Midilli’de Başmelek Mucizeleri - ArtDog Istanbul
Agiasos Lesvos October 22 2017-the interior of the magnificent orthodox church through the sun rays.

Midilli’de Başmelek Mucizeleri

//

Evvel zaman içinde, Ayvalık’ın karşı yakası Midilli Adası’nın Mandamados kasabasında kırk rahibin yaşadığı, Taksiarhis namlı bir manastır varmış. Bir gün bu manastırı korsanlar basmış ve rahiplerden 39’unu öldürmüşler. Bir tanesi, Gabriel, çan kulesinde saklandığı için sağ kalmış. Gece düşünde Baş melek Mikail Gabriel’e görünmüş ve rahiplerin kanıyla ıslanmış toprakla bir ikona yapmasını söylemiş. O gün bugündür bu ikonanın her dileği gerçekleştirdiğine inanılırmış.

Sema Elcim’in Ayvalık’ın karşısında, yakın olduğu kadar uzak Yunan Adası Lesvos/Midilli’de birbirinden çok farklı hayatlar yaşayan üç çiftin öykülerini birbirine dokundurduğu oyunu “Gabriel’in Düşü”nün belkemiği bu efsane ve her çiftin kadınlarının ikonadan bir dileği var. Zorunlu göçle Türkiye’den gitmiş, anavatanlarında oldukları halde hala zaman zaman “Turko” diye ötekileştirilen Angelos ve Angeliki çiftinin, ‘okusun, onlardan farklı bir hayatı olsun’ diye Atina’ya gönderdikleri kızları Eleni’nin uyuşturucu sorunu var ve çocuğu olmuyor. Angeliki kızın tek kurtuluşunu bir bebekte görüyor ve kocasının isyanlarına rağmen, adada evlatlık bebek bulma peşinde.

“Gabriel’in Düşü”, TiyatroDEA’nın ikinci oyunu. Görsel: Agiasos Lesvos October 22 2017-the interior of the magnificent orthodox church through the sun rays.

Yakınımızdaki Yunan adalarının tipik tatilcileri beyaz yakalı Türklerden Berk ve Berna 10. evlilik yıl dönümlerini kutlamaya birkaç günlüğüne adaya gelmişler ama bu aslında kontrolcü Berna için bir evlilik kurtarma operasyonu; çünkü işin bittiğini, artık sevilmediğini ve aldatılmakta olduğunu hissediyor. Eski kocasını geri istiyor. Hikayeleri dramdan öteye geçen, trajedinin kıyılarında yüzen Suriyeli Mirvan ve Yana ise Suriye’de ölü bir çocuk bırakarak bebekleriyle savaştan kaçmış, Avrupa’da yeni bir hayat kurmak için adadaki mültecilerle dolup taşan kampta bekliyorlar. Mirvan’la evlendiği için Hıristiyanken Müslüman olan Yana dönmek istiyor. Önce Türkiye’ye, sonra da evine, ölü çocuğunun yanına…

Üç Çift ve Kesişim Noktaları

Bu üç çiftin yaşadıkları ve kaderleri birbirlerine az dokunsa da hayati bir-iki kesişim noktası var. Herkes karayla denizi bağlayan bir iskelenin üzerinde. Bazen fiziksel bazen de metaforik şeyleri temsil eden epik araç kırmızı kumaş (bebek, kan, mesafe, yangın) elden ele geçerken aynı adada aynı anda farklı dramlar yaşayan bu üç çiftin hem yakın hem de çok uzak öykülerini de birbirine değdiriyor. Hikayelere hikayeye daimi gölge eden, adadaki mülteci krizi; o zavallı insanların karanlığı. Bu tabii içselleştirilmiş türlü çeşit ırkçılığı da açık ediyor.

İlginizi çekebilir:  40 Yıllık Pratik "Ten, Beden, Ben"de

Koreografinin Önemi

Sema Elcim’in metni çok iyi kurgulanmış, güncel, esprili, gerçekçi, dili ve diyalogları akıyor…Yetenekli genç kuşak oyun yazarlarımızdan Ahmet Sami Özbudak’ın rejisi temiz, dikkat dağıtmadan oyunculuklara ve metne odaklanmamızı sağlıyor. Güçlü performanslarıyla oyunun lokomatif oyuncuları Angelos ve Angeliki çifti Burak Tamdoğan ve Çiçek Dilligil ile Berk/Kerem Pilavcı. Onların yanında oyunun diğer süperstarı ise, koreografi (Alparslan Karaduman). Daracık bir iskele üzerinde üç ayrı çiftin neredeyse hiçbir araya gelmeyen hikayelerini sadece bir kırmızı kumaş parçasıyla bağlayıp ayırarak; çarpıştırmadan, karıştırmadan ama içerdikleri ince bağların altlarını da çizerek bu kadar net anlatan, iyi bir dramaturjinin (Selen Korad Birkiye) yanında hareketin dramaturjisi, yani koreografi. Dans içermeyen, hareket tiyatrosu da olmayan klasik bir metin oyununda mizansenin, hareket ve yerleştirme kurgusunun ne kadar önemli olduğunu ben bu oyunla anladım.

“Gabriel’in Düşü” – Agiasos Lesvos, October 22 2017-the interior of the magnificent orthodox church through the sun rays.

İki teknik ama önemli sorun: Oyun başlamadan oldukça uzun bir süre boş karanlıkta müzik dinliyoruz. Müzik çok güzel (Vehbi Can Uyaroğlu) fakat bu benim izlediğim ilk geceye ait teknik bir aksaklık değilse eğer, oyuncular gelene dek çok uzun bir zaman geçiyor, bu uzun süren boşluk daha başlamadan beklentiyi düşürüyor çünkü bu bir konser değil ve zaten müzik canlı bile değil. Çok daha kısa tutulmalı, hiç değilse oyuncular çok daha çabuk girmeli ve en fazla onlar yerlerini alana dek devam etmeli. Müzikle birlikte sahnede bir hareket, bir devinime ihtiyaç var. Diğeri ise, salonla ilgili. Alan İstanbul’un salonu çok güzel fakat akustiği çok kötü. Oyuncular yüzlerini karşı taraftaki seyirciye size arkalarını döndükleri an söylediklerinden hiçbir şey anlaşılmıyor, bu da metnin belki de çok güzel yerlerini kaçırmamıza sebep oluyor. Esprilerin bazısına sadece oyuncunun espriyi yaparken baktığı taraftaki seyirci gülebildi.

Bunlar teknik ve bir anlamda oyunun dışında meseleler, çünkü ilki oyunun başlamasından öncesiyle ikincisi ise mekanla ilgili. Bunları bir kenara koyduğumuzda “Gabriel’in Düşü” kendi içinde bütünlüklü, güncel, önemli şeyleri ince ince düşündüren; malzemesini çok iyi işlemiş ve iyi icra edilmiş, İstanbul Tiyatro Festivali’ne yakışan, pırıl pırıl bir yeni oyun.

Previous Story

Orhan Pamuk’a Soruşturma

Next Story

Vatikan’dan Çağdaş Sanat Hamlesi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.