Frieze Sculpture Fatoş Üstek’e emanet

Dünyanın önde gelen fuarlarından biri olan ve bu yıl 20. yaşını kutlayan Frieze London’ın ilgiyle takip edilen kamusal programı Frieze Sculpture’ın küratörlüğünü Fatoş Üstek üstleniyor.

//

Sanat dünyasında gözler bir kez daha Londra’ya çevriliyor: Bu kez Frieze sayesinde! Çünkü dünyaca ünlü fuar, bu yıl 20. yaşını kutluyor ve yıldız isimlerin sergilerini, dev projeleri, dikkat çekici seçkileri bir araya getiriyor.

Çağdaş sanatın star sanatçılarının sunumlarının yanı sıra fuarın belirlediği Simone Leigh, Olafur Eliasson, Wolfgang Tillmans gibi isimler, kendilerine eşlik edecek birer eş sanatçı seçtiler ve her biri solo stantlarda birlikte çalışacaklar. Ayrıca Frieze London’ın kardeş fuarı Frieze Masters kadın sanatçılara ithaf edilmiş özel bir bölüme yer verecek.

Tüm bunların yanı sıra Frieze’in kamusal alana yayılan ve her yıl merakla beklenen Frieze Sculpture sergisi de bir kez daha şehrin yaratıcı ruhunu kutluyor. The Regents’s Park’ta anıtsal eserleri bir araya getirecek olan Frieze Sculpture, bu yıl küratör Fatoş Üstek’e emanet. 20 Eylül-29 Ekim tarihleri arasında izlenebilen Frieze Sculpture, Üstek’in seçimiyle Ayşe Erkmen ve Gülsün Karamustafa’nın yanı sıra Ghada Amer, Leilah Babirye, Sanford Biggers, Jyll Bradley, Angela Bulloch, Catharine Czudej, Yuichi Hirako, Suhasini Kejriwal, Tony Matelli, Louise Nevelson, Temitayo Ogunbiyi, Zak Ové, Li Li Ren, Hans Rosenström, Tomas Saraceno, Yinka Shonibare, Josh Smith, Amy Stephens, Holly Stevenson ve Hank Willis Thomas’ın eserlerini ağırlayacak.

Ayşe Erkmen, Moss Column, 2023, Stone, moss and copper, H: 500 cm, Ø 60 cm.
Sanatçı ve Dirimart’ın izniyle

2017’de beri Artlyst Power 100 listesinde sanat dünyasının en önemli 100 kişisi arasında yer alan, birçok kez Avrupa’nın en etkili küratörleri arasında gösterilen Fatoş Üstek ile hem Frieze Sculpture’ı hem de küratöryel pratiğini konuştuk.

Kapsamlı ve dikkat çeken bir seçkiyle karşımıza çıkacak olan bu yılki Frieze’i siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Heyecan verici. 20 yıl oldukça büyük bir başarı ve Frieze London’ın Londra sanat camiasının gelişmesinde çok büyük bir rolü var.

20 yıllık geçmişiyle düşündüğünüzde Frieze’i nasıl tanımlıyor, çağdaş sanat sahnesindeki yerini nasıl görüyorsunuz?

2000’li yılların başı Londra için oldukça önemli bir dönüm noktası. Avrupa’da çağdaş sanatın gösterim alanları yaygınlaşmışken İngiltere hâlâ modernist ve empresyonist sanat eserlerine ağırlık veriyordu. Benim de 2015 yılında ikinci edisyonunun küratörlüğünü yaptığım “fig-1 50 exhibitions in 50 weeks”, 2000 Mark Francis öncülüğünde pop-up sergi kavramına ön ayak olmakla beraber, çağdaş sanatçıların -Richard Hamilton, Mona Hatoum, Jeremy Deller, Hussein Chalayan, Damian Hirst gibi- işlerini sergileyebilecekleri bir platform yarattı. Bu 50 sergili projenin akabinde Tate Modern’in ve Frieze London’un kurulması Londra sanat ortamını tamamen değiştirdi ve çağdaş sanatçıların görünürlüğünün artmasında, üretimlerinin sürekliliğinin desteklenmesinde önemli rol oynadı.

Frieze Sculpture da yine öne çıkan özel projelerden biri. Kamusal alana yayılan bu özel sergiyi siz nasıl yorumlayacaksınız? Nasıl yola çıktınız, temasını nasıl belirlediniz?

11. edisyonu için yeni bir vizyon üretmem istendi, ki bu beni oldukça heyecanlandırdı. Bu yıl heykel kavramına genişletilmiş bir açıdan yaklaşıyor, sadece anıtsal değil farklı boyutlarda üretilmiş hatta boyutu sorgulayan eserleri bir araya getiriyorum. Bu yılki serginin bir konuşma dizisinden ve performanslardan oluşan kamusal programı da var. Eserlerin seçiminde sanatçıların heykel ile kurduğu eleştirel ilişkiyi göz önünde bulundurdum ve farklı yaklaşımları bir araya getirmeye çalıştım. Bu yıl farklı malzemelerin kullanımının yanı sıra katılan sanatçıların farklı altyapılardan ve görünürlüklerden gelmesini istedim. 20’li yaşlarında genç bir sanatçı yanı sıra 30 yılı aşkın süredir çalışan ve az görünürlüğü olan sanatçıları davet ettim.

Sanatçı seçiminde nasıl yol aldınız? Neyi öncelediniz?

Benim için, yeni bir sanatçı listesi oluşturmak önemliydi. Sadece uluslararası alanda çok tanınan sanatçıların yanı sıra genç ve daha az tanınan fakat alanlarında oldukça başarılı sanatçıları da sergiye dahil ettim. Sanatçıların, günümüzde heykel kavramına yaklaşımlarından, yeri geldiğinde sorguladıklarından çıkarımlarını bir araya getirdim. Sergide yeni üretilmiş yedi iş var ve bunların bazıları Regent’s Park’a özel üretildi. Ayrıca kadın ve erkek sanatçıların oranlarının birbirine yakın olmasını niyet ettim.

Türkiye’den de Gülsün Karamustafa ve Ayşe Erkmen’e yer veriyorsunuz; bu iki sanatçıyı dahil etmenizin nedenleri neydi?

Gülsün Karamustafa ve Ayşe Erkmen, çağdaş sanatın Türkiye’deki en öncü ve en etkili iki ismi. Bu iki sanatçının benim ilk kez yaptığım Frieze Sculpture sergisinde yer alıyor olması bana oldukça büyük bir onur veriyor.

Kamusal alana yayılan bir sergi için çalışırken öncelikle nelere dikkat edersiniz? Galeri, müze vb mekanlardaki sergileri çalışırkenki pratiğiniz ile kamusal alanda hareket ederken farklı yöntemler var mıdır sizin için?

Tabii ki, her sergi birbirinden farklıdır ve her sergiyi farklı kurarım. Kontekst benim için oldukça önemli. Kamusal alanın getirdikleri ile bir müzenin getirdikleri ya da müze olmayan bir kurumun bağlamı birbirinden çok farklı. Onları öngörmeden iyi bir sergi yapabilmeniz mümkün değil bence.

Holly Stevenson, Ducks in a Row, 2023. Sanatçı, Pi Artworks ve Sid Motion Gallery izniyle

İzleyicinin kamusal alanda sanatla karşılaşması noktasında sizin önceliğiniz nelerdir?

Projenin üretileceği kontekstin yanı sıra projenin boyutu ve potansiyeli benim için çok büyük rol oynar. Öncelikle o mekânı çalışırım: Tarihçesini, mekânın yıllarca biriktirmiş olduğu deneyimlenme biçimini. Bunun sonrasında projenin ne kadar hırslı ve hangi boyutta olması gerektiğini, oraya getirildiğinde ne gibi değişikliklere gebe olacağını önceden hesaplamaya çalışırım. Kamusal alanda beklenmedik karşılamalar yaratırken, eserlerin daha kırılgan bir alana girdiğini unutmamak gerek.

İlginizi çekebilir:  Rüyalarda Buluşuruz

Bu sergi izleyiciye nasıl bir deneyim yaşatsın istiyorsunuz?

Alışılmışın dışında bir Frieze Sculpture edisyonu olacak, izleyicilerin zaman ayırıp eserleri keşfetmelerini ve her eser üzerine düşünürken, yapıtların birlikteliklerini de göz önünde bulundurmalarını istiyorum. Bir sergiyi gezer gibi gezmeleri ve o hassasiyetle yaklaşmaları benim için önemli.

Özellikle Türkiye’de heykelle kamusal alanda çok karşılaşamıyoruz. Heykelin kamusal alanla ne yazık ki bu talihsiz ilişkisine dair neler söyleyebilirsiniz?

Kamusal alanda proje üretmek hem oldukça büyük bütçe isteyen hem de bürokrasisi olan bir süreç. Bu süreç bazen iki, üç yılı bulabiliyor. Sürekli değişikliklerin olduğu bir ülkede istikrarlı bir kamusal alan stratejisi üretmek ve bunu işleme sokmak kolay olmasa gerek.

Küratöryel pratiğinizi nasıl tanımlarsınız?

Kavramsal odaklı çalışıyorum. Sanatçılarla yakın çalışıp onların yeni iş üretmesine destek olmak benim en fazla haz aldığım nokta. Şimdiye kadar çalıştığım birçok sanatçı benimle yaptıkları projelerde en büyük riskleri alıp en gözü pek işleri üretti diyebilirim.

Bir küratör olarak çalışma metodunuz, öncelikleriniz nelerdir? Ağırlıkla hangi kavramlar etrafında hareket etmeyi tercih ediyorsunuz?

Bazen bana gelen proje fikirlerine yanıt veriyorum, bazen de kendim proje fikirleri üretiyorum. Bazen sanatçılarla olan diyalogumdan bazı projeler beliriyor bazen de davetli olduğum kurumla iletişim halinde projeler geliştiriyorum.

Benim için öncelikli olan iyi bir çalışma ortamı, güven ve heyecan duyacağım çalışma arkadaşları. Bana gel ne istersen yap dediklerinde en iyi projelerimi ortaya koyuyorum diyebiliriz. “Carte Blance” benim için küratöryel pratiğimi en etkili aktifleştirdiğim olanaktı.

Bağımsız bir küratör olmanın zorlukları ve kolaylıkları nelerdir? Size neler katıyor ya da götürüyor? Bir küratörün bağımsız olabilmesi ne kadar önemlidir?

Şimdilerde yeni bir kavram var ‘interdependent curator’. Bu kavram hem kurumlarla çalışan hem de kurumların dışında projeler yapan küratörler için kullanılıyor. Ben de kendimi böyle tanımlıyorum sanırım. Kurumlar oldukça ilgilendiğim ve sorgulamaktan da geri kalmadığım oluşumlar.

Siz kariyerinizi ağırlıkla yurt dışında sürdürüyorsunuz. Bu tercihinizin nedenini öğrenebilir miyiz?

Benim için söylem ve düşünce alanında özgürlük çok önemli. Bunun için Türkiye dışında daha fazla olanak olduğunu düşünüyorum.

Neden Türkiye’de daha fazla küratöryel çalışma yapmıyorsunuz?

Proje gelince yapıyorum. Örneğin geçen yıl Akbank Sanat’in 40. Günümüz Sanatçıları sergisinin jüriliğini ve küratörlüğünü yaptım. Bu yıl Kahve Dünyası’nın desteklediği Yan Köşe projesinin seçici kurul başkanlığını üstlendim. Tabii ki Türkiye’deki bütçeler ve verilen harcırahlar yurt dışında yaşayan biri için oldukça cüzi. Bunun da önemli bir etkisi vardır diye düşünüyorum.

Gülsün Karamustafa, Monument for the 21st Century, 2016, marine varnish coated MDF boards with digital print, 285 x 120 x 120 cm. Sanatçı ve BüroSarıgedik izniyle

Türkiye çağdaş sanat sahnesine baktığınızda nasıl bir tabloyla karşılaşıyorsunuz?

Tablo karışık. Türkiye oldukça zor bir dönemden geçti ve hep geçiyor sanki.

Sanatın ana kaynağı ifade özgürlüğü; Türkiye’de giderek ifade özgürlüğünün daralması konusunda neler düşünüyorsunuz? Dışarıdan bakan bir küratör olarak bu daralma sizce sanatçıları, bölgedeki sanat üretimini nasıl etkileyecek?

Son dönemde oldukça büyük bir göç var, birçok sanatçı bir şekilde yurt dışına taşınıyor. Üniversite dönemimde birlikte okuduğum sadece birkaç kişi halen Türkiye’de yaşıyor. Bu durum belki de en büyük yanıt.

İklim krizi, pandemi, Rusya-Ukrayna savaşı başta olmak üzere savaşlar, göç, ülkelerin giderek faşist eğilimler sergilemesi ve son olarak yapay zeka beraberinde getirdiği tehdit… Siz tüm bunların hem sanat dünyasını hem de üretimleri nasıl etkilediğini, etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

21. yüzyıl, önceki yüzyıllara benzese de tamamen farklı bir çağda yaşıyoruz. İnternetle birlikte gelen globalleşme, sadece krizlerin etkisini sismik noktalara çekmekle kalmadı aynı zamanda boyut karmaşası da yaşıyoruz. Bu sorular ve sanat kurumlarının geleceği üzerine bir kitap yazdım, önümüzdeki yıl ocak ayında yayımlanıyor. O kitapta radikal sistemik değişimin gerekliliğinden bahsediyorum. Teknoloji ile birlikte içinde yaşadığımız toplum ve sanat da değişip dönüşüyor; bir kırılma noktasının eşiğindeyiz ve umarım iyiye doğru evirileceğiz. Değişmek için büyük çabalar göstermemiz gerekecek ama buna değeceğini düşünüyorum.

İçinde bulunduğumuz koşullarda radarınıza aldığınız ufuk açan kişi ve kurumlar var mı?

Tabii ki, bu kurum ve kişilerle kitabımda kısa söyleşiler yaptım ve onların başlattıkları vizyon değişimini paylaştım. Tokyo’da Mori Müzesi’nden, Sao Paulo’da Pinakoteka’ya kadar uzun bir listem var.

Çok sevdiğiniz, anlam yüklediğiniz bir eser, kitap, film, müzik vb var mıdır?

Eserler, kitaplar, filmler ve müzik en çok ilham aldığım kaynaklar. Anlam dediğimiz şey zamanla değişim dönüşen, evirilen bir ağırlık. Sabitlemek çok zor.

Previous Story

Orhan Alkaya: “Siyaset erbabı her şeyi müsamereye çevirdi”

Next Story

Bir Yok Oluşa Doğru

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights