tam olarak aşkı iliklerine kadar yaşıyor, sonuna kadar risk alıyor. Aptal gibi görünmekten de ölmekten de korkmuyor. Duygu durumlarını kendi bedenim üzerinde anlatmaya çalışıyorum. Bu sergide de aslında aşkı hissetmek ve o duyguları kendi bedenim üzerine anlatmak istedim ve böyle bir sergi çıktı ortaya.

“Marina Abramovic’e Odaklandı”

Resmin nesnesinin özneleşmesi günümüz çağdaş sanatına ne söylemeli? Bizi önümüzdeki günlerde kadının sanat üzerindeki dönüşümü hakkında neler bekliyor sizce?

T.C.: Hikâyesini Rugül’den dinledikten sonra, ona, gel sanat tarihine tekrar bakalım, dedim. Bedenini hem özne hem nesne olarak kullanan kadın sanatçılar kimlerdi? Tabi bir erkek olarak bu işe yaklaşmak çok handikaplı ama bir kuir birey olarak kendimde bazı hakları daha kolay görüyorum çünkü ben de içimdeki kadını, dişi tarafımı oldukça besleyen birisiyim.

Rugül kendi bedenini kullanan kadın sanatçıların hikâyelerini inceledi. Burada Tracy Emin’den Cindy Sherman’a, Marina Abramovic’e kadar bir yelpaze var. Rugül sergi özelinde Marina Abramovic’e odaklandı. Abramovic’in özellikle Ritim O adlı performansı ona kaynak oldu.

Abramovic izleyicilerin önüne tabancadan bıçağa kadar birçok nesne koyuyor ve bunlarla bana istediğinizi yapın, diyor. Bu metaforu kullanarak heykel yapmaya başladı Rugül bu sergide. Aşkla olan ilişkisinde kendi bedenini manen açması, sergideki nesnelerle birlikte birer metafor olarak heykele dönüştü.

R.S.: Marina Abramovic 72 nesne kullanıyor. Biz de sayıyı terse çevirip 27 nesne seçtik. Oradaki nesneleri ben kendimce yeniden yorumladım ve ürettim. Onları seramik olarak tekrar ürettim.

“Sürpriz Simgeler de Var Sergide”

T.C.: Ve kendi yarı çıplak bedenin bir tablosunun önünde o objeler sergilenecek. Aslında serginin altarı bu alan oluyor. Kırılganlığı, edilgenliği ve her şeye açık olma durumunu ortaya çıkartıyor.

Sergide birçok farklı okumaya yer açılacak, sembollerle dolu olacak sergi. Hatta serginin başlığı Gözlerime Gülümserken Öylece Ölsen de bunlardan biri. Bir arkadaşımın müzik grubu Ekho’nun Dokunsam sana adlı şarkısında geçen bir cümleyi dönüştürdüm. Örtülü bir şiddet, bir intikam var. Elimi kana bulatma, kendin hallet şu işi. Keşke kötü zamanlarımıza yol açmadan orada bitseydi, orada gitseydi, orada geberseydin, yok olsaydın. Yani içinde çok farklı katmanları olan, şiddetli bir cümle bu aslında.

Sürpriz simgeler de var sergide. Mesela her resmin içinde dolaşan bir sinek var. Sineği biz neyle biliriz? Çürümüşlüğün, pis kokunun olduğu yerde dolaşır. Ölümün olduğu yerde dolaşır sinek. Her resminde bir sinek kullandı ve sergide dolaşan o sinek aslında, bu sergide ölüm var, bu sergide bir ölüm kokusu çıkıyor, bir leş kokusu çıkıyor duygusuna gönderme yapıyor. Dediğim gibi, elini kana bulamak üzere olan fakat buna yeltenmeyen ama yine de nesneleri oraya koyan, bana vurun gelin diyen bir kadının yüzü aslında sergi.

Sanat alanında —bunu ne kadar benim söylemem doğru olur bilmiyorum ama— giderek güçlenen bir kadın hareketi var. Bu hareketin yanı sıra Afro-Amerikan sanatının ve kuir sanatın yükselişi de dikkat çekici. Öte yandan, kadın sanatı zaten başından beri kendi yolunu sessizce ama kararlılıkla inşa etti ve bugün daha da güçlenerek ilerliyor. En son Venedik Bienali’nde Türkiye’den de beş tane kadın sanatçının oluşu mesela muazzam bir şeydi. Rugül özelinde, klasik pentür ekolünden geliyor olması onu en yakın Neşe Erdok ile dirsek temasına sokuyor bana göre. Sonra Nur Koçak var. Nur Koçak’ın oje resimleri de aslında kendisinin de farkında olmayarak feminist bir söylem oluşturması. Ondan öncesinde Mihri Müşfik Hanım’a kadar giden bir geleneğin son örneklerinden birisi pentür kullandığı için.

Rugül Serbest, Sonsuz Bir Şimdi, 40×30 cm, tuval üzerine yağlıboya, 2025

“Sanat da aşk gibi; hem cinayet hem intihar,” sözünüzde aşkı konumlandırdığınız yeri anlıyor gibiyim. Sanatın cinayet ve intihar gibi iki keskin uçla ilişkisini açmanız mümkün mü? Yaratırken hissettiklerimiz üstünden mi yoksa sanata aktardığımız konuları seçerkenki tutumumuzdan mı dolayı mı bu benzetme?

R.S.: Bence sanat da aşk da her şeyi içine alan bir alan bence çünkü hem yüceltiyor hem aşağılıyor. Bir resim yaparken bazen o anki duygular beni göklere çıkartabiliyor, çok heyecanlanıyorum ama bazen de o resimden nefret edip onu parçalara ayırmak, yok etmek istiyorum. Beni duygudan duyguya sürüklüyor resim yapmak ama yine de bu arzundan vazgeçemiyorum. Tıpkı aşk gibi. Benim için aşk da sanat da inatçı bir serüven diyebilirim kısaca.

“Bir Anlam Bulmak”

“Sanat, sanatçı için bir meydan okuma en başta. Öncelikle toplumla, ailesiyle ve çevresiyle bağlarını koparmak zorunda,” diyorsunuz. Hem bir soyutlanış, yalnızlaşma hem de bir özgürlük alanı. Bu anlamda aşkı da andırıyor doğası. Sanat ve aşk ilişkisi ve aşkın sanatta işlenmesi hakkında neler söylemek istersiniz?

T.C.: Sanat total bir özgürlük alanı. Bağlarını kopartmak gerekiyor. Resim yaparken benim annem babam ne düşünüyor deyip de iki erkeği sevişirken resmedemezsin. Ya da bir cinayet sahnesini betimleyemezsin ya da nefret ettiğin birini öldürürken kendini betimleyemezsin. Diğer taraftan üç boyutlu algı dünyamızın imgelerini bozamazsın veya reddedip yeni bir evren kuramazsın. Tamamen bağlarını koparacaksın ki orada özgürleşesin.

Aşk hep bir hayal kırıklığı çünkü sürekli değil. Nadir bulunan bir şey. Ve bulunduğu zaman da hep hayal kırıklığıyla biten bir şey. Bir sanatçı için tuvali, malzemesi bir tene dönüştüğü anda iş değişiyor. Yani tuval bir deneyim alanına dönüştüğü anda orada aşk ortaya çıkıyor. Her seferinde bomboş bir ten seni bekliyor. Sürekli bir sevişme hali ortaya çıkıyor. Onun için dışarıda yaşanan şeyler çok da anlamlı olmuyor çünkü resimlerin başında, tuvalin başında yaşadığın o tutku o kadar heyecan verici, o kadar sahici bir şey ki. Hayata anlam katıyorsun ve daha değerli, daha anlamlı bir hale geliyor.

Özdemir Asaf’ın bir sözü var, “Ve kayığına bindi, yanına bir anlam aldı, açıldı,” diye. Çok severim o cümleyi. Bir anlam bulmak, hikâye bu özetle.

Toplumumuzda ve -fark edilmeden de olsa- sanatımızda mahrem kavramı ön plandadır hep. Sizin işlerinizde ise hem bedeniniz hem iç dünyanız sanatsal bir yüzeye dönüşüyor. İzleyiciye ve kendinize meydan okur nitelikte. Taner Beyin, “sanat, sanatçı için bir meydan okuma,” sözlerini anımsattı bu tutum. Neler söylemek istersiniz?

R.S.: Evet, kadınların sanatın yaratıcısı olmaktan çok nesnesi olmak için var oldukları düşünülmüştür hep. Bir döneme kadar da kadınları yansıtan çoğu resim kadınlar tarafından üretilmemiştir. Hatta bana göre bu resimler kadınların deneyimlerinden çok aslında erkeklerin gözlemlerine dayanıyor.

Ben de tam da bu noktada bir kadın olarak, bütün önyargılardan kendimi sıyırarak kendi bedenimi cesurca sergiliyorum. Sizin de değindiğiniz gibi bir tür meydan okuma aslında.

Bundan sonra varsa ortak ve bireysel olarak gerçekleştireceğiniz projelerinizden söz edebilir misiniz?

R.S.: Taner Bey’le ortak bir şey düşünmedik ama eminim yine fikir olarak ondan destek alacağım şeyler üreteceğiz diye düşünüyorum birlikte.

T.C.: Akademik eğitimden geçmiş ressamların eğilmesi bükülmesi kolay değil ve de kolay eleştiri kaldıramıyoruz. Rugül’ün farkı burada. Ben çok sert bir hocayım. Rugül ise her şeyi anlamaya çalışıyor, birlikte tartışıyoruz, konuşuyoruz ve karşılıklı eğilip bükülebiliyoruz. Ben de ilk kez bir genç sanatçının sergisine küratörlük yaparken benim sınırlarım nerede başlıyor, onun sınırları nerede bitiyor, onunki nerede başlıyor, benimki nerede bitiyor? sorularının yanıtlarını aradım. Orada ne kadar Taner Ceylan okunacak, ne kadar Rugül okunacak? Çok ince bir çizgi bu. Çok heyecanlıyız çünkü Rugül’ün bugüne kadar bildiğimiz melankolik, içine kapalı yapısını mümkün olduğunca diğer uca çekmeye çalıştık. Böyle bir olasılık olduğunu fark etmiş olması sürecin sonunda beni çok mutlu ediyor. Bir düşünelim diyor, neden olmasın diyor. Bu çok değerli.

Previous Story

Hayvanlara Ettiklerimiz: Salt’ta Muhteşem Sergi

Next Story

Sahnelerde Bahar Hareketliliği

0 0,00