Umuda Yolculuk Bir Keşif Alanı olarak MAMUT - ArtDog Istanbul
Oğulcan Arslan, Cenevre Zırhı Serisinden Kutsal, 50x75 cm, Diasec Baskı

Umuda Yolculuk Bir Keşif Alanı olarak MAMUT

//

Güncel sanatta yılın umut vadeden sanatçıları için bir keşif alanı olmayı başaran Mamut Art Project, sanat kariyerinin başında olan bağımsız yeteneklerin çalışmalarını koleksiyonerler, küratörler, galeriler, kültür-sanat kurumları ve sanatseverlerle buluşturuyor.

Her yıl alanında uzman isimlerden oluşan jüri üyeleri tarafından belirlenen sanatçılara, disiplinlerarası bir paylaşım ve sergileme imkanı sunan Mamut Art Project, bu yıl 19-31 Ekim tarihleri arasında fiziksel ve çevrimiçi olarak izleyicileriyle buluşuyor.

Yapı Kredi Bomontiada’nın iki katına ve bahçesine yayılan sergi alanında 44 sanatçının eserleri sergilenecek. Türkiye genelinde bağımsız yetenekleri sanat profesyonelleriyle buluşturan ve süresiz danışmanlık desteği sağlayan Mamut Art Project, yeni sergi tasarımı ile pandemi öncesi ve pandeminin ilk yılında yapılan uyarlamaların bir sentezi ile ziyaretçilerini ağırlayacak. Çalışmaları sergilenmeye hak kazanan sanatçıların 300’e yakın eserinden oluşan daha kapsamlı bir seçki ise eş zamanlı olarak mamutartproject.com adresi üzerinden sanatseverlerle buluşacak.

Mamut Art Project’in bu yılki jürisinde; İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı ve İç Mimarlık Bölüm Başkanı Can Altay; küratör, sanat tarihçisi ve yazar Necmi Sönmez; sanatçı Hale Tenger; sanat danışmanı Melis Terzioğlu ve Pilot Galeri kurucusu ve direktörü Azra Tüzünoğlu yer aldı.

Sergide yer alan eserlerde video başta olmak üzere dokuma ve yerleştirmeler dikkat çekerken; seramik, illüstrasyon, dijital, fotoğraf, kolaj ve resim dahil olmak üzere birçok alanda üretimler yer alıyor. Bağımsız sanatçıları sanat profesyonelleri ve koleksiyonerlerle buluşturan Mamut Art’ın bu seneki sergisinde yer alan sanatçılardan çalışmalarını dinledik:

| Oğulcan Arslan

Giydim Cenevre Zırhını

  • Serinin renk skalası oldukça dikkat çekici ve titizlikle planlanmış gibi duruyor. Bu seriye başlarken renk sizin için öncelikli miydi?

Görselleştirmeye başladığım bir maceraya atıldığım zaman, önce yaşamın bana yeni sorular sormasına fırsat tanırım ve bir süre kendimle konuşurum. Soruları türetirim ve genellikle cevaplarıyla beraber notlar alarak kaydederim. Bu yöntem bana ne yapmak ve ne yapmamak istediğim konusunda doneler verir. Projemin gelişim sürecinde şekillenir birçok şey. Renk skalasını seçimimde etkili olan nokta Cenevre Gölü’nün kendisiydi. Onu binlerce defa fotoğraflamışımdır. Bir gün gölü Jean Jacques Rousseau adasından fotoğraflarken gölün turkuaz tonunu ne kadar özümsediğimi fark ettim. Arka arkaya çektiğim fotoğraflara sırayla baktım ve hepsi turkuazın tonları arasında yeşile doğru uzanıyordu. Gördüğüm her yeri bu huzursuzluk ve içerisinde barındırdığı huzurla hissettiğimi düşündüm. O zaman neden her yeri bu renk tonlarında görmeye çalışmıyorum diye kendime sordum. O an ne istemediğimi gayet iyi biliyordum; herkesin gördüğü renklerde göstermek. İşte bunu istemiyordum. Merak ettiğim, bilmek istediğim şey turkuaz ve yeşil tonları arasında görseydim eğer baktığım her yeri, acaba bu bana nasıl hissettirirdi? Duygularımı daha doğru bir şekilde aktarabilir miydim? Bu noktadan sonra merakım beni ele geçirdi ve gidişatım bu yönde oldu.

  • “Giydim Cenevre Zırhını” isimli seride kullandığınız diptik ve triptik fotoğraflar bir cümle oluşturuyor. Bu cümleler nihayetinde bütünlüklü bir hikâyenin parçası haline geliyor. Hikâye anlatmak sizin için ne kadar önemli?

Cenevre’ye her seyahatimde bir günümü müzelere ayırırım. Cenevre Sanat Tarihi Müzesine defalarca gitmişimdir. Bu müzede fotoğraf çekmeyi de oldukça severim. Kendimi ararım eserlerin içerisinde. Bazen o ince alkol şişesini kafasına diken ufak çocukta, bazen şeytanın ona yaklaşmakta olduğundan bir haber oltasını göle henüz atmış dalgın balıkçıda, bazense Meryem’in kucağındaki bebek İsa’da bulurum kendimi. Dokunmak isterim eserlere çoğu zaman, yaklaşırım ve uzaklaşırım, koklarım, hayal ederim içerisinde olduğumu. Cam bir bölmenin içerisindeki o kocaman zırhı gördüğümde ise her seferinde zırhı giymeyi hayal ederim. Bir defasında camdaki yansımadan zırhın içerisinde gördüm kendimi. Güçlü ve bir o kadar da güvende hissettirmişti. Havalimanından çıkıp Cenevre’ye ayak bastığım ilk andan itibaren burada kendimi ne kadar güvende ve güçlü hissettiğimi düşündüm. Huzurluydum ve adeta bir zırh tarafından korunuyordum. Bu noktada, ilerlemiş olduğum projemin ismini ‘Giydim Cenevre Zırhını’ koymaya karar verdim. Hikâye içerisinde hikâye. En sevdiğim! Hikâyelerimi fotoğraf yoluyla aktarırken aynı zamanda kendimi de tanıyorum.

En zevkli kısmı ise tanrısallık rolüne bürünerek yaratmak ve alımlayıcının eserine bakarken kulağına bir şeyler fısıldıyor olmak. Kulak verirse eğer hikâyemin içerisinde bulur kendini. Kendisini verirse eğer kendi hikâyesini bulur hikâyemin içerisinde. Tabi ki kendimi daha çok tanımayı ve daha derinlere inerek fotoğraflarımın anlattıkları içerisinde kaybolmayı seviyorum. Bu arada kim daha önce ortak paydalarda benzer duygular yaşamış insanlar ile hikâyelerini paylaşmayı sevmez ki?

İlginizi çekebilir:  "Aidiyet" Anna Laudel Bodrum'da
Oğulcan Arslan, Cenevre Zırhı Serisinden Kutsal, 50×75 cm, Diasec Baskı
  • Çalışmalarınızdaki cümleleri oluştururken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Hayal ediyorum. Kalbimde söylemek istediğim, bazen aynaya anlattığım bazen ise direkt olarak ifade edemediğim duygularımı, görsel olsalardı eğer nasıl olurlardı diye hayal ederim. Metaforları bir araya getirerek bu anlatım dilini irdelerim. Anlamlar yüklerim. Bir noktaya kadar anın beni sürüklemesine izin veririm fakat bir noktadan sonra planlı ilerlerim. İçimdeki kavuşma arzunu sıklıkla eserlerime yansıtırım. Alplerden iki dağın bulutlar arasında birbirini görmek için bulutların dağılmasını sabırla beklediği fotoğrafım gibi. Bu fotoğrafın hemen yanında ise iki kuğunun kalp imgesini oluşturmadan birkaç saniye önce çektiğim fotoğrafım var. Birlikteler. Tam ortalarında ise biz! Bu fotoğrafları birleştirdikten sonra bir cümle kuruyor olmaları, duygularımı tam olarak istediğim şekilde ifade etmemi sağlıyor. Kendi kendime konuşmamın verdiği o ağır yükten kurtuluyorum fotoğraf yoluyla. İçimde dönen tüm bu monologları hayal dünyam ile birlikte görsellere aktarıyorum.

| Ayşe Uluçay

Dilemma

  • “Dilemma” isimli çalışmanızda kadın kimliğini sanat tarihi ekseninde saç imgesi üzerinden ele alıyorsunuz. Saç deyince özellikle yaşadığımız coğrafyadaki sosyo kültürel kodlar da devreye giriyor. Saç imgesini kendi bakış açınızla tanımlar mısınız?

“Dilemma” kadın imgesini, farklı kültür ve zamanlardaki tezahürlerini de içine alarak kurguladığım bir proje. Şüphesiz içinde bulunduğumuz coğrafyanın kültürel kodları ve tüm yaşamımı da barındıran yakın siyasi tarihimizde de öne çıkan olguları akla getiriyor. Ancak burada yaşadığımız coğrafyadan yola çıksam da saç imgesinin kolektif belleğimizdeki yerini keşfetme imkânı buldum. Benim için zaten muğlak olan bu imgenin, giderek daha da belirsiz bir hal almasına bir bakma biçimi önerdiğimi söyleyebilirim.

Saç deyince, biçimlendirme, kesme, tarama, örtme, açma eylemleri ve nihayetinde kimlik kavramı beraberinde geliyor. Bütün bu nesnel anlamların ötesine gidebildiğimizde, dışarıdan olana dönük arzuların esaretinden çıkarak öze ulaşabiliyoruz. Benim için bu imge dışarıdan yüklenen tanımların, kutuplaşmanın, sosyal kodların muğlaklığını ve sınırlarını barındıran bir imgedir. Projemde de görsel hafızamızın sınırlarını belgeleyerek bu tanımların ötesini, varlığını ve yokluğunu sorguladım.

  • Çalışmaların genellikle feminist bir bağlamda mı ele alınmalı?

Tanımların sınırlarını sorguladığımız ve yeniden inşa ettiğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle Z kuşağının heterojen yapıları homojen hale getirdiğini gözlemlemek mümkün diye düşünüyorum. Çalışmalarımın birçoğunda feminist okumalar yapılabileceği bir gerçek, ben de yaşama bakış açımın yansıması olarak işlerimi üretirken bu duyarlılığı aktarıyorum diyebilirim. Salt feminist bağlamda ele almaktan ziyade meselenin çoklu neden-sonuç ilişkilerinin çerçevesinde somutlaştığını düşünüyorum. Bu sene Mamut Art Project’te’ sergilenecek projem “Dilemma”, kimlik meselesine odaklanan ve kadın imgesi üzerine eğilen bir çalışmaydı fakat zıtlıkların oluşturduğu ontolojik bağları irdelediğim birçok konuda üretiyorum. Mesela geçtiğimiz aylarda Köln’de Video Fenster Projekt kapsamında sergilenen Habitat isimli videom, pandemi sürecindeki gözlemlerim üzerine uzun bir zamanda kurguladığım bir işti. Bu çalışmada da doğayla ilişkimiz üzerine düşündüklerimi ortaya koyduğumu söyleyebilirim. Sonuç olarak işlerimde dil, anlam bütünlüğü hissedilebilir ancak mutlak tanımlara, bağlamlara kapılmamayı tercih ediyorum.

Ayşe Uluçay, Saçını Tarayanlar Serisi, 70x50cm, Kolaj, 2020
  • Kendiniz de başörtülü bir sanatçı olarak kadın bedenine bakışınızı tanımlar mısınız? Sizce kadın imgesinden saçı çıkardığımızda ne eksik kalıyor?

Geçtiğimiz yıllarda İran’da saçlarını bağışlamak için kazıttıktan sonra yeni bir akımın öncüsü olan bir kadın vardı. Saçları olmadığına göre devletin onu tutuklamak için bir sebebi kalmadığını söyleyerek başörtüsünü çıkarmıştı ve bu olay arkasından başka kadınların da saçını kazıtmasına yol açmıştı. Saçın eksikliği denilince aklımda bu enteresan olay yeniden canlandı. Nihayetinde hiçbir şey eksilmiyor veya çoğalmıyor aslında. Burada kimliksizleşmeden bahsetmiyorum fakat kimliğimize dair tanımların varoluşumuzun önüne geçmesini doğru bulmuyorum. Beden benim için yalnızca yüzeyi temsil eder, nesnel ve geçici olandır.

Mamut Art Project 2021 ile ilgili duyuruları takip etmek ve randevu almak için mamutartproject.com adresini ziyaret edebilir ve sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz.

Previous Story

Çizimlerle Çocukluk Hatıraları Kitabı

Next Story

Heykel Disiplininde Hikayeler

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.