“Merhamet Et ve Öldür Beni”(I) Tuval üzerine yağlı boya, polimerkil üzerine yağlı boya ve akrilik, 200cm x 70cm x 10cm, 2020.

Güzel Olan Hiçbir Şeyi Hak Etmiyorsun!

//

Hüseyin Arıcı’nın CerModern’de açılan sergisi son dönemim en sağlam fikir barındıran sergilerinden biri. Sergiye girer girmez boynunun altından kopmuş çerçeve içinde bir leylek kafası ve yerde kanlar içinde bir leylek cesedi karşılıyor bizi. Sergi metnini okumadan direkt yürümeye başladığım alanda bu görüntü ile karşılaşınca “İşte pis insanoğlu, öldürmüş zavallı leyleği” gibi bir şeyler geçti aklımdan. Bu kanlı hayvan cesedinin insan eliyle yapıldığına neredeyse emindim ve bir kez daha insandan, kendi türümden utanırken buldum kendimi. İşin acıklı yanı, bu görüntü hiç yabancı gelmedi bana, malum yani insan denen tür sürekli bir vahşet peşindeyiz. Çok tanıdık bir görüntü derken sürekli zavallı hayvanları masum canları kanlar içinde bırakmamızdan bahsediyorum. Parçalama, öldürme, sömürme, gücü kötüye kullanma… Bir izleyici olarak ilk hislerim ve aklımdan geçen düşünceler bunlar oldu. Daha serginin yorgunluğunu atamayan Hüseyin Arıcı ile bu düşünceleri paylaşıp, onu bu sergiyi yapmaya iten dertlerini sordum.

  • Leyleğin bebeği taşıma hikayesi evrensel anlamda kabul edilen bir mit. Dünyaya bebekler bırakan bir leyleğin dilinden yazılmış bir sergi bu. Senin kişisel dünyada leylek ve bebek hikayesinin tarihi ve anlamı nedir?

Sergide Leylek evrensel hikayesinden farklı olarak kendine bir görev ediniyor. Doğa ile insan arasında elçilik yapıyor aslında. Bilinen hikâyeden farklı olarak Leylek büyüyen bebekleriyle de iletişim kuruyor. Büyüyen bebeklerinden hesap soruyor. Sergiyi de sahipleniyor ayrıca, bu sebeple girişte insanlara “Hoş geldin” ile başlayan şiirsel hikayesini paylaşıyor. Bu yazı sergideki çalışmalardan ayrılmaz bir parça. Bu sebeple paylaşmak istiyorum sizinle.

“Hoş geldin.

Seni tanıyorum. Henüz savunmasız masum bir bebekken seni ben getirdim bu verimli topraklara. Büyük bir hevesle çırptığım devasa kanatlarımı, ağırlığına rağmen dayanan gagamı, yara yara ilerlediğim o rüzgârı bugün gibi hatırlıyorum. Günlerce süzüldüm dünyanın en güzel göklerinde, senin yer yüzüne kavuştuğun günlerin hayaliyle. Gözlerini, dudaklarını minicik ellerini, kusursuz tenini düşündükçe şaşıyorum bugün yaptıklarına. Yaş almışsın her bir güzel günden, ellerin nasır tutmuş, gözlerin dehşetle bakıyor etrafına, yargılıyor kızıyor, korkuyor. Saklamışsın tenini, artık parlamıyor.

Neden parlamıyor bedenin? Emeğine, yeteneğine, “varlığına” saldıranlar ne istiyor senden? Varlık nedir bilmiyor seni getirdiğim topraklarda yaşayan insanlar. Kendine geldiğin her anı tehdit sayıyorlar. Kendin olursan o olmazsın, o olmazsan farklı olursun bu mu kızdırdı seni? Kendin olamadığın için mi pislendi bu resimler?

Kim görmek ister ki bu sergiyi?

Güzel şeyler için değil mi çerçeveler?

Ben senin varlığının sebebiyim, var olamamanın değil. Doğru, ben örgütledim canlıları, “Merhamet” dilediğin dünyayı yakıp yıkarken nasıl yapacaktın güzel resimleri, nasıl dolacaktı çerçevelerin sana öğretilen güzellerle?

Tahammülün kalmamış artık güzel olan hiçbir şeye…

Bitecek mi varlığını tehdit eden şeyler ben öldüğümde, daha nice canlı var seni ezecek yok edecek bu dünyada. Hangi canlı zarar verecek sana benden sonra.

Güzel olan hiçbir şeyi nasip etmedin bize, sen de güzel olan hiçbir şeyi hak etmiyorsun…”

  • Sergiye ilk girdiğim anda yerde kanlar içinde duran leylek cesedini görünce ilk düşündüğüm “İşte insanoğlu yine bir masumu öldürmüş” gibisinden bir şeylerdi ve sana bahsettiğim gibi çok utandım. Sen bu işi kurgularken nasıl bir fikir sürecinden geçtin, yaşadığın hangi aşamalar, gözlemediğin hangi olaylar, dert edindiğin hangi meseleler seni buraya getirdi diye merak ediyorum.

Güzel bir canlının ölü bedeninin modellemesini yaptığım için kendime çok kızıyorum. İnsanın caniliğini daha farklı bir dille nasıl anlatabilirdim diyorum kendime. Başka bir yol bulamıyorum. Gerçek bir hayvanı katletmişim gibi üzüntü duyuyorum. Bu üzüntüyü gelenlerin de benimle birlikte paylaşması, çoğunluğun katili kendisi gibi davranıp bu caniliği üstlenmesi, o kadar da umutsuz olmamam gerektirdiğini düşündürdü. Sergiyi bir başka çoğunluğun keyifle gezmesi, o leyleği başka türlü sergilemenin yolunun olmadığını bana yeniden hatırlattı. Burada benim öldürdüğüm sadece bir kuşun temsili değil, içimde her defasında yeniden yeşeren insana olan inancım aynı zamanda. Bir hayvanın etini tokatlayarak tüketime sunan bir insanı takdir ederek izleyen insanlar ve bütün canlıların insana köle diye yaratıldığına inan zavallılar var oldukça bu umutsuzluğum daha da derinleşecek.

  • Sergi metninden öğrendiğimiz üzere masum ve günahsız bir bebek canavara dönüşüyor. Bu dönüşüm, masum bir halden bir kötülük makinasına evrilme, adeta şeytanlaşan masumiyet senin sanatsal pratiğinde üzerinde durduğun bir konu değil mi?

İnsanın kandırma ve aldatma yeteneğini birçok kez çalışmalarımda konu edindim. Gündelik yaşamın bir parçası haline gelen yalanları… Bununla birlikte insanlar masumiyeti de taklit edebiliyorlar. Buna kanmak ise bana dehşet veriyor. Bugünün insanı şikâyet ettiğimiz rahatsız olduğumuz her şeyi yapmaya başlamadan önce bir bebekti, onu kötüleştiren karakterlerin sebebi onu yetiştiren insanlar mı yoksa doğası gereği mi- bunu düşünüyorum.

“İnsan Eli”, Polyester üzerine yağlı boya. Polimer kil üzerine yağlı boya. Çerçeve. 160 cm x 140 cm x 70 cm, 2022
  • İklim krizi, pandemi ve şimdi yaşanan neredeyse üçüncü dünya savaşı. Bunların hepsi insanın marifetleri kanısındayım. İnsan denen varlık senin için bir canavar mı? Bunu sorarken ben sübjektif olamayacağım- benim için öyle.

Savaş bir şekilde yeniden ve yeniden başlıyor. Savaşı çıkaranlar kadar onu ilgiyle takip edenlerin de suçlu olduklarını düşünüyorum. Bu bir istismar, haber kanallarında çoğunlukla şuna şahit oluyorum. Bir muhabirden üstüne basa basa daha fazla dramın haberi isteniyor. Neden? İnsanlar savaşa ilgi duyuyor ve savaş satıyor kendini. Kısacası insanın canavarlığı yalnızca savaşarak değil onun çığırtkanlığını yaparak da devam ediyor. “Şu savaş biraz daha devam etse de altın az daha yükselse” gibi düşünceleri yakın çevresinde dilendiren savaşın fırsatlarını bir leş yiyici gibi kollayan herkes savaşı başlatanlar kadar suçlu. İnsanın canavarlığı çeşitleniyor.

İlginizi çekebilir:  CerModern'de Dans ile Geçecek Üç Gün
  • Sergide yer alan tabut içinde ki figür ve yerdeki fare yerleştirmesini senden dinlemek istiyorum.

Ben bu çalışmayı 2020 yılında Hans Holbein’in çalışmasından yola çıkarak oluşturdum. “Merhamet” serisinin ilk parçasını oluşturan çalışma, kendim yazdığım ve serginin genel metnini oluşturan duanın bir parçasını isim olarak taşıyor. “Merhamet et ve öldür beni, canım yanarken yarattığım dünyamı izleyenleri, dünyamı eleştirenleri sevindirmeyeyim” çalışma 200 cm 70 cm uzunluğunda ve bel hizasının altında sergileniyor. Çalışmaya bu sergide yer vermek istedim çünkü kuşlardan sonra yeni bir seri ile devam edeceğim. Bu çalışmada bir fare var bu fare izleyiciyi temsil ediyor. Bir sanatçınım tasarısını öylesine laf olsun diye eleştiren veya bir sabah programı kadar keyif vermediği için dalga gecen izleyiciyi. Kuşlar mekânı terk ettiğinde başka canlılarla seriye devam edeceğim.

  • Özellikle insanın insana değil, hayvanlara, canlılara ve doğaya yaptığı eziyet, doğaya ve canlılara hükmetmesi, kendini üstün görmesi ve bu motivasyonla attığı tüm adımlar şu an içinde bulunduğumuzu gezegendeki sistemi oluşturuyor diye düşünüyorum. Nereden bakarsan bak Hawking’in söylediği gibi bu dünyanın en fazla 200 yılı var. Bu gezegeni sömüren mahveden insan denen türün marifetlerini konu aldığımız birçok kapak yaptık ArtDog’a. 2019 yılının Eylül ayında ilk sayısını bastığımız ArtDog “Çöplüğe Çevirdiğimiz Dünya” “Ve Kıyamet…” “Nefes Alamıyoruz” “Tehlikeli Irk Kim?” başlıklı kapak ve manşetleriyle çıktı. Bir kültür sanat yayınıyız ama nereye kafamızı çevirsek insanın yol açtığı vahşetin ve yıkımın izlerini görüyoruz. Özellikle hayvanlar ve doğa bağlamında sormak istiyorum sana insanın hükmetme derdinden kaynaklanan davranışları resmen dünyanın sonunu getirmiş görünüyor. Katılır mısın? Bir de ben insan olarak utanç duyuyorum yapraklara, hayvanlara karşı. Canlılara karşı yaptıklarımızın nasıl bedelini ödeyeceğiz, ödemeli miyiz, onlardan utanmalı mıyız? Ne düşünüyorsun. Et yememiz bile buna dahil diye düşünüyorum.

Bedelini ödemesini dilemek istemiyorum aslında, uyum içinde yaşamayı öğrenmesini diliyorum. Doğada canlılar da avlanıyor fakat hiçbir canlı hayvanları endüstriyel bir ürüne dönüştürmüyor.

Binlerce hayvanı bir fabrikaya kapatıp onları sömürüyoruz. Masamıza gelen her canlının bu sürecini bilip buna göre hareket etmek gerekiyor. Yaşamı son bulmuş bir canlıyı tüketirken en azından bunu şova dönüştürme, nereden bakarsak mantıksız “benim için yaratıldı” “benim için öldürürdü”

“Sen kimsin?!… Kim veriyor bu hakkı sana? Bir ineğe elbise veya telefon muamelesi yapamazsın. Yemen gerekiyorsa da edebinle yemeyi bilmeli canlının son bulmuş varlığını hatırlayarak tüketmelisin.”

  • Sergide kadın ve erkek figürü yan yana olan işin ve yerleştirmeni senden dinlesek.

Bana çoğunluk şu soruluyor “Neden Adem ile Havva?” “Hayır, Adem ile Havva değil onlar- sensin. Senin ve benim bu günkü temsillerimiz. “Sanatçı Adem ile Havva’nın resimlerini yapmış” diyerek sıyrılamazsınız. Kadının elindeki kan leyleğin kanı, masum ve istemeyerek elindeki kanı daha genç ve ürkek bir erkeğe uzatırken, nasıl kandırdığını anlatmak istiyorum. “Ben leyleği istemeyerek öldürdüm, varlığım tehdit altındayken güzel olan şeyleri koruyamazdım, şimdi sen de öldürmelisin” der gibi bir diyaloğun sembolik bir tasvirini yarattım.

  • Ankara’da başladığın sanatsal pratiğine İstanbul’da devam ettin ardından yeniden Ankara’dasın. İki şehirde de yaşamış ve üretmiş bir sanatçı olarak, iki şehrin sanat kültür dinamiklerine dair gözlemlerini merak ediyorum.

Ankara’da yaşamak bir sanatçı için çok da zor değil, hele ki iletişimin sorun olmadığı bir çağda. Ben üretirken şu şehir veya bu şehir diye düşünmüyorum. Bastığım yerin neresi olduğu, çalışmaların nerede durduğunun benim için bir önemi yok. İstanbul’da olduğum sürece hep “Ankaralı” olarak anıldım, Ankara’ya geldiğimde ise “İstanbullu” sanatçı olarak… İkisinin varlığına da minnettarım çünkü Ankara’da yaratmak evimde yaratığım için farklı bir rahatlık sunuyor. Burada tanıdığım sanatçılar kendi deneyimlerini birbiriyle paylaşıyor ve hiç çıkarsız üretimine destek oluyor. Evinde çalışmanın konforunu birçok avantaj besliyor. Ankara’nın izleyicisi de görmeyi ve bakmayı iyi biliyor. Son yıllarda çok fazla arkadaşım göç etti bunun dışında burada olmaktan üzüntü duyduğum bir şey yok. Beni rahatsız eden ufak bir şey var…İki şehirde birbirini küçümseyen tarafların olması. Bu tarafların sohbetlerini olabildiğince duymazdan geliyorum. Çağdaşlar sadece deniz kenarında kendini yetiştirmiyor.

  • Son söz senin…

Yaşadığımız dünyayı ve canlı yaşamı yok sayan görmezden gelen insan, dünyanın ve doğal yaşamın altında ezildiği an doğal yaşamın kendinden daha büyük olduğunu fark edecek. O gün geldiğinde ve doğa intikamını aldığında bundan benim gibi sevdiklerim de zarlı çıkacaklar ama hak ettiğimiz değeri bulmuş olacağız. İnsanın “arı” olan her şeye zorbalığının son bulmasını dilemekten başka hiçbir çarem yok. Olmadığını görerek dilemeye devam edeceğim.

Hüseyin Arıcı’nın “Güzel Olan Hiçbir Şeyi Hak Etmiyorsun!” isimli kişisel sergisi 22 Mayıs’a kadar CerModern’de.

Previous Story

“Dip Dalga”

Next Story

Venedik’te Kadın Sanatçıların Yılı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights