Yerinden Edilmiş Hatıralar sergisi nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
Yerinden Edilmiş Hatıralar serisi aslında tesadüflerin sonucunda oluştu. Bambaşka bir proje için yola çıkmıştım ve uzun zamandır referans olarak siyah beyaz fotoğraflar topluyordum. Bu fotoğrafların kaynaklarının çeşitliliği benim için çok önemliydi, ne kadar çok insanı, doğayı, olayı ve coğrafyayı temsil ederse o kadar çok çeşitliliğe ulaşacağımı düşünüyordum ama aklımda bu fotoğrafların serginin kendisini oluşturması fikri yoktu. Benimle ya da bana tanıdık gelen duygularla bağlantısı olmayan görsellerde kendime dair bir anlatı bulabilir miyim? Ya da o fotoğraflarda var olan bilgiyle bir bağ kurabilir miyim diye meraklanmıştım ve genellikle yurt dışına gerçekleştirdiğim gezilerimde bit pazarlarından, özel arşivlerden, tesadüfen tanıştığım insanların albümlerinden, sanatçı arkadaşlarımın koleksiyonlarından iç güdüsel olarak genel bir seçki yaptım. Seçkideki bazı fotoğraflar Norveç’te yanmış ve terk edilmiş bir evden geldi. Kimileri Danimarka’da ölen birinin açık artırmaya çıkan eşyalar arasında bulundu. Birkaçı intihar eden Galip Caner adlı bir fotoğraf emekçisinin ailesinden sanatçı arkadaşım Eda Emirdağ bana ulaştırdı. Birkaçı ise kendi aile arşivimden alındı.
Hayatın hemen hemen her alanında sıklıkla karşılaştığımız gündelik yaşamdan görüntüler senin sanatsal üretiminin en önemli parçasını oluşturuyor. Daha sonra bu görüntü arşivini nakışlayarak bir tür yeni arşiv meydana getiriyorsun. Bu fikir sanatsal pratiğine nasıl yerleşti? Biraz anlatır mısın?
Aile fotoğraflarının her zaman inceleme konusu halinde olduğunu görebiliyoruz. Çağdaş yazarlar, sanatçılar ve film yapımcıları da dahil yaratıcı sektördeki kişiler çalışmalarında aile fotoğraflarını kullanmışlar. Aile ilişkilerinin karmaşık hikayeleri içinde bulunduğumuz dönemlerin bir temsili olmuş; tutku ve rekabetler, gerilim, kaygılar ve sorunlar gibi… Burada sadece ailenin kendisini değil, temsil geleneğini de sorgulayan bir bakış açısı ile elime geçen bu fotoğrafları nakışlayarak yeni bir pencere açmak istedim. Bu pencere ile aile kavramından yola çıkarak daha geniş alanlara ulaşıp ulaşamayacağımı; bu eserlerle direniş ve mücadele biçimlerine yaklaşıp yaklaşamayacağımızı görmek istedim.
Üretimlerinde kültürel ve toplumsal bir değişim ve dönüşümün izleri de öne çıkıyor. Hızla değişen ve dönüşen bir toplumda görsel kültürün izlerinin yok olmasından endişe duyuyor musun?
Aslında duymuyorum, sadece bu izleri nasıl kaydettiğimiz ve gerektiğinde bu kanıtları nasıl kullandığımız önemli diye düşünüyorum. Çünkü fotografik görüntülerin günümüzü şekillendirdiği bir kültürde yaşarken, kendimizi ve varlığımızı en iyi ifade eden alanın sosyal medya olduğunu görebiliyoruz. Bu teknolojiler çok hızlı gelişirken, gelecekteki etkileri hakkında teori oluşturma hızımız ne yazık ki aynı değil. Hangi durumlar günümüz fotoğrafçılığındaki kültürü okumamıza yardımcı olabilir ve tam tersine, fotoğraflarla karşılaştığımızda hangi kültürel yapıları elde edebiliriz? Günümüz fotoğrafçılığı herkesin elinde olan telefonlarla ve onları sosyal medyada paylaşma arzusu ile çok hızlı çekip tükettiğimiz bir etkinliğe dönüştü. Dijital dünyada fotoğrafçılık hafıza ile toplumsal tarih, kamusal alan ile kişisel tarih arasındaki bu kavşakta yer alıyor. Ne kadar çok paylaşırsak o kadar çok içinde bulunduğumuz tarihte ve popüler olanın içinde yer alıyoruz. Hafızalarımızda yer alan anlar çektiğimiz fotoğraflar sayesinde daha kalıcı hale geliyor ama içinde bulunduğumuz anı kaydetme arzusu, o anı sonuna kadar yaşayabilme hissini azaltıyor. Fotoğraflar geçmişimizin aracısız temsilleri olamazlar ama günümüzde onlara bakarak hem fantastik bir geçmiş inşa ediyoruz hem de ‘gerçek geçmişin’ başka versiyonlarını bulmak için birçok kanıtımız oluyor.
Oldukça geniş bir fotoğraf arşivine sahip olduğunu biliyorum. Bu geniş arşiv içerisinde hangisini nakışlaman gerektiğine nasıl karar veriyorsun?
Bu tamamen içgüdüsel oluştu. Önce fotoğrafları görür görmez bende uyandırdıkları hisse odaklandım sonra onların nakış versiyonunu gözümde canlandırdım ve belli bir estetik ile birbirleri arasındaki oluşabilecek ilişkiyi düşündüm. Her birinin belli bir duyguyu, olayı, dönemi ve fikri temsil etmesini hedef aldım. Farklı duygular, olaylar ve dönemler ile daha geniş hislere ve temsiliyetlere ulaşabilme amacı ile bu çeşitliliği zengin tutmaya çalıştım. Birçok seçkinin kendi içinde bir estetik barındırdığını ve bu estetiğin kendi içinde bir dili olduğunu sonradan fark ettim. Mesela seçilenler figür odaklı olmalarına rağmen gizemli bedenlerden çok beslendiğimi gördüm ya da bir fotoğraf karesi olarak kadrajda tamamen yer almayan imgelere odaklandığımı fark ettim.
Yurtdışında yaşaman ve üretmen sanat pratiğini nasıl etkiliyor ve şekillendiriyor?
Sanat pratiğime İngiltere’de başladım. Aslında en başta öğrendiklerim orada gözlemlediklerimle ilgiliydi. Oradan çocukluğumdan gençliğime bir parçası olduğum kültüre başka bir gözle bakabildiğim zaman, doğduğum topraklara olan bağım arttı ve buraya dair fikirleri, duyguları ve bilgileri konularımda işlemeyi tercih eder oldum. Çok farklı uluslardan gelen sanatçılar ile yaptığım iş birlikleri, onlardan öğrendiklerim ve gözlemlediklerimle bize ait olan malzemeyi ya da kültürü nasıl daha farklı yorumlayabileceğime dair deneyimler edindim.
Serideki eserlerin siyah-beyaz renklerde nakışlanmasının nedeni nedir?
Fotoğrafların orijinal hallerine sadık kalmak istedim. Serinin kendine ait hissini tam olarak verebilmek için de sadece siyah beyaz fotoğraf arşivlerine odaklandım.
Seçkideki işlerin arasında siyah – beyaz nakışladığın bir sokak köpeği de var. O köpeğin senin geçmişin ile ilişkisi nedir?
Fotoğrafın orijinali Galip Caner’e ait. Galip 1952-2000 yıllarında yaşamış bir fotoğraf emekçisidir. Kendi hayatına son vermesinden 19 yıl sonra arşivden kalan son kutu ailesi tarafından sanatçı Eda Emirdağ’a ulaştırılmış ve kendisi de Galip Project’i davet ettiği sanatçılarla gerçekleştirmiştir. Projede bulunan fotoğraflar ve Galip’in hayatı üzerinden çeşitli okumalarla fotoğrafçılık, telif hakları, arşiv, miras ve sanatın düşünüldüğü ve konuşulduğu çok çeşitli medyumda üretimleri ‘Pasaj’ isimli sanat inisiyatifi ile 2019 yılında gerçekleştirmişler. Bu açık arşive erişime olan katılımcı sanat projesinden bu vesile ile haberdar oldum ve Galip’in fotoğraflarını gördüm çıkı tanesini de Yerinden Edilmiş Hatıralar serisine ekleyerek Galip Project’e dahil oldum. Bunlardan biri At Play, diğeri ise senin beğendiğin Stray Dog adlı çalışma.
Bu fotoğrafın aslında geçmişimle ilgili doğrudan bir bağlantısı yok fakat hepimizin Türkiye’de sokak hayvanları ile olan ilişkisi benim yurt dışında edindiğim deneyimlerden farklı. Orada ilk kez evde köpek besledim ve onunla olan ilişkim, onun karakteri benim hayatıma kattıkları başka bir boyuttaydı. Ben iki farklı köpek eşleştirmesi yaptığım zaman şu anda içinde bulunduğumuz sokak hayvanları yasa değişikliği yoktu. Bu anlamda seçtiğim temaların çeşitliliği bütünün örülmesinde izleyiciyi yönlendiriyor diyebiliriz. Tehlikenin farkında olan ve bize kamera lensi aracılığıyla bakıp hırlayan ve geçmişten gelen bu sokak köpeği içinde bulunduğumuz dönemi temsil ediyor. Fakat fotoğrafı çeken Galip de o fotoğrafı keşfedip nakışlayan ben de böyle bir anlatıma ulaşacağımızı bilmiyorduk.