Kendi Yokluğundan Türeyen Işık-Resimler - ArtDog Istanbul
Car crash outside Milan II, 2023. Arşivsel fotoğraf kağıdı üzerine C-type el baskısı, ahşap çerçeve, 31 x 41 cm

Kendi Yokluğundan Türeyen Işık-Resimler

36 yaşındaki İrlandalı fotoğrafçı Samuel Laurence Cunnane, yeni çalışmalarıyla Öktem Aykut’ta. Cunnane’ın adını “Bıçak Sırtı” filmine ilham olan “Kipple” kavramından alan sergisi, 21 Haziran’a kadar uzatıldı. Sergi, izleyiciyi gerçeğin samimiyeti ve mülkiyeti üzerine düşünmeye çağırıyor.

İrlanda’da 1989’da dünyaya gelen (henüz) 36 yaşındaki güncel sanatçı Samuel Laurence Cunnane’ın İstanbul Tepebaşı’ndaki Meşrutiyet Caddesi’nde bulunan Öktem Aykut galerideki Kipple fotoğraf sergisi, 21 Haziran’a kadar uzatıldı.

Bu, sanatçının Türkiye’de düzenlediği üçüncü solo sergisi.

Sergiye adını veren “Kipple” terimi, temelini Amerikalı bilim-kurgu ve felsefe, hatta siyaset kalemi Philip K.Dick’in beyazperdeye de iki kez uyarlanmış, 1968’de kaleme aldığı Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? adlı romanında geçen bir ifadeden alıyor.

Borusan Mid
Borusan Mid Mobil

Galeriden aldığımız bilgiye göre, Kipple “İnsan yaşamının yan ürünü olarak biriken, bir zamanlar işlevi olan, ancak artık tedavülden kalkmış, gözden çıkarılabilir ıvır zıvırı ifade ediyor. Kimse etrafta yokken, kipple kendini çoğaltıyor ve büyüyor.”

Sanatçının 8 Mayıs’tan beri izlenen renkli ve analog, yani bir diğer tabirle, hiçbir yapay-sanal-sayısal vb. katkı içermeyen fotoğrafları, ortalama 20 x 30 cm’lik veya 30 x 40 cm’lik ebatlarda, ahşap çerçeveli olarak izlenime sunuluyor.

Hayat denen sözde objektifin süzdüğü ‘inanılması güç’, tabii ki subjektif yaşam çapaklarını bir araya titizlikle getiren bu gerçeküstü fotoğrafların, kendi yokluklarında türeyen bu ışık-resimlerin boyut ve içerikleri, ziyaretçiyi aynı anda hem dijital kültürün ‘demans’a yatkın anlık ekran bilincine, hem de, sanat tarihinin üstatlarının peşine ‘birey birey’ düştükleri görsel söylemlere art arda uğurlayabiliyor.

Kingfisher, 2024.Arşivsel fotoğraf kağıdı üzerine C-type el baskısı, ahşap çerçeve. 19.4 x 29.5 cm

Sergideki ‘resimsi’ – pitoresk çalışmalar, izleyeni örneğin Rene Magritte, Salvador Dali, Roy Lichtenstein ve Marc Chagall ile, Max Ernst ve Yves Tanguy gibi gerçeküstücü, ya da popüler sanata yatkın ve hatta soyut dışavurumcu Jackson Pollock ya da modern izlenimci Edward Hopper’ın nesnedeki öznenin suretine hizmetkâr fırçalarına, tabaka tabaka sevk edebiliyor.

‘Kipple’ ifadesinin de yönlendirdiği gibi, sergi, bir bakıma modern ile post-modern kültürün yersizyurtsuz, kökensiz, daha kaba tabirle ‘piç’ imgelerinin yaptığı bir bağımsızlık mitingini, ya da medeniyetin ‘atıl imge’ denizinde döllenen bir nevî duygusal kanıtın adli kataloğunu hissettiriyor.

Miting benzetmesi özellikle, Fransız felsefeci ve fotoğraf sanatçısı Jean Baudrillard’ın, çağdaş sanat ve yaşayan dünya imajlarına gösterdiği direnişçi okumaları da düşündükçe, serginin galerideki antiseptik sessizlik içinde ürettiği ruhani gürültüye, o görsel yosun salıntısı hissiyata daha bir yakışıyor.

Columns, 2024. Arşivsel fotoğraf kağıdı üzerine C-type el baskısı, ahşap çerçeve. 19.4 x 29.5 cm

Bunun da üzerine bu imgelere, Türkiye, onun daha özelinde İstanbul gibi bir bellekler ve yapılar ile kültürler yığınında baktıkça, gördüğümüz imajlar, belki de sırf ‘bize özgü’ bir anlaşılır dağınıklığa çoktandır hizmetkâr hale geliyor. Bu da sanatçının burada niçin üçüncü solo sergisiyle misafir edildiğini galiba bir nebze açıklıyor.

Cunnane’ın kadrajlarında kuşku, en değerli doğal pozlama ilkelerinden biri olarak, görselin hem önü, hem de ardından, için için akıyor. ‘An’ın göze takılan muazzam kompozisyonlarına büyük bir farkındalıkla kendini bırakan Cunnane’in, sergisindeki Sütunlar (2024), Haç (2024) ve Zeytin Ağacı (2024), Ölü Ağaçlar (2024) ve Alışveriş Sepetleri II (2023) gibi ‘resim’lerinin asıl müsebbibi, rastlantılar olarak, tevazu içinde galerideki bir imgeden ötekine kaçışıyor.

Rahatsızlık halindeki hakikat, samimiyeti nedeniyle sanatçı için bir nevi taahhüt olarak hemen tüm eserlerde deneyimleniyor.

‘Fotoşop’ değil, ‘foto+şok’ ile, hayatın varlık / hiçlik sürçmelerini avlayan sanatçı, örneğin, Milan Dışındaki Araba Kazası II (2023), ya da Fabric (2023) veya Sigaralar (2024) gibi çalışmalarında da, zamanın ürettiği fikir ve biçim kolajlarını çerçeveleyerek, kaosu kendi düzeni dahlinde kutsuyor.

Cigarettes, 2024. Arşivsel fotoğraf kağıdı üzerine C-type el baskısı, ahşap çerçeve. 19.4 x 29.5 cm

Samuel Laurence Cunnnane, ellerimize yapışık cep telefonlarının yayın yönetmenliği özgüveniyle, ama kendi ürettiklerimiz hariç, hemen her imgeden ‘Yapay Zekâ’ ürkekliği duyumsadığımız bir dönemde, ‘yüzde yüz organik’ bir ‘inorganik’ kültürün, hurdaya çıkarılmış sahiciliğin madenciliğini yapıyor.

Sanatçının grafik lezzeti kadar dışavurumcu baharatı da yüksek imgeleri arasında ayrıca, Şakayık / Kırmızı Kat (2024), Yağmur Bulutları (2024) veya Kingfisher (2024) da sayılabiliyor. Az önce değindiğimiz gibi, Cunnane’ın çalışmaları özellikle, imajın rastlantısallığı ve insan eliyle veya doğaçlama sahtekârlığı üzerine mühim saptamalarla felsefe tarihine geçmiş, 1999 yazında İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde de sergi açmış fotoğrafçı ve düşünür Jean Baudrillard’ı (1929–2007) yâdetmemize vesile oluyor.

Baudrillard, Türkçeye de dostu ve akademisyen, eleştirmen Prof. Dr. Oğuz Adanır’ın 2012’de Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından kazandırdığı Neden Hâlâ Her Şey Yok Olup Gitmedi? adlı (2007) son çalışmasında, şu ifadeleri (s.18) bizimle paylaşıyor:

“…Gerçek ve ortadan kaybolma süreciyle, ayıklanması çok zor ilişkiler kurduğumuz söylenebilir. Bakılan her imgenin gerisinde, kaybolup giden bir şey vardır. Zaten, olayın insanı büyüleyen yanı da budur. Tüm sanal gerçeklik biçimleri (telematik, enformatik, sayısal) gerçekliğin ortadan kaybolup gitmesine neden olmuştur ki, herkesi büyüleyen olay da budur. Resmî açıklamalara göre, gerçek ve gerçeklik ilkesini bir külte dönüştürdük. Oysa asıl külte dönüştürülen şey gerçek midir, yoksa – günümüzde herkesin yanıtlamasını beklediği soru budur – gerçeğin ortadan kaybolması mıdır?”

Sanatçı Cunnane, Öktem Aykut’ta bizleri şahitliğine davet ettiği bu imajlarıyla, gerçeğin samimiyeti ve mülkiyeti üzerine düşünmeye çağırıyor. Sergi bu yönüyle izleyicide – tanıkta, gördüğü her şeyi hakikate yüceltme ve dahi kendi belleğinin mülkiyetine geçirip geçirmekte ne denli maharetli olduğu sorusuna zemin(-ler) hazırlıyor.

Rain Clouds, 2024. Arşivsel fotoğraf kağıdı üzerine C-type el baskısı, ahşap çerçeve. 19.4 x 29.5 cm

Hatırlanacağı gibi, Philip K.Dick’in ilgili romanından temelli çekilen Bıçak Sırtı (1982) ve Bıçak Sırtı 2049 (2017) isimli ikinci filminde de “Replicant” bireyler, (İnsansı yapay varlıklar) kendilerine ‘hikâyesi olan’ çeşitli nesneler ‘kazandırmak’ suretiyle, dramatik bir şekilde, ‘geçmiş’ edinmenin, böylece daha ‘insanca’ varolabilmenin yollarını arıyor.

İşte Samuel Laurence Cunnane’ın Öktem Aykut’ta (2021’deki gibi) bir araya getirdiği bu yeni ‘resimlerde’ de izleyici üzerindeki aynı etki açıkça hissedilebiliyor.

Cunnane’ın sergisi sanki, günümüzde kendi ‘hikâye’ / story süreçlerini saniye başı sayısız kurgu ve dijital efekt kozmetiğine bulaşık imge eşliğinde, ışığa hücum eden lâmba sinekleri misali toplayan ve boşluğa atan biz nankör, kendiyle rekabetçi insanların gezmesi adına açılan, bir grup samimi görsel ‘delil’den oluşuyor.

İlgili deliller, hem içerdikleri imajların ziyaretçilerce tüketiminden bağımsızlık savaşını, hem de bir yandan, anlattıkları kolektif hikâyenin özgünlüğü uğruna, adına ‘sanat’ denilen devasa hikâyede bir sahicilik, bir meşruiyet kazanmanın, yine tarihsel ve fanî kavgasını veriyor.

Fotoğrafçılığıyla felsefesine de yeni bir tartışma ve sunum katmanı sağlayan merhum Baudrillard, sanatçı Cunnane’ın inatçı yaratıcılığı ile, üretirken tartışarak saf tuttuğu ‘dijital ve analog imge üretiminin yol açtığı ve açacağı manzara’yı, yine aynı kitabında (s.32–33) adeta bir kâhin tutarlılığıyla, şöyle okuyor:

“Giderek yaygınlaşan bu sayısal teknolojiye sahip fotoğraf makinesinin, insan zekâsının tümünü özetlediği ve bundan böyle tamamıyla özerk olup, insanın bu teknoloji karşısında var olabilmek için ölmeyi kabul etmek zorunda olduğu görülmektedir. İnsanın ölümsüz olabilmek için teknolojik anlamda ortadan kaybolması, sayısal düzenin bir parçası haline gelmesi gerekmektedir.

Peony (Red Floor), 2024. Arşivsel fotoğraf kağıdı üzerine C-type el baskısı, ahşap çerçeve. 19.4 x 29.5 cm

‘Tek başına geniş bir alan işgal etmenin simgesi olan ideal örümcek, bir yandan ağını örerken, aynı anda da bu ağın kendisi gibi algılanmaya başlanmaktadır. Daha da güzel bir şekilde ifade etmek gerekirse, ben artık ne örümcek ağına düşen bir sinek, ne ağını ören örümceğim. Ben kendisinden başka bir şeye benzemeyen, belli bir merkez çevresinde değil, gelişigüzel bir şekilde dört bir yana doğru genişleyip giden ağın kendisiyim.’

Oysa bu, ayan beyan bir ölümsüzlük biçimidir ve işin aslına bakılacak olursa, insana yapay zekânın üstünlüğünden başka bir seçenek bırakılmamıştır. Bu sistemli kaybolma biçimi, gidebileceği en uç noktalara kadar götürüldüğünde karşılaşılan manzara, bu teknolojinin evrensel düzeyde kabul görmekle birlikte nasıl çalıştığını hâlâ hiç kimsenin bilmediği (Dijital Teknoloji Ürünü Koyunlar Neyi Düşler – Dick) ve insanı şaşırtan, paradoksal sorular sorulmasına yol açtığıdır:

Her şey ortadan kaybolmaya mı mahkûm edilmiştir ya da kesin bir ifade kullanmak gerekirse, neden her şey hâlâ ortadan kaybolmamıştır? (Böyle bir soru, hiç var olmamış bir felsefe tarafından sorulan ve buradakiyle çok az benzerlik taşıyan bir paradoksa yol açmaktadır:

Bir şeyler olması gerekirken, neden hiçbir şey yok?)”

Bilgi ve referans:
https://oktemaykut.com/wp-content/uploads/2025/06/SamuelLaurenceCunnane_Kipple_Preview.pdf
https://www.chateaushatto.com/exhibition/ultimate-paradox-the-photography-of-jean-baudrillard
Previous Story

Sebastião Salgado: Direnen Doğanın Tanığı

0 0,00