Handan Börüteçene’nin 5. Yeni Eğilimler Sergisi’ndeki (Mimar Sinan Üniversitesi) Kır/Gör enstalasyonu, 1985, Sanatçının izniyle

Üç İç Denizin Ülkesi Bir Düşünce Atölyesi

Handan Börüteçene’nin Üç İç Denizin Ülkesi, kırk yılı aşkın süredir kararlı biçimde arkeoloji, tarih ve doğa odağında üreten sanatçının bugüne kadar düzenlenen en kapsamlı sergisi. Sergi, 14 Nisan’a kadar SALT Beyoğlu’nda.

/

Handan Börüteçene’nin sergisini gezdikten sonra, serginin küratörü Amira Akbıyıkoğlu ile olan konuşmalarının kaydını dinledim ve orada sanatçının, “Sergimi gezenler burayı bir atölye gibi alsınlar dilerim,” dediğini duydum. Sergi gerçekten de bu ortamı sunuyor. Sergiyi, kendi sanat üretimimi besleyen, ilişkiler kurmama olanak bırakan, engin ve derin bir ilham aygıtının içinde hareket eder gibi gezdim. Sanatçı olsun olmasın, herkesin buraya böylesi bir “düşünce atölyesi” gibi yaklaşmasını temenni ederim.

Serginin girişi denizler altı gibi kurgulanmış. Denize Âşık Olan Kürenin Kitabı (1990) adlı eser dizisi ile denizlerin derinliklerine dalıyoruz. Psikolojinin, sanatın, edebiyatın evreninde denizler bilinçaltımızı sembolize eder. Denize dalışımız, bilinçaltımıza dalıştır.

Bu girişin devamında, yukarı katlarda deneyimlediğimiz eserler unutmuş olduğumuz birtakım olgu, olay ve zamanı karşımıza çıkarıyor. Bellek işlemeye başlıyor. Geçmişten bugüne taşınan, derinlerden suyun yüzeyine vuran, bilinçaltından bilince gelen birçok konu sergide var. Birtakım büyük hayat meseleleri, ülkemiz ve dünya toplumlarının ortak belleğinde yer edinmiş vakalar, toplumsal travmalar; semboller, ikonik imgeler, yeryüzünün ve Anadolu ve Trakya mirasımızın doğa ve kültür öğeleri ile birleşerek çok katmanlı, girift, dolanık bir dil oluşturmuş. Toprak, hava, su elementleri de buraya dahil, Irak Savaşı da, işçi kadınlar da (İşçi Kadın, 1982-2023), Çatalhöyük de (Kır/Gör, 1985-2023) atalık tohumları da (Yeryüzünün Belleği, 1995)… Bu son derece özgün bir sanat dili. Evrenin yaratılış mitolojilerinden bir anda, 80’ler Beyoğlu’sunun arka sokaklarında süregiden gece hayatından kesitlere ve bir Ermeni marangozun tezgahına mercek tutmaya yönelen (Armenak Ustanın Marangoz Tezgâhı, 2000); sürekli kasılıp genişleyen, nefes alan organlar bütünü gibi, yaşayan, evirilen bir dil bu.

Handan Börüteçene’nin Yeryüzünün Belleği (1995) serisinden bellek kasası. Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt), 2023

Girişte denizler altından çıkıp gelen eserlerinizde, 70 milyon yıllık taş kütlelerin içine yerleşmiş, camdan bir dizi küre bulunuyor. Bu kabarcıklı küreler insanlık kadar eski, sözün ötesi ve öncesindeki sezgisel bilgiye alan tutuyorlar. Aslen, Yunan şair Sappho’nun bu taşlara kazınan şiirlerindeki kayıp sözcüklerin yerini tutuyorlar. Yokluğu vurguluyor, ona bir yer veriyorlar. Farklı dillere mensup bireyler arasında ayrıştırıcı olabilen sözün ötesinde, herkesin ait olabileceği bir alan açıyorlar. Kapsayıcılık içeriyorlar. Bu ancak sanatın sembolik, sezgisel ve estetik diliyle yapılabilecek bir hamledir. O boşluğu, düşüncelerimiz, hislerimiz, hikayelerimiz ile doldururuz. Boşlukta varlık buluruz. Bu mekanizmayı harekete geçiren ise salt arzudur. Evrenin yaradılışı da böyle değil midir, kimi inançlara göre? Bununla birlikte, serginin en güzel sürprizlerinden biri olan küratöryel yaklaşımın bir getirisine işaret etmek istiyorum. Sanatınızın açtığı bu soyut alana, eser dizisinin zamanında satın alındıkları koleksiyonerler tarafından kaybedilmiş olan parçaları davet ediliyor. Kaybolan eserlerin demirden tasarlanmış “hayaletleri” mevcut eserler ile birlikte sergileniyor. Bu kayıp eserlerin nasıl kaybedildikleri ve bugün nerede oldukları bilinmiyor. Varlığın yanında boşluğu da imleyen sanatsal diliniz, Türkiye’deki kültür mirası ve sanat eserlerine yönelik ihmalkâr tavra -hukuksal bir meseleye- dikkat çeker hale geliyor.

Türkiye bir hukuk ülkesidir. Bunu hiç unutmamamız lazım. Biz yasaları işler kılarsak hukuk çalışır, işler kılmazsak çalışmaz. Sanat eserleri ve kültür varlıkları, yasalarımız tarafından koruma altındadır. Çünkü onlar bu ülkenin kültür varlığının parçalarıdır. Kayıplar müzelerde, özel koleksiyonlarda, galerilerde yaşanıyor. Bu herkes tarafından bilinse de neden bilinmez (!) pek gündeme getirilmiyor. Mesela çok ciddi ve değerli bir müzemiz olan Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yaptığım Yeryüzünün Belleği (1995) sergisinden bir yapıtı İlhan Temizsoy’un müze müdürü olduğu o dönemde oraya hediye ettim. Şimdi o yapıt bulunamıyor. Amira ve ben bu kayıp olgusunu ciddiye aldık ve bu sergi vesilesiyle gündeme getirmeye karar verdik. Serginin tasarımını üstlenen Emirhan Altuner bu boşlukları vurgulayan, kayıp eserlerin hayaletini sergiye getiren çok güzel tasarımlar yaptı.

Bu sorunu, ülkemizde otorite sahiplerinin veya devletin kaybedilenlere gösterdiği genel yaklaşıma, faili meçhulleri çevreleyen sessizliğe bile bağlayabiliriz. Burada, kayıplara yönelik sessiz saygı duruşunun yanında, söylem ve eyleme geçme daveti de yapılıyor ve bir “ihbar” hattı kuruluyor.

Türkiye’de sanat eserlerine veya kültür varlıklarına devlet veya yerel yönetimler tarafından zarar verildiği zaman, medya bu haberi hemen ciddiye alıyor, gündeme getiriyor. Hemen telefonlar açılıyor, görüşler alınıyor. Sanatçısı ile röportajlar yapılıyor. O anda bu konuya büyük özen gösteriliyor, alan açılıyor. Fakat medya normal zamanlarda asla birinci sayfadan sanat haberlerine yer vermiyor. Kamunun zihninde sanatın değeri nasıl oluşacak? Kamu yalnızca kırıldığı, zarar gördüğü zaman mı haberdar olacak? Ancak medyada yer verilirse, gereken değer gösterilirse, buna dair kamuda bir algı oluşabilir. SALT’ta bununla ilgili konuşmalarımız olacak. Katılmak isteyen sanatçılar da, alanın diğer ilgili kurum ve kişileri de katılımıyla ve bu meseleyi hukuksal yanı dahil her boyutuyla tartışmaya, paylaşmaya, çözüm bulmaya açmak istiyoruz.

İlginizi çekebilir:  “İstanbul’un İyiliği İçin Nüfus Yarıya İnmeli”

Burada bir şeffaflık talebi var, ki bu talep bir haktan ileri geliyor. Ve bu talep, üstten bakan, hesap soran ve suçlayan bir tavır edinmeden, kendini, eserlerin yokluğunu vurgulamak suretiyle gündeme getiriyor. Bu tavrı son derece dişil ve değerli buluyorum.

Böyle hissediyorsan, bu dişil bellek sende var demektir. Bu ne demek? Bir insanın varoluşunu düşünelim. Bir eril olan, bir de dişil olan var. Kadının yumurtalıklarındaki yumurta sayısı daha o doğduğunda bellidir. O yumurtaların her biri son derece değerlidir çünkü her bir yumurtanın içinde onu var eden bütün DNA’larda evrenin bütün bilgisi kayıtlıdır. O bilgi spermle birleştiğinde yani iki tarafın hücreleri birleştiğinde, oluşan zigota iki taraftan da bilgi geçer. Cinsiyet, örneğin, eril taraftan gelir, fakat evrenin belleği yumurtadan gelir. Peki ilk oluşan organ hangisidir? Beyindir. İlk iş, hafızanın yani evrenin bilgisinin kaydedileceği beyni oluşturmaktır. Arkasından kalp gelir, çünkü beynin beslenmesi gerekir. Sonra da bu ikisinin hayatta tutmak için gereken her şey oluşmaya başlar.

Bu yaratımın sanat üretimiyle ne gibi bir ilgisi vardır?

Birebir ilişkilidir. Sanatı geçtim, bir tencere yemeği icat etmek de bir yaratıcılıktır. Veya bir evi donatmak. Bakın, hepimiz biliyoruz ki fevkalade erkek egemen bir dünyada yaşıyoruz değil mi? Her şeyi bunun üzerinden okurlar. Bütün mağara resimlerini erkekler yapmıştır derler. Doğru değil, kadınlar da, çocuklar da yapmıştır. İngiltere’de bir kazıda bir kadın gömüsü bulundu, kılıcıyla birlikte.

Handan Börüteçene, Denize Aşık Olan Kürenin Kitabı

Savaşçı bir kadın mı?

Savaşçı da olabilir, avcı da. Buluntu çok yeni, bilimsel sonuçlar için beklemek lazım. Esasen sürekli dikte edilen nedir? Avcı toplayıcı dönemde erkekler ava gidiyordur değil mi? Resmi tarih böyle yazar. Hatta, kadınlar onları bekliyor veya bitki-meyve topluyordu der. Sanki o dönemi görmüşler de kayıt almışlar gibi… Halbuki arkeolojik veriler gösteriyor ki, birçok balta ve kesici alet kadın eline göredir. Bu türden erkek egemen tarih okumalarından uyanmak lazım.

Ayrıca biliyoruz ki hayvan kesimleri, ritüellerin, törenlerin de parçası olabiliyor o çağlarda. Toplumların çoğunluğuna şaman inancı hakim ve şamanik toplumlarda ritüelleri çoğunlukla kadınlar yönetiyor. Kadınlar orada ebe, gömücü, düzenleyici, şifacı ve daha birçok şey. Anadolu’nun şaman toprağı olduğunun üstü örtüldü. Yönetimler bugün bundan bahsedilsin istemiyor. Sizinw serginiz bunun ötesine geçiyor diye düşünüyorum. Bu budur demeden, çağlar, inançlar, insanlar, diğer türler, tohumlar, objeler arasındaki dolanık ilişkiler, sürekli bir akış halinde varlık buluyor. Düşünceler, form değiştirerek karşımıza tekrar tekrar çıkıyor. Döngüler halinde ilerleyen bir akış bu. Yaşamın kendisi, evrenin işleyişi gibi. Konuşmanızda evren olmasa ben yaratamazdım ve hiçbirimiz yaratamazdık diyorsunuz. Burayı biraz açar mısınız?

Hani o bahsettiğim yumurtadan gelen, yeryüzü ve evrenin bütün bilgisi kayıtlıdır diyorum ya, işte kişinin yaşadığı tüm deneyimler de o bütüne eklenir. Sen tüm bu bilginin üzerini sistemin yutturmasıyla kapatırsan, gerçeği unutman son derece kolay. Halbuki onu taze tutabilir ve hatırlamaya zaman ayırabilirsin. Aslında bu bilgiyi hep bilirsin. Deriz ki, “içime doğdu”! İyi de, nerden doğdu? Beyin bilir.

 Bu derin sohbet için teşekkür ediyorum. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ayrıca, işlerimin izleyiciye ulaşmasında SALT’a, serginin küratörü Amira Akbıyıkoğlu’nun ve mimarımız Emirhan Altuner payı büyük, onlara ve sergiye emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. 40 yıla yayılan bu yapıtları seçerek bir araya getirmek akıllıca, sözünü doğru söyleyen bir sergi düzeni ile oldu. Genellikle retrospektiflerde yapıldığı şekliyle ne kronolojiden gittik ne de bütün işlerimi sergiye koyduk. Zaten öyle olsa binaya sığmazdı ve anlamı olmazdı. Çünkü izleyiciye o nefes alacağı, kendi hayallerini kuracağı o çok değerli boş alanı bırakmamış olurduk, yani izleyicinin atölyesi olması için alan tanımamış olurduk. Sergimizin hem sözünü söylemesiyle, hem izleyicinin atölyesi olmasıyla hem de “kayıp aranıyor”la altı ay boyunca yaşar olmasını istedik.

Previous Story

Yerdeki Yıldızlar

Next Story

Anadolu Hisarı: 600 Yıllık Tarih

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.