Suzanne Valadon’un Gerçekçi Kadınları - ArtDog Istanbul
Suzanne Valadon, Marie Coca ve Kızı Gilberte, 1913 Tuval üzerine yağlıboya, 162 × 129,5 cm. Lyon Güzel Sanatlar Müzesi, 1935-51 © Lyon MBA – Fotoğraf: Alain Basset

Suzanne Valadon’un Gerçekçi Kadınları

Suzanne Valadon’un Centre Pompidou’daki retrospektif sergisi, sanatçının 19. yüzyıl sonu Paris’inden modern sanata uzanan üretimini odağına alıyor. Sergi, Valadon’un kadın ve erkek bedenine getirdiği gerçekçi yaklaşımı, idealize edilmemiş figürleri ve sanat tarihindeki öncü konumunu görünür kılıyor.

/

Son günlerde izlediğim en feminist sergilerden birini paylaşmak istiyorum. Sergiyi gezerken, o dönemin egemen erkek bakış açısını düşünerek “Neden erkek ressamlar kadınları böyle resmetmediler?” diye soruyorsunuz. Çünkü söz konusu dönem 19. yüzyıl ve o dönemde sanat dünyasında kadın bedeni genellikle erkek bakış açısıyla idealize ediliyordu. Ancak Suzanne Valadon, erkek ressamların aksine kadınları ne idealize ediyor ne de erotize ediyordu; onları erkek bakışının nesnesi ya da arzu nesnesi hâline getirmiyordu. Valadon, kadınları daha gerçekçi bir şekilde betimliyor. Erkeklerin genellikle kadın bedenini arzu nesnesi olarak resmetmesinin aksine, Valadon kadınları güçlü bireyler olarak, kendi dünyalarında var olan figürler olarak tasvir ediyor. Kadın bedenini “mükemmel” bir şekilde değil, doğallığıyla, kırışıklıkları ve kaslarıyla resmediyor. Ayrıca, Valadon erkek nü resimlerine de farklı bir yaklaşım getirerek, sanat dünyasında normları yıkıyordu. Sanat tarihinde çıplak beden genellikle kadınları sergilerken, Valadon erkek bedenini de cesurca aynı şekilde ele alıyordu.

Suzanne Valadon’a Adanan Retrospektif

Paris’teki Centre Pompidou, 2030’daki yeniden açılışa kadar sürecek restorasyon çalışmalarından önce buradaki son büyük sergisini Valadon’a ayırıyor. Centre Pompidou, 1865–1938 yılları arasında yaşamış ve kendi kuşağının önemli sanatçılarından biri olan Suzanne Valadon’a adanan bir retrospektif sunuyor. Bu sergide, Valadon’un Montmartre’da, Paris’in bu bohem bölgesinde, sanatta kadınlara bakış açısını nasıl dönüştürdüğüne tanık oluyoruz.

Sanatçı, 19. yüzyıl Paris’inde nü model olarak başladığı sanat kariyerini, kendi çizim yeteneğini geliştirerek bir sanatçı kimliğine dönüştürdü. Valadon, döneminin baskın akımları olan kübizm ve soyut sanattan uzak durarak, sanatta gerçekliği savundu. Hem kadın hem de erkek nü çalışmalarını, yapay bir estetik ya da voyeuristik bir bakış açısıyla değil, doğrudan ve gerçekçi bir şekilde tasvir etti. Sergi, Valadon’un eserlerinin modern sanatın gelişimindeki öncü rolünü vurguluyor; öyle ki, yüzü tamamen görünen erkek nü resimlerini büyük boyutlarda yapan ilk kadın sanatçı olarak tanınıyor.

Suzanne Valadon Sergisi Bölümleri

Sergide yaklaşık 200 eser yer alıyor. Valadon’un resim ve çizimlerine yer veren sergide, daha önce nadiren sergilenen çizimleri de derinlemesine inceleniyor. Sergi, sanatçının eserlerini beş tematik bölümde ele alıyor: “Gözlem Yoluyla Öğrenmek”, “Aile Portreleri”, “İnsanları Tanımak İçin Onları Resmediyorum”, “Gerçek Teori, Doğanın Dayattığıdır” ve “Nü: Kadın Gözünden Beden”. Ayrıca, Valadon’la benzer sanatsal kaygıları paylaşan Juliette Roche, Georgette Agutte, Jacqueline Marval, Émilie Charmy ve Angèle Delasalle gibi çağdaş kadın sanatçıların eserleri de sergiyi tamamlıyor.

Genellikle hafif somurtkan ve meydan okuyan bir mizaca sahip olan ressam Suzanne Valadon’un, çıplaklığın geleneksel tasvirine meydan okuyarak kadın bedenini ele almak için yeni bir eleştirel alan yarattığı ve portrelerinde gerçek duygulara ve fiziksel deneyime dayanarak kadınları kendilerini aramaya, kendi bakış açılarını geri kazanmaya teşvik ettiği belirtiliyor.

Suzanne Valadon, İki Kız Kardeş, 1928. Tuval üzerine yağlıboya, 72 × 53 cm. Özel koleksiyon. Fotoğraf © Matthew Hol

Valadon’un Sanatsal Yolculuğu

Valadon sergisi, sanatçının kariyerini gözler önüne seriyor. 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyıla geçiş döneminde Valadon, Paris’in hareketli sanat, edebiyat ve sosyal yaşamına aktif olarak katıldı. 15 yaşında ressamlara nü modellik yapmaya başlayan sanatçı, o dönemde gerçek adı Maria’yı kullanırken, ressam olarak Suzanne Valadon adını benimsedi. Gustave Wertheimer, Jean-Jacques Henner, Pierre Puvis de Chavannes, Auguste Renoir, Paul-Albert Bartholomé ile Henri de Toulouse-Lautrec gibi dönemin önemli sanatçılarına modellik yaptı. Hatta Toulouse-Lautrec ile tutkulu bir aşk yaşayan Valadon, onun kendisine verdiği “Suzanne” ismini kullanmaya başladı.

Resim yapmayı ise, poz verdiği ressamların çalışma tekniklerini gözlemleyerek öğrendi. Kendi kendini yetiştiren sanatçı, heykeltıraş Bartholomé’nin teşvikiyle çizimlerini Edgar Degas’a gösterdi. Degas, Valadon’un yeteneğinden etkilenerek ona şu sözleri söyledi: “Sen bizdensin!”

Valadon’un ilk desenleri, günlük yaşam sahnelerinden, çevresindeki kadınlardan ve oğlundan ilham aldı. Hayatı boyunca yaptığı otoportrelerinde kendisini sert bir ifadeyle resmetti ve bu yaklaşımını şu sözlerle açıkladı: “İnsan kendine karşı sert olmalı, vicdanlı olmalı, kendisiyle yüzleşmeli.”

Aile Portreleri

1892 yılında resim yapmaya başlayan Valadon, ailesini, annesini, oğlunu, eşini, kız kardeşini ve yeğenini olduğu gibi resmeder. Birlikte yaşadığı insanları, onları nasıl görüyorsa öyle resmeder. Mesela, annesinin yüzündeki kırışıklığı saklamaz. 1909’da yaptığı oğlunun portresinde Maurice Utrillo, solgun ve yorgun bir yüz ifadesiyle, içine kapanık ve hüzünlü bir halde tasvir edilir. Sevgilisi André Utter’in ailesini resmettiğinde, Utter’in annesi ve kız kardeşleri, sert ve donuk ifadeleriyle koltuklarında oturur. Sanatçı, yaşadığı mekânları resmederken daha özgür ve ferah bir anlatım kullanır.

Valadon’un 1894’te eserleri ilk kez sergilediğinde, çizgilerinin sertliği ve doğrudanlığı eleştirmenler tarafından sıkça vurgulanır. Edgar Degas, çizimlerini “sert ama esnek” olarak tanımlar. Valadon’un belirgin ve güçlü çizgileri, hem figürleri hem de nesneleri keskin bir şekilde tanımlayarak, sanatçının imzası haline gelir.

“İnsanları tanımak için resmediyorum” diyen Valadon, tanınırlığının arttığı 1920’lerde burjuva portrelerinden oluşan bir dizi eser üretmeye başlar. Sipariş üzerine yapılan bu portreler, çoğunlukla yüksek sosyete kadınlarını tasvir eder. Bu portreler, Valadon’un sanat dünyasındaki yerini sağlamlaştırırken, aynı zamanda resmettiği kişilerin sosyal statülerine de vurgu yapar.

Valadon, doğayı çok sevmesine rağmen, natürmort ve manzara resmine sanat yaşamının ilerleyen dönemlerinde yönelir. Paul Cézanne’dan izler taşıyan ilk doğa sahneleri, I. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkar. Daha sonra sanatçı, belirgin çizgiler ve canlı renklerle şekillenen, kendine özgü bir tarz geliştirir. Sanatçının natürmortları, çoğunlukla atölyesinde geçen günlük yaşamından kesitler sunar.

Suzanne Valadon, Mavi Oda, 1923. Tuval üzerine yağlıboya, 90 × 116 cm. Fotoğraf: Centre Pompidou, MNAM-CCI / Jacqueline Hyde / Dist. GrandPalaisRmn

Nü: Kadın Bakışı

Suzanne Valadon, çok erken yaşlarda erkek sanatçılara ait olan nü resim geleneğine adım attı. 1909 yılında yaptığı Adem ile Havva adlı eseri, bir kadın sanatçının erkek nü resmettiği ilk çalışmalardan biri olarak kabul edilir. Bu tabloda, Adem ile Havva’nın geleneksel ikonografisinin aksine, kadın ve erkeğin genital bölgeleri açık bir şekilde doğrudan gösterilir. Bu tablo, sanat dünyasında büyük bir yankı uyandırır; ancak bu yankı hızla bastırılır. Valadon, 1920’de eseri Salon des Indépendants’ta sergileyebilmek için, Utter’ın cinsel organını bir asma yaprağıyla örtmek zorunda kalır.

Serginin odak noktası, Valadon’un kadın figürlerini nasıl betimlediği. Bu yüzden, Valadon’un kadınlarına yeniden dönmek gerekirse, toplumsal ve sanatsal normlardan bağımsız hareket eden Valadon, kadınları genellikle gündelik hayat içinde, idealize etmeden betimler: yıkanırken, giyinirken ya da dinlenirken. Bu bedenler yorgun, kasılmış ya da eğilmiş bir şekilde tasvir edilir. Örneğin, serginin afişinde de yer alan ve öne çıkan yapıtlardan biri olan La Chambre bleue (Mavi Oda, 1923) adlı tablosunu ele alırsak, eserde yatakta sigara içen, düşünceli bir kadın figürü yer alır. Valadon, geleneksel oryantalist bakışı tersine çevirerek modeli çıplak değil, modern giysiler içinde resmeder. Kadın, izleyicinin bakışına aldırmaz ve tabloda güçlü bir özne olarak sunulur.

Valadon, her yaştan ve her vücut tipinden kadınları gerçekçi bir şekilde betimler. Kadınlar her zaman özgür ve bedenlerinin hakimi olarak görünürler. Bir başka örnek olarak, Autoportrait au miroir (“Aynalı Otoportre”, 1927) adlı eserinde, 62 yaşındaki Valadon kendisini gösterişsiz, sarkık omuzlarla tasvir ederken güçlü özelliklerini de ortaya koyar. Tabloda, özne olarak bakışları yorgun ama tavizsizdir. Bu otoportre, onun yalnızca sanatsal kimliğini değil, aynı zamanda kendini olduğu gibi kabul etme gücünü de yansıtır.

İnandığını Yaşayan Sanatçı

Valadon, 1938’de ölmeden kısa bir süre önce yazar Francis Carco’ya verdiği demeçte şunları söyler: “Bitti ve bana verdiği tek memnuniyet, inandığım hiçbir şeye asla ihanet etmemek veya taviz vermemek…” Valadon sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda birçok sanatçıya ilham veren bir figürdür. On yıl boyunca ressamlara modellik yaptı. Çocuklarını resmederek, annelik ve sanatçılık gibi genellikle birbirine zıt görülen iki rolü bir araya getirdi; bu durum, dönemin beklentilerinin dışında bir sanat anlayışını ortaya koymasını sağladı. 500 tablo ve 300 çizimle sanat dünyasında kalıcı bir iz bıraktı. Diğer kadın sanatçılardan farklı olarak, daha sert ve belirgin çizgilerle çalışmalar yaptı. Bu tavrı, onu dönemin estetik anlayışından bağımsız, özgürce çalışan bir sanatçı yaptı.

Sergi, 26 Mayıs’a kadar açık.

Previous Story

Doğa ve Kültür Arasında

0 0,00