Var olan dünyaya alternatif bir “kurgu-doğa”nın sınırlarında geziyor Melis Buyruk. Kendi yaratıcılığından süzülen formları insan, hayvan ve bitki dokularından hibrit bir modelle şekillendiriyor. Doğadaki her parçanın biricikliğinden ilham alan sanatçı, birbirini tekrar eder gibi gözüken her dokuyu ve formu tek tek elde üretiyor.
İlk bakışta tanıdık gelen, ancak detaya indikçe tanımlanamayan biçimlerle karşılaşılan çalışmalarda sanatçı alışılmadık bir kurgu oluşturuyor. Özellikle tercih ettiği canlıları ise genellikle insanlar tarafından yüz yüze gelindiğinde olumsuz reaksiyon gösterilen hayvanlardan seçiyor. 2007 yılında Seramik bölümünden mezun olduktan sonra ilk kişisel sergisini 2015 yılında Pg Art Gallery’de açan Buyruk’un çalışmaları Dubai’den sonra yurt dışında düzenlenen ikinci sergisiyle izleyici karşısına çıkıyor. Sanatçının “Habitat” serisinden 17 yeni eseri 30 Ağustos tarihine kadar New York’taki Leila Heller Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
Doğal yaşam formlarını özgün bir dokunuşla tanımsız canlı formlarına çevirdiği eserlerini iki yılı aşkın bir çalışmanın ardından sergiye dönüştüren Buyruk, “bloom” kelimesinden ilhamla üretimlerini gerçekleştirdiği süreci “çiçek açtığı, mutlu ve umutlu bir dönem” olarak tanımlıyor. Doğanın kendi içindeki dinamiklerine mercek tutan eserler fiziki hayatta yaşayan türlerin doku ve parçacıklarından porselen heykellere dönüşüyor ve dolayısıyla her biri yaşamın küçük bir temsiliyeti haline geliyor.
Sanatçı Melis Buyruk ile iki yıllık çalışmasının ürünü olan “Habitat: Bloom”u merkeze alarak New York seyahati öncesi hissettiklerini, yapıtlarına ilham veren ekoloji ile ilişkisini ve kariyerinin gelişimini konuştuk.
-
Dubai’den sonra yurtdışındaki ikinci serginiz “Habitat-Bloom”u nasıl bir düşünsel çerçeveye oturtursunuz? Kariyerinizde nasıl bir yere denk düşüyor son çalışmanız?
Ben “Habitat” serisi üzerine çalışmayı ve yeni şeyler üretmeyi çok seviyorum. Teknik olarak yeni şeyler denemek istediğim de bir dönemdeyim. Belki bu seri üzerine yıllarca çalışabileceğimi düşünüyorum. Bu konu üzerinde kalmak istiyorum. Mezuniyetimden beri yaptığım bütün işler hep aynı konunun etrafında dönüyor aslında. Başka işlerle uğraşsam bile hep alt metninde; türlerin arasındaki hiyerarşi, insan türü olarak ekolojik dengeyi nasıl bozduğumuz gibi konular var. Habitat serisinin içerisinde de hep sakladığım bir hayvan figürü var. Hissettiğim şey hep şuydu: Güzel görünmesini istediğim bir kompozisyon sunuyorum izleyiciye ama yaklaştıkça bize ürperti veren, bizi huzursuz eden detaylar bulunduğunu vermek istiyorum aslında.
-
Kendi portfolyonuzda aslında hep buna benzer bir tema vardı ve bunun etrafında gezdiğinizi anlıyoruz. Peki “Habitat:Bloom”u diğerlerinden farklılaştıran en büyük özelliği nedir diye sorsam ne dersiniz?
Aslında daha pozitif bir yerden bakan ve daha kendimle de barıştığımı hissettiğim bir çalışma. Pandemide kapanmak bana çok iyi gelen bir şey oldu. Dolayısıyla daha fazla teknik özelliklerime yoğunlaşabildiğim bir seri ortaya çıktı. Tek cümleyle özetleyecek olursam; daha iç açıcı diyebilirim.
-
İnsan, hayvan ve bitkilere ait doku parçacıklarını bir araya getiren hibrit bir form oluşturuyorsunuz. Doğada var olmayan alternatif bir formun sizin yaratıcılığınızla şekillendiğini söyleyebilir miyiz?
Söyleyebiliriz aslında. Bu da bana çalışırken bir özgürlük tanıyor. Çünkü sürekli yeni bir şeyler keşfediyorum sonra ondan yeni bir zevk alarak çoğaltmaya çalışıyorum. Bu da benim üretim pratiğime çok uyum sağlıyor. Sürekli elimle ürettiğim ve çoğalttığım bir sistem var. Var olan bir şeyi tekrar yorumlamanın haricinde aslında kendi kurguladığım bir dünya var.
-
Bu formla beraber var olan dünyaya alternatif olarak yeni bir ‘kurgu-doğa’nın olabileceğine mi dikkat çekmek istediniz?
Aslında böyle bir dünyanın var olabileceğine çok fazla bir inancım yok açıkçası. Çünkü ben de tam bir şehir insanıyım. Karşı çıktığımız, konuştuğumuz ya da kötü bulduğumuz her şeyi bir şekilde biz de yapıyoruz. Böyle söylemlerin samimiyetini bazen sorguluyorum, kendim için bile olsa. Böyle bir dünya mümkün demek ya da böyle bir şeyin hayalini kuruyorum demek çok ütopik. Belki en azından böyle olmalıydı diyebiliriz. Ben de çorak bir arazide barakamı yapmış, teknolojinin nimetlerinden faydalanmadan, vegan beslenerek, doğayla iç içe yaşamıyorum neticede. Bütün türler arasında hiyerarşi olmasaydı, bir çiçekle bir keçi birbirinden ürüyor olsaydı ya da bir deniz mercanından bir diken ürüyor olsaydı gibi alternatifler sunuyorum ben sadece…
-
Fütüristik bir açıdan bakacak olursak ekoloji ve teknoloji sentezlenince ortaya bu ve bunun gibi yeni formlar oluşturmak mümkün mü?
Oluşturulabilir bence. Bunun ucu bucağı olmadığını düşünüyorum. Ben şu an dijital üzerine de çalışıyorum. Hep söylediğim bir şey; bu porselen bu doğa formunun bir tasviri ama ben bunu her gördüğümde bir nefes alma görüyorum, hatta ses bile duyuyorum. Tabii ki de böyle bir yaşam mevcut değil ve bu dünyanın bir eksikliği bu bana kalırsa. Buradan yola çıkarak bunun dijital versiyonunu yaptım. Bitkilerin hareket ettiği, çiçeklerin açıp kapadığı vs. gibi. Teknik olarak bana yeterli gelmiyor. Keşke daha fazla donanıma da sahip olsak da başka
şeyler yapsak. Söylediğiniz şey belki buna imkân verir ve ne güzel olur.
“İnsan Odaklı Bir Hayat Yaşıyoruz”
-
Çalışmalarınızda bu habitatın içerisinde doğanın majörünün insan olmadığını vurgulamak istiyorsunuz gibi düşünceye kapıldım, yanılıyor muyum?
Bu şöyle bir bakış açısı, bunun farkındayım ve bunu kabul ediyorum. Hepimiz insan odaklı bir hayat yaşıyoruz. Biz hükmetmişiz dünyaya. Sadece bunu daha naif bir yerden yapabiliriz. Teknolojinin gelişmesi, dünyanın sağladığı olanaklar, bu bilincin çok daha önce gelişmiş olmasından hareketle diğer canlılara hükmetme işini çok daha vicdanlı bir yerden yapabiliriz. Böyle bakıyorum ve bunun değişeceğini düşünmüyorum. Keşke biz hükmetmiyor olsak demiyorum çünkü o zaman da biz bu konforlu hayatı yaşamayacaktık. Şehirde yaşamayı ve bu yaşadığım hayatı da seviyorum.
-
Bu formları oluştururken özellikle ne tür malzemeler kullanıyorsunuz?
Ben seramik mezunuyum aslında ve çoğunlukla porselenle çalışıyorum ve bu malzemeyle çalışmayı da çok seviyorum. İşlerde de bu kadar detay olmasının nedeni bu çünkü bundan çok keyif alıyorum. Atölyede saatlerce masanın başından kalkmadan çalışabiliyorum. Dolayısıyla yeni malzeme arayışına girmedim. Bütün çalışmalarımın tek malzemesi porselen. Onun kırılganlığı da hoşuma gidiyor çünkü. O da hikâyeye bir anlam katıyor bana kalırsa. Çok dekoratif ve çok fonksiyonel alanlarda kullandığımız bir malzemenin sanat malzemesine dönüşmesi ve bununla birçok tasvir yapılabiliyor olması bana hep heyecan verici geliyor. Bunun kırılganlığını sorguladığım bir dönem oldu. Yaptığım heykeller keşke kırılmasa, keşke dış mekân heykelleri yapabiliyor olsam, neden benim yaptığım işleri bir fanusa kapamak zorundayım diye epoksi hamurunu keşfettiğim bir dönem olmuştu. Onunla bir seri heykel yaptım aslında. Hatta melezlik dediğim üç tane form heykel yaptım. Sonrasında tekrar porselene geri döndüm.
Konya’dan New York’a Uzanan Hikâye
-
New York’ta Leila Heller Gallery’de temsil edileceksiniz. Bu durum kariyerinizde nerede duruyor ve size ne hissettirdi?
Bir taraftan çok heyecanlı, bir taraftan çok stresli. Kendi kendime bir şeyler yapıyorken bir de uçağa binip oraya gidip orada da yapma gereği duyuyorum şimdi. İlk başladığımda PG ile çalışmak kariyerimde özel bir dönüm noktasıydı. Sonrasında da bu bir dönüm bana kalırsa. Komik olacak ama o zamanlar evde pijamayla gezmek gibi hissediyordum yaptığım şeyi. Bir galeriyle çalışmaya başlayınca böyle bir toparlanma gereği hissettim. Daha çok insan görecek ve onun için daha iyi olmalı. Şimdi daha da fazla özen göstermem gereken bir yerde olduğumu düşünüyorum. O da bana biraz stres veriyor açıkçası. Tabii ki çok da büyük heyecan veriyor. Bazen düşünüyorum bir zamanlar Konya’da okuyordum şimdi New York’a gidiyorum diye. O beni heyecanlandırıyor.
-
Bir sonraki hedefiniz ya da hayaliniz ne?
Aslında hep Hong Kong ve Asya benim hayalini kurduğum yerlerdi. İleriye dönük öyle bir şey olsa çok mutlu olurum. Avrupa’da fuarlara gitmek, katılmak her sanatçının hayali olduğu gibi benim de hayalim.
-
Gelecekte yine sizden böylesi kreatif formlar mı görecek sizi takip edenler?
Bronz heykel serisi yapmayı hayal ediyorum. Bronz ve porseleni bir arada kullandığım bir seri olacak. Şu benim için çok önemli; camla kapatmak, üzerine fanus koymak, işlerimin hasar görmesini korumakla ilgili bir telaş duydum. Bu da her zaman bir işi üretme şeklime yansıdı. Son işlerimde de olduğu gibi bıraktım onları. Ona göre muhafaza edilebilir düşüncesiyle barıştım aslında. Bunun sonrasındaki adım olarak da bir dış mekân heykeli yapıyorum şu anda. Onu tasarlama aşaması bitti, üretim aşamasındayım. Dubai’de sergilenecek o da. İlk
defa kendi ürettiğim porselen malzemenin açık havada duracağı bir model olacak. Dolayısıyla benim için çok heyecan verici.