Novos Restorasyon Değil, Yeniden İşlevlendirme - ArtDog Istanbul
Muammer Karaca Tiyatrosu

Novos Restorasyon Değil, Yeniden İşlevlendirme

İngilizcesi “adaptive reuse” olan “yeniden işlevlendirme” bir yapıyı restore etmek değil onu güncel programlarını, ihtiyaçlarını içine alarak dönüştürmek anlamına geliyor. Taş Mektep ve Moda İskelesini işlevlendiren Novos Studio ile konuştuk.

/

Hande Ciğerli ve Mert Üçer tarafından 2020 yılında kurulan Novos Mimarlık Stüdyosu’nun gerçekleştirdiği kamusal yeniden işlevlendirme projeleri son yıllarda kent yaşamına önemli katkılar sunuyor. Moda İskelesi ve Taş Mektep projelerinin yanı sıra, inşaatı devam eden ve özellikle Beyoğlu için çok önemli bir yere sahip olan Muammer Karaca Tiyatrosu projelerinin detayları ile stüdyonun yeniden işlevlendirme yaklaşımı başta olmak üzere genel olarak tasarım ve mimarlık pratiklerinin üzerine konuştuk.

Mimari yaklaşımınızı ve pratiğinizi nasıl özetlersiniz?

Mert Üçer: Çeşitli ölçeklerde ve farklı programlara sahip birçok projemiz var ve bunların her birine programlarından bağımsız aynı özenle, aynı soruları sorarak ve aynı tasarım durumlarını dert ederek yaklaşmaya çalışıyoruz.

Aşkı Hatırla
Aşkı Hatırla Mobil

Hande Ciğerli: İnsan zaman zaman geri çekilip, “Biz ne yapıyoruz?” diye yeniden düşünme ihtiyacı hissediyor. Bu yüzden Mert ile de ara ara bu konuyu tekrar değerlendiriyoruz. Karşımıza hangi ölçekte, ne problem veya konu çıkarsa çıksın amacımız bunu tasarıma dönüştürmek. Mimari yaklaşımımızın temelinde, ortaya konulan problemi bir tasarım objesine dönüştürmek ve bundan hem kullanıcı için hem de mimarlık adına iyi bir şey çıkarmak.

İşleriniz arasında Moda İskelesi, Taş Mektep gibi önemli yeniden işlevlendirme projeleri yer alıyor. Yeniden işlevlendirmeyi nasıl tanımlarsınız?

Hande Ciğerli: İngilizcesi “adaptive reuse” olarak geçiyor ve birebir bir yapıyı restore etmek değil güncel programlarını, ihtiyaçlarını içine alarak o yapının dönüşümünü sağlamak anlamına geliyor. Bu, bazen mimari olarak kontrast bir hamleyle, bazen de yapıyı aynı tutup programını yenilemek şeklinde olabilir. Dolayısıyla yeniden işlevlendirmenin çerçevesi çok esnek, tartışmaya açık. Herkesin bu konuda başka bir şey anladığı bir düzlemdeyiz. Bunu kendi aramızda mimarlarla yaptığımız sohbetlerimizde de görüyoruz.

Mert Üçer: Restorasyonda da tabii bir çeşit yeniden kullanma durumu var ama bu daha çok yapının korunması ve aslına uygun biçimde yenilenmesi baz alıyor. Yeniden işlevlendirmede ise yapıya başka bir program atfediyoruz. Mesela bir fabrika binasını sanat merkezine veya eski bir okul binasını sergi alanına dönüştürüyoruz. Dolayısıyla bu süreci “adaptive” olarak tanımlarken kasıt yapıyı özgün amacından farklı, güncel programlara uygun olarak yeniden tasarlamayı ön plana çıkarıyor.

Moda İskelesi

Geçmişle Geleceği Buluşturmak: Moda İskelesi ve Taş Mektep

Bu projelerde yapının kentle, kent kültürüyle ve tarihiyle ilişkisi projenin bütününde nasıl bir yere sahip? Bu birikimi dikkate alarak yeni bir şey tasarlamak, inşa etmek nasıl mümkün?  Siz o birikimi nereye yerleştiriyorsunuz bütüncül tasarımda?

H. C.: Bu biraz Moda İskelesi ve Taş Mektep projelerinde ortaya çıkıyor. Moda İskelesi kentsel olarak hazine gibi bir yapı ve çok ikonik. Bu tip projelerde mesele yapının nerede olduğunu, kimliğini, çevresiyle kurduğu ilişkiyi anlamak ve ardından yeni programların nasıl uyarlanabileceğine bakmak. Mesela Moda İskelesi’nde binaya minimum dokunarak bunu yapmayı tercih ettik. Müdahale ettiğimiz yapı mimarlık tarihinde önemli bir yeri olan bir Vedat Tek binasıydı ve önemli olan ilk etapta bu eserin tekrar halkın kullanımına açılmasıydı.

Taş Mektep biraz daha kaybolmaya yakın bir binaydı, peyzajı yoktu, bahçesi çöplüğe dönmüştü… O projede bütün dönüşümleri biraz daha üst ölçekte yaptık diyebilirim. Moda İskelesi’ni çalışırken mimari yaklaşım olarak Vedat Tek’in neredeyse bir parçası olmaya çalışırken, Taş Mektep projesinde ise kontrast bir birlik yaratabilir miyiz diye baktık. Ayrıca, İstanbul’un su yollarını, iskelenin gelişim süreçlerini önceden araştırdık. Örneğin vapurlar geçmişte iskeleleri olmadığı için yanaşamıyor ve insanlar kayıklarla gelip gidiyor. Ardından inşa edilen binayla birlikte vapurlar yanaşmaya başlıyorlar ve bu sayede orası hayatın içine katılıyor. Bu tarihsel araştırma kısmı projeye eklediğimiz programla yapının örtüşmesine yardımcı oluyor. Yeniden işlevlendirme yapının geçmişiyle ilişkili kalabiliyorsa kullanımı da çok hızlı uyum sağlıyor.

M. Ü.: Moda İskelesi’nde programından önce birinci olarak binayı bütün eklerinden arındırıp, kendi güzelliğini ortaya çıkartmaya çalıştık. Bir yandan da binanın geçirdiği mimari konstrüktif bir tarih de var. Burası ilk yapıldığı zaman iskele gibiyken, ardından önce tek katlı bir binaya dönüşüyor, hafif bir strüktürle yapılıyor, sonra ikinci katı oluşuyor. Biz buraya üç yeni program yerleştirdik. İskele fonksiyonu devam ederken, bir kütüphane ve bir de kafe var. Binanın ilk katında, kafe alanındaki bütün mobilyalar tekerlekli, plan dahilinde istiflenebiliyor ve orası küçük gösteri salonuna dönüşüyor.

‘40lı yıllarda burada Münir Nurettin konser verirmiş, kayıklarla çevresine yanaşanlar konseri dinlerlermiş. Ayrıca geçmişinde, vapur iskelesi olmadan önceki döneminde İngiliz yat kulübü olarak bir süre kullanılmış. Yani zaten araştırınca görüyoruz ki iskelenin ruhunda dinletiler, partiler ve çok yönlü bir kullanım var. Biz de o zamanki geleneği sürdüreceğini hayal ederek programa bir de etkinlik/konser alanı da ekledik. Sorduğun soruya dönersek, bu tip projelerde kentin hafızasındaki unutulmuş kullanımlarını tekrar tekrar ortaya çıkartmaya çalışıyoruz bunu yaparken de binanın mimarisine zedelemeden onun güçlendirecek, destek olacak bu şekilde yaptık.

Kamusal ve Özel Projelerde Mimari Yaklaşımın Farklılıkları

Bireysel kullanıma yönelik işlerle kültürel yapılara çalışma ve tasarım sürecinde neler farklı işliyor? Bu projelerde de tarihsel ve kültürel bir araştırma değil, daha çevresel unsurlar giriyor işin içine sanıyorum. Çeşitli ölçeklerdeki bu işlerde tasarım ve çalışma pratiği bağlamında ne farklı?

H. C.: Tasarım yaklaşımında farklılıklar oluyor tabi. Örneğin Bodrum’daki “Gümüşlük Evleri” projesi bir konut ve yatırım projesi. Orada coğrafyaya, alanın gün ışığı alıp almaması gibi koşullara, dolayısıyla yapının bulunduğu yerle olan ilişkisine bakıyoruz. Bu sefer de o ilişkiyi iyi kurmak önemli. Hem işverenin taleplerini çok iyi anlamak, hem de projenin bulunduğu yerin söylediklerini, rüzgârı, gölgesi gibi kriterleri çok iyi okumak gerekiyor. Mümkün olduğunca bunları gözetmeye çalışıyoruz.

Kamusal yapılarda tasarımında biraz daha özgür kalabiliyoruz. Programları, ölçekleri gibi kriterler olsa da, düşünce olarak daha özgür bir alan. Konut ya da yatırım odaklı yapılarda ise kurallar daha fazla ve en kritik konu o kuralların içinde kendi mimari perspektifinizi tekrar nasıl ortaya koyabileceğinizi bulmak. Kuralların içinde boğulmadan ya da yok olmadan koşulları kendi tasarım diline çevirip yine de orada hâlâ “sevdiğim bir şey yaptım” diyebilmek önemli.

M. Ü.: Az önce bahsettiğimiz Moda İskelesi, Taş Mektep gibi projeler -en azından bizim uğraştığımız kısmı- çoğunlukla kamusal. Diğer özel sipariş projeler ise tam olarak kamusal değil, ya ticari projeler ya da birtakım bireysel konut projeleri. Kamusal projeler, üzerine derinleşebildiğimiz bir alan. Bu tip projelerde sahne, tiyatro ve konser salonları gibi alanlarla, ses, ışık, kullanımı bağlamında benim müzik kariyerimin de önemli bir katkısı oluyor ve derinleşmemizi sağlıyor. Diğer projelerde ise işin ticari kısmı, müşteriler talepleri, coğrafya, alanın içinde bulunduğu durum, etrafıyla ve yerin doğasıyla olan ilişkisi gibi önemli bir koşullar ve kurallar silsilesi ile kuşatılmış durumdayız.

Muammer Karaca Tiyatrosu: Tarihî Katmanları Gün Yüzüne Çıkarmak

Beyoğlu’nda devam eden en önemli projelerden biri Muammer Karaca Tiyatrosu. Bu proje kültürel kazanım ve kentsel, toplumsal hafızadaki yeri bağlamında çok önemli. Projeyle ilgili detayları ve sürecin ne durumda olduğunu paylaşabilir misiniz? 

M. Ü.: Bu projede ihtiyaca çok iyi bir şekilde cevap verebildiğimizi düşünüyorum. İnşaat devam ediyor. Taşıyıcı sistemlerin, dış kabuğun, duvarların olduğu kaba inşaat bitti. Şimdi artık içine girilecek. Muammer Karaca çok katmanlı bir bina. Biz de içine girdikçe hem tasarım sürecinde hem inşaat sürecinde bu çok katmanlı yapıya tanık olduk. Örneğin altında bir sarnıç yapısı var. Burası zamanında bir sarnıç üzerine inşa edilmiş. Aynı zamanda yapının bir zamanlar komşusu olan eski sokaktaki başka bir bina ile ilişkisi olduğunu da keşfettik. Binanın nihai halinde iç duvarlarından biri bir 18. yüzyıl Beyoğlu binasının da cephesi. Biz o binayı da açığa çıkarmış olduk. Bu projedeki birinci yaklaşımımız bu iki önemli tarihi durumu binanın içinde görünür kılmaktı. Tiyatronun içinde daha önce fonksiyonel olarak çalışan bir fuaye alanı yoktu. Biz mekâna bir fuaye ve atrium eklemiş olduk. Binayı yapışık olduğu apartmandan ayırdık ve sarnıcı da alternatif olarak sergileme, tiyatro ve gösteriler için kullanılabilecek ayrı bir sahneye dönüştürdük. Sonuçta geldiğimiz noktada yıllardır gizli kalmış olan sarnıcı kullanılabilir bir alternatif sahne alanı olarak tekrar gün yüzüne çıkarttık. Şu anki tasarımda ana salonun balkonuna ulaşan merdivenlerin içinde bulunduğu bir atrium var.

Dolayısıyla burada da bir “yeniden işlevlendirme” yaklaşımı söz konusu. Tiyatro mekânını olabildiğince modern ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde ve hiç kapasite kaybetmeden tekrar kullanmayı amaçladık ve bu üç durum doğrultusunda ilerledi proje.

Mert Üçer ve Hande Ciğerli Gazioğlu

Hızla ilerleyen ve hemen hemen her meslekte iş yapış pratiğinin içine sirayet eden yeni teknolojiler ve bir yandan da sosyal medya ve görsel iletişimin artan etkisi sizim işlerinizi etkiliyor mu? Ya da nasıl etkiliyor?

M. Ü.: Biz “işimiz elimizden gidiyor” gibi bir yaklaşımda değiliz. Yenilikleri seviyoruz. Ben bu teknolojik gelişmeleri dijital fotoğraf makinesinin çıkışına benzetiyorum. Analog makineden dijital makineye geçilirken de artık isteyen herkes kolayca fotoğraf çekebilecek algısı oluşmuştu. Ama dijital dünyanın pratiklerinden faydalanan iyi fotoğrafçılar devam etti. Analog fotoğraflar çekmeyi sürdürdüler ve bir yandan da dijital dünyaya ayak uydurarak daha hızlı işler üretmeye başladılar. Mimarlığı da bir gün etkileyecekse bu şekilde olacağını düşünüyorum.

Teknolojik gelişmeler bağlamında bana göre mimari fotoğrafçılık çok önemli bir mesele haline geldi. İş kamusal değilse birçok insan tarafından deneyimlenmiyor. O yüzden fotoğraf projenin kendini göstermesi, anlatması için çok önemli hale geliyor. Birçok insan işi mimari fotoğraf üzerinden ve mimari fotoğrafçının gözünden deneyimliyor. O nedenle de biz de buna çok önem veriyoruz. Eskiden web sitelerimiz yeterliydi, hâlâ da önemli ama etkileşimin büyük bir kısmı sosyal medya üzerinden oluyor.

H. C.: Yenilikler önümüze geldikçe kullanmaya çalışıyoruz. Ama özünde ortada tespit edilmesi gereken bir tasarım problemi var ve bu soruya tasarım diliyle cevap vermek gerekiyor. Aslında tasarım süreçlerinde bu soruyu kendi kendine sorup cevaplıyorsun ve bunun için bile belli bir düşünce zincirine girmiş olmak gerekiyor. O zincire girdiysen de üzerine yazıp, çizip, eskizleyebilirsin. Başka türlü o soruya yanıt bulmak mümkün değil zaten. Dolayısıyla yeni teknolojiler bir noktada işimizi iyice kolaylaştıracak belki ama o soruyu sormak hâlâ bizim yapmamız gereken bir şey gibi geliyor bana. En azından bir süre daha…

HALİÇ’TE Yeni Bir Alan

Masanızda şu anda heyecan verici ne var?

M. Ü.: Haliç Tersanesi’nde iç mimarisini projelendirdiğimiz beş adet blok var. Bunlar haricinde halen tersane olarak çalışan yapı ile yeni binalar arasında tek başına duran eski fabrika (depo + imalathane) alanı için de bir “art residency” projesi hazırladık. Burası 30 odalı ve bir o kadar da atölyenin olduğu bir bina. Projenin güzel tarafı şu ki; tersane günlük hayata, kamusal kullanıma açmak istediğimiz bir alandı. Biz de bu doğrultuda “art residency” fikrini geliştirdik. Burası sanatçıların gelip, atölyeler düzenleyecekleri ve aktif üretimde bulunacakları bir alan olacak. Bunun için Avrupa, Japonya ve Kore’deki örneklerini inceledik. Türkiye’de de farklı ölçekte örnekleri var tabii ama burada 30 oda kapasiteli bir alan olması önemli.

Proje şu anda koruma kurulu onayında. Bu alanın yeniden fabrika, imalathane ve sanat da üretilen bir yere dönüşmesi bizi heyecanlandırıyor.

Previous Story

Sanat, Bir Başkaldırı Olarak: Marcel Dzama

0 0,00