6 Şubat 2023 saat 04.17’de meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7,7 büyüklüğündeki depremde en çok etkilenen yerlerden biri de şüphesiz Antakya. Kentin yıkılan kültürel mirası bir yana uzun zamandır kentin kültürünün can damarlarından olan iki müzik topluluğu Hatay Akademi Senfoni Orkestrası ve Antakya Medeniyetler Korosu, her şeye rağmen varlığını ve dayanışmasını sürdürmeye çalışıyor. Depremin birinci yılında gazeteci Duygu Demirdağ’ın kendi imkânlarıyla çekip Youtube’da yayımladığı belgeseli Kalanların Hikâyesi ise o geceden sonra yaşananları özellikle kadınlar üzerinden anlatan bir belgesel. Biz de olan ve bitmeyeni hem iki müzik topluluğunun şefleri Ali Uğur ve Yılmaz Özfırat’la hem de gazeteci Duygu Demirdağ’la konuştuk.
Hatay Akademi Senfoni Orkestrası Şefi Ali Uğur: Tarihin Omuzlarımıza Yüklediği Sorumluluğun Farkındayız
Hatay Akademi Senfoni Orkestrası kendini kültür ve sanat alanında bir dönüşüm hareketi olarak tanımlıyor. Başlangıcından bugüne hangi süreçlerden geçtiniz?
Biz depremden önce de sadece müzik yapmak için bir araya gelen bir orkestra değildik. Kültür sanat alanında bağımsız bir şekilde kurulmuş ve ayakta kalmaya çalışan bir orkestraydı bizimkisi. Bir dönüşüm hareketi olarak tarifledik kendimizi. Kurulduğu andan itibaren pandemi, maddi zorluklar peş peşe geldi. Prova salonumuz yoktu. Bu yüzden jeneratör ışığıyla çalışarak provalarımızı alıyorduk. 2019’dan 6 Şubat depremine kadar ayakta kalabilmek adına ciddi mücadeleler vermiştik. Tutunduğumuz ideal ve inanç hem ayakta kalmamızı hem de bütün zorluklardan güçlenerek ve büyüyerek çıkmamızı sağladı. Depremden sonra ise ayakta kalma mücadelemiz daha büyük zorluklara ve şekil değiştirmiş zorluklara karşı devam ediyor. Yine de bu zorluklardan güçlenerek ve büyüyerek çıkacağımıza olan inancımız tam.
Ve 6 Şubat… Hem şehir hem orkestra olarak kayıplar verdiniz. Bu tarihten sonraki süreci orkestra açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
6 Şubat depreminde orkestramızdan dört sanatçımızı kaybettik. Prova salonumuz yıkıldı, içindeki enstrümanlarımız da enkaz altında kaldı. Kaybettiğimiz arkadaşlar çocukluktan bu yana birlikte büyüdüğümüz arkadaşlarımızdı. Birlikte okuduğumuz, birlikte yürüdüğümüz, birlikte müzik yaptığımız… Bu orkestrayı onlarla birlikte büyük ideallerle kurduk. Bir söz var; “Mozart, Beethoven ölmedi, müziğe dönüştü” diye. Arkadaşlarımız da orkestramızdan her ses yeniden yükseldiği zaman müziğimizde yaşayacak. Buna inanıyoruz. İçinde büyüdüğümüz, müzik yaptığımız, her bir köşesini birlikte adımladığımız sokakları, anılarımızı yitirdik. Antakya’nın kendine has bir kokusu vardı. O kokuyu yitirdik. Şimdi şehrimizi mühürledik zihnimize. Şehrin hafızası depremle birlikte ağır bir darbe aldı ama bu hafızayı canlandırmak ve diri tutmak için müzik yapmaya devam edeceğiz.
“37. Yıkım Bize Denk Geldi”
Tarih boyunca insanlık bu tür travmalar, savaşlar, depremler, afetler yaşadı. Ama her zaman bu zorluklardan çıkmak adına birileri fedakarlık yapmış, bedel ödemiş. Tarihin omuzlarımıza yüklediği sorumluluğun farkındayız ve bununla başa çıkacağız. Bu şehir Roma’dan bugüne dek 36 kere yıkılmış ve 36 kere de ayağa kalkmış bir şehir. 37. yıkım bize denk geldi. Bizden önce nasıl birileri ayağa kaldırmak için mücadele ettiyse biz de 37. yıkımda mücadele edip ayağa kaldırmak üzere hareket ediyoruz. Ve bizler biliyoruz ki her zaman travmalardan, yıkımlardan, kaos durumlarından çıkış yolu, bilim ve sanatla olmuştur. Biz de bu coğrafyanın müzisyenleri, eğitimcileri, çocukları olarak buna yönelik adımlar atıyoruz.
Hatay Akademi Senfoni Orkestrası şimdilerde neler yapıyor? Bundan sonra nasıl bir yol izleyecek?
Depremden sonra zorunlu olarak göç etmek durumunda kalan orkestramızdaki müzisyenlerimizin büyük çoğunluğu, Hatay’a geri döndü. Henüz dönmeyen arkadaşların da koşullar yaratıldığı takdirde geri dönmesini heyecanla bekliyoruz.
“Orkestra Olarak Konser Vermeye İhtiyacımız Var”
Her hafta düzenli olarak provalarımızı almaya başladık. Fakat 6 Şubat depreminde prova salonumuz yıkılmıştı. Bu yüzden, provalarımızı düzenli bir şekilde alabileceğimiz, üreteceğimiz kendimize ait bir prova salonuna ve üretimlerimizi sergileyeceğimiz bir konser salonuna ihtiyacımız var. Hatay’da depremi yaşayan diğer tüm insanlar gibi orkestramız da depremin acı yıkımını yaşadı. Bizim de iyileşmeye, travmalarımızı atlatmaya ve ayakta kalmaya ihtiyacımız var. Bir sanatçının yola devam edebilmesi için en büyük motivasyon kaynağı, üretmesi ve üretimlerini paylaşması. Bu anlamda orkestra olarak konser vermeye ihtiyacımız var. Bununla birlikte eksik olan enstrümanlarımızı tamamlayacağız.
Hem kent hem de orkestra için nasıl bir dayanışmaya ihtiyaç var? Buradan bir çağrınız olur mu?
6 Şubat depreminden sonra Hatay’dan çok sayıda kültür ve sanat aktörü göç etti. Hatay dışından gelen kültür ve sanat aktörlerinin desteği, projeleri çok değerli; lakin Hatay’da kültürel devamlılığı kalıcı olarak sağlayacak olanın yerelin aktörleri olduğuna inanıyoruz. Hatay’dan göç eden bu kültür ve sanat aktörlerinin tekrar şehirlerine dönüp kültürün yeniden inşasına dahil olabilmeleri için gerekli istihdam, barınma ve üretim alanları gibi motivasyonların yaratılması gerekiyor.
Hep söylediğimiz gibi binalar bir kültür yaratmaz; kültürü yaratan, o binaları anlamına kavuşturan insanlardır. Bu insanlar da Hatay’ın kültür aktörleridir. Bu anlamda bizler sanatın iyileştirici gücüne ve toplumun yaşadığı travmalardan çıkmasında rol alan en önemli dinamiklerden birisi olduğuna inanıyoruz. Fakat bunu tek başımıza yapamayacağımızın da farkındayız. Bu yüzden Hatay’da yeni yaşamın örülmesi için verilecek her türlü destek bizim için çok önemli.
Antakya Medeniyetler Korosu Şefi Yılmaz Özfırat: Koro Artık Acının Müziğini Yapıyor
Antakya Medeniyetler Korosu’nun nasıl bir yapısı var, neler yaptınız şimdiye kadar?
Medeniyetler Korosu, 2007’de kuruldu ve toplam 200 üyeden oluşuyordu. Koro içerisinde üç semavi dine mensup (Hristiyan, Müslüman, Musevi) avukat, öğretmen, manifaturacı, ev hanımı kişilerin oluşturduğu hiçbiri müzik insanı olmayan tamamen halktan kişiler. Koro bugüne kadar ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Hollanda, Fransa, İsveç, İsviçre, İspanya, Lüksemburg, Polonya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde 2500’den fazla konser verdi.
6 Şubat tarihinde hem şehir hem koro olarak kayıplar verdiniz. Bu tarihten sonraki süreci koronuz açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
6 Şubat depreminde maalesef yedi üyemizi kaybetmiş bulunuyoruz. Koromuz şehrin bir yansıması olduğu için, halkın birlikte yaşama kültürünü gösteren bir topluluk olduğu için depremden sonra eğer biz ayağa kalkarsak şehir de ayağa kalkar düşüncesi ile koro bir araya gelip faaliyetlerine devam etme karar aldı. Geçen bu bir yıl içeresinde Türkiye’de ve yurtdışında farklı platformlarda konserler vererek deprem gerçeğine dikkat çekip depremzedeler yararına konserler verdi. Koro artık acının müziğini yapıp Hatay düzelene kadar elinden gelen her şeyi yapmaya devam edecek.
“En Acısı Unutulmak Hissi”
Hem kent hem de topluluğunuz için nasıl bir dayanışmaya ihtiyaç var? Buradan bir çağrınız olur mu?
6 Şubat depremi bugüne kadar yaşanan felaketlerin belki de en büyüğüydü. Başta Hatay olmak üzere 11 ilde çok büyük kayıplar ve yıkımlar meydana getirdi. Bu tek başına bir belediyenin, bir kamu kurumunun düzeltebileceği bir şey değil. Hatay bana göre bir kültür ve gastronomi şehri olarak tekrardan inşa edilebilir. Belki bir Viyana, belki bir Prag, belki bir Budapeşte gibi dünyaya örnek bir şehir inşa edilmesi en büyük dileğim. Mutlaka birkaç ağır hasarlı bina, özel koruma altına alınıp gelecek nesillere depremin büyüklüğü gösterilmeli. Şehir için her gün ihtiyaçlar değişmekle beraber, konteyner kentlerde, çadır kentlerde yaşayan halk için moral ve motivasyon en üst düzeyde tutulmalı. Bugün bizim başımıza gelen felaket herkesin başına gelebilir düşüncesi ile dayanışma ve yardımlaşma kesilmemeli ve en önemlisi biz depremzedeler unutulmamalı. Çünkü belki de en acısı unutulmak hissi.
Duygu Demirdağ: Kadınlara Sıra Gelmiyor
Belgeselinizde sadece kadınlar var ve görüyoruz ki oradaki sorun sadece barınma, işsizlik, yoksunluk değil. “Konteynırımda dul kadın istemem” cümlesi çok ağırdı. Oradaki depremzede kadınların ve kız çocuklarının yaşadığı sorunları nasıl özetlersiniz?
Belgeselin bütün kahramanları kadınlar, genç kızlar. Yeni doğum yapan anneler, hukuk mücadelesi veren avukatlar, kenti yeniden var etmeye çalışan üretici kadınlar, kendisi depremzedeyken yara sarmaya çalışan gönüllüler, çadırda, konteynerde yaşayanlar, “Normal hayat nasıldı? Biz sıcak bir eve nasıl giriyorduk?” diye düşünen gençler, yaşlılar, insanlar… Bana, yuva, evlat, ölüm, doğum, memleket, iş, sitem, hayal, hayat ne demek, bunu anlattılar…Hepsinden çok şey öğrendim. En başta insanlığı.
“Konteynerde dul kadın istemem” cümlesi sadece bir örnek. Deprem bölgesinde en çok ne eksik derseniz: Mahremiyet…
“Bölgede Şiddet, İstismar Vakaları, İntiharlar Arttı”
Kadınlar, eğer kendilerini bırakırlarsa, hasta olurlar, çocuklarına bakamazlar diye anlatamıyor, gençler, akranlarıyla bir araya gelemediği için anlatamıyor, çocuklar yaşadıklarını anlamlandıramadığı için anlatamıyor, erkekler, çalışamadığı, ailesine yetemediği, geleceği göremediği için utançtan anlatamıyor. Bölgede şiddet, istismar vakaları, intiharlar arttı. Bir gün önce intihar teşebbüsünde bulunup ertesi gün seansa gelenler oluyor.
Kadınlara yas tutmak ve iyileşmek için sıra gelmiyor. Deprem bölgesinde hamile yüzlerce anne var. Bebekleri deprem sonrası doğduğu için depremzede sayılmıyor. Annelerin çocuklarıyla ilgili hayalleri yok. Belgeselde canımı yakan en büyük şeylerden biri de bana sürekli ne zaman gideceğimi sormaları oldu. Çünkü eşleri, çocukları, anne, babaları, hayatta tanıdıkları herkes vefat etmiş, ilk günlerde destek vermeye gelenler gitmiş. Kadınlar, her gelenin gideceğinden korkuyor. Onların yalnızlığına yeni yaslar ekleniyor.
Peki bu belgeseli izleyenlere ne kalsın istersiniz? Ne yapabilirler ne yapabiliriz geride kalanlar için?
Verilen desteklerin devam etmesi çok önemli. Bölgede güvendikleri hangi kurum, kuruluş, STK varsa onlarla iletişim halinde olmaya devam edebilirler. Şunu hatırlamak lazım: “Yardıma muhtaç” diye tarif ettiğimiz insanlar, düne kadar bizim gibi yaşayan, onurlu ve çok iyi insanlar. Tıpkı onlara yardım etmek isteyenler gibi. Sadece birbirlerini bulmayı bekliyorlar. Yardım gönderdiği insanların halini bilen, hatırını soran, en büyük iyiliği inanın deprem bölgesindeki insana değil, kendisine yapıyor. Umudun, anlamın yitip gittiği yerde, hayatın içine sahici bir an bırakıyor.
Ve elbette, Kalanların Hikâyesi’ni izlemenizi çok isteriz. Ben ve “bize bedavacı diyenler, buyursun gelsinler, halimizi görsünler” diyen yüzlerce depremzede… Çünkü görmeyince, bilmiyoruz, unutuyoruz. Biliyorum gidemezsiniz, biliyorum hayatın anlamını hissetmek için daha pozitif hikâyelere ihtiyacınız var. Ama burada umuda ihtiyacı olan siz değilsiniz, umudu yeşertme görevi de depremzedelerin değil. “Keşke o enkazdan biz de çıkmasaydık” cümlesi, “iyi ki hayattayız”a dönüşene kadar, anlamaya, dinlemeye, anlatmaya devam edeceğiz.
Bu gönderiyi Instagram’da gör