İkinci Yeni’nin gerçeküstü dünyasına selam gönderen ve kimi eleştirmenlerce “mucizevi”, “özgün” bir yapım olarak tanımlanan Güneşin Oğlu filmi, Onur Ünlü’nün deyişiyle bir “fantastik mavra” olarak bu kez tiyatro sahnesine taşınıyor.
5 Aralık’ta prömiyerinin gerçekleşeceği oyunun yönetmen koltuğunda Onur Ünlü’ye, Gebe, Loop ve Sen Ne Güzeldin Aşkımızın Şehri oyunlarından tanıdığımız Nagihan Gürkan eşlik ediyor. Emekli edebiyat öğretmeni Fikri Şemsigil’in hikâyesi etrafında şekillenen metin, insan hikâyeleriyle örülü güçlü bir anlatı kurarken, usta ve genç kuşaktan oyuncuları bir araya getiren geniş bir kadroyla sahneye taşınıyor: İbrahim Selim, Deniz Celiloğlu, İlayda Alişan, Beyti Engin, Ali Yoğurtçuoğlu, Zeynep Kankonde, Efekan Can, Sergen Özdemir, Ilgaz Kaya ve Selin Beliz Şahan. Yönetmen Onur Ünlü sorularımızı yanıtladı.
Sizin için 2025 “Z raporu” nasıldı ve sanata dair gelecek öngörünüz nedir?
Hakikat olan bir şey değildir; kurulan bir şeydir. Sanat dediğimiz şey, hakikatin kurulmasına yapılmış küçük bir katkıdır, daha fazlası değil. Bir sürü şeyi büyütmememiz gerektiği gibi sanatı da gözümüzde büyütmemeliyiz. Nereye gideceğini bilebilmem mümkün değil; çünkü her şey ne kadar daha parçalanacak onu kestiremiyorum.
Güneşin Oğlu’nu tiyatro sahnesine uyarlama fikri nasıl oluştu?
Bu filmi oyun yapma fikri, oyuncu bir arkadaşımın fikriydi. Biraz düşününce bana da ilginç geldi. Ayrıca zaten bir oyun yapmayı istiyordum. Bildiğim yerden başlayayım dedim.

Senaryo halini tiyatro metnine dönüştürürken öncelikleriniz nelerdi?
En büyük teknik sorun mekânlarla ilgiliydi. Bir tiyatro oyununda olabileceğinden çok daha fazla mekân vardı. Biz de mekânı oyunculara kurdurduk. Asıl çözdüğümüz şey bu oldu. Metnin kendisine neredeyse hiç müdahale etmedik. Karakter ilişkileri çok sıkı bir metin. Yapılacak ufak bir müdahale birçok başka şeye de zarar verebilirdi; o yüzden metne mümkün mertebe sadık kaldık.
“Oyunun sisteme yönelik bir eleştirisi yok. Çünkü sistem eleştirilemeyecek kadar zavallı bir hâle geldi. Bütün ciddiyetini yitirdi.”
Ekiple bir araya gelme süreciniz nasıl gelişti?
Fikir ortaya çıktıktan sonra yapımcımız Yağmur Dolkun’la bir araya geldik. Birlikte çalıştığım yönetmen Nagihan Gürkan’la çalışmamı Yağmur önerdi. Gerçekten çok iyi bir ekip kurdular. Ben sadece oturup sahneye doğru baktım. Her işi onlar yaptı.
Oyunun sisteme yönelik bir eleştirisi var mı?
Oyunun sisteme yönelik bir eleştirisi yok. Çünkü sistem eleştirilemeyecek kadar zavallı bir hâle geldi. Bütün ciddiyetini yitirdi. Artık üzerine konuşmaya değer bir şey değil; ama dünyada bulunmanın kendisiyle ilgili sıkıntılar üzerine yoğunlaşmaya çalıştık. Sistem başka bir sistem olsaydı da oyun aynı oyun olurdu.

“Hayatta duyduğum en büyük yalan, gerçeğin görece olduğu yalanı.” Oyundaki bu replikten hareketle sizce, sahnede “gerçeklik” ile “saçmalık” arasındaki geçirgen çizgi neden hâlâ bu denli güçlü?
Temel problemimiz, dünyaya karşı pozisyon almamızı sağlayacak bir sabitimizin olmaması; ve ortalıktaki postmodernlik zırvası bu sabiti daha da belirsiz kılıyor. “Saçma” dediğimiz yerin ortaya çıktığı nokta, bir sabit olduğunu bile bile yokmuş gibi davranmak; çünkü bu daha kolay, daha konforlu, galiba daha da kârlı. Oyunda da söylediği gibi, bir işin saçmalığı seyirci sayısıyla doğru orantılıdır.
Prova ve sahneleme sürecinde aklınızda dönüp duran veya fonunuzu meşgul eden neydi?
Provalar boyunca niye bu kadar çok prova yapıldığını düşündüm durdum. Provalar bittiğinde ise niye daha çok yapmadık diye düşündüm. Sonunda tıpkı ölüme hazır olunamayacağı gibi, bir oyuna da hazır olunamaz, bunu düşündüm.
“Dünyada bulunmanın saçmalığını geçiştiriyor muyuz, onunla boğuşuyor muyuz, yoksa hiç farkında mı değiliz?”
Hikâyenin mantıkla olan bağlarını koparmayı seçen bir yönetmen olarak sizce, bugün absürdün seyircisi hâlâ var mı?
Mesele şudur: Dünyada bulunmanın saçmalığını geçiştiriyor muyuz, onunla boğuşuyor muyuz, yoksa hiç farkında mı değiliz? Bu üç kategorinin hangisinin içindeyseniz, dünyaya bakışınız da ona göre belirleniyor. Ben mesaj vermiyorum, herhangi bir misyonum da yok. İlgimi çeken bir şey gördüğümde “Bakın burada ne var” diyorum. Yaptığım sadece bu.
“Bir gün bir şölene davet edilirsin. Sonra oraya vardığında bir bakarsın ki yemek listesinde adın yazılı.” Manidar repliğinizden hareketle, sizce insanın, kendi kendini tüketmesi çağımızın trajedisi mi; yoksa yalnızca fanilik kaygısı mı?
Öncelikle bu cümle Murat Menteş’e ait. Ona bir selam vermiş olalım. Dünyada bulunmanın zorluğunun çağ ile ya da mekânla bir ilgisi yoktur. Yukarıda sözünü ettiğimiz sabitten bağımsız tek şey “saçma” olandır. Belki de “saçma” olanı sabit kılmalıyız. Belki de diyorum!

2008’de sinemada, 2025’te tiyatroda mesainizi bir cümle ile anlatacak olsanız; mesela, neyi tecrübe ettiniz?
Sinemada kurgu diye bir şey varmış, onu anladım. Ve tiyatro ne olursa olsun bir çerçevenin içinde yapılıyor, 181’inci derece yok. İşte orada ne yapıyorsan o…
Filmi seyretmemiş, fakat oyuna gelecek olanlar için; hikâyeyi bir cümleyle tarif etseniz, ne dersiniz?
Aynaya bakın, kendinizi göreceksiniz.
Kültür-sanat güzergâhında son zamanlarda sizi etkileyen ya da iyi gelen neler var?
Bu aralar (Fransız post-empresyonist ressam ve gezgin) Paul Cezanne’la ilgileniyorum. Bütün yetişkinlere tavsiye ederim.
Gündeminizde bizleri bekleyen projeler neler?
Aralık ortasında karanlık bir gençlik filmi çekeceğim. Sonra yeni yıl gelecek.
Güneşin Oğlu
75 dakika / Tek perde
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Gül Sağer
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Yardımcı Yönetmen: Şevval Öztay
Fotoğraflar: Beste Zeybel
Yürütücü Yapımcılar: Yağmur Dolkun (Dolkun Production), Cansu Kurada (Zorlu PSM)
Oyun takvimi: 7, 17, 18 Aralık, saat 20.30,Zorlu PSM


