AHMET UMIT / FOTOGRAF MUHSIN AKGUN RADIKAL KITAP

İyi Bir Yazar, Gerçek Bir Emekçidir

///
  • Üzeyir Garih cinayetinin çözülmesi aşamasında size başvurulduğu doğru mudur? Ya da polisin herhangi bir cinayet için size başvurduğu oldu mu?

Hayır, polisler hiçbir cinayet vakasıyla ilgili bana başvurmadılar. Dönemin basını, Üzeyir Garih cinayeti hakkında görüşlerimi almıştı. Cinayet henüz çözülmemişken tahminimi söylemiştim, söylediklerim çıkmıştı.

  • Siz polisiye roman okuru musunuz?

Elbette okurum, iyi polisiye roman, edebiyat tutkunu için gerçek bir şölendir. Ne yazık ki, iyi polisiye roman çok azdır. Evet, binlerce polisiye roman yazılmıştır ama bunların içinde başyapıt niteliği taşıyanların sayısı otuzu geçmez. O yüzden iyi polisiye romanları tekrar tekrar okurum.

  • Hangileridir en iyiler?

Bir tane değil, birçok romandan bahsedebilirim. Çünkü tek roman dersem haksızlık olur. Edgar Allan Poe’nun “Morgue Sokağı Cinayeti”, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sı, Agatha Christie’nin “Roger Ackyord Cinayeti”, Umberto Eco’nun “Gülün Adı”, Dashiell Hammett’in “Malta Şahin”i, Raymond Chandler’ın “Derin Uyku”su, John Lee Carre’nin “Soğuktan Gelen Casus”u, George Simenon’un “Bella’nın Ölümü” şahane polisiye romanlardır.

“İttihat ve Terakki’yi öğrenmek için Elveda Güzel Vatanım’ı yazdım”

  • Türkiye’de polisiye roman seven bir kitle var ve size sadıklar. Kitaplarınızı yayımladığınızda ya da yazarken okuyucu profilinizi gözetir misiniz? Sizce romanlarınız hiç polisiye roman okumamış birini de yakalayabilir mi?

İtiraf etmem gerekirse, romanlarımı yazarken okurdan çok bulduğum hikâyenin güzelliğine, etkileyiciliğine ve anlamına dikkat ederim. Böyle yaptığım için de okurlarımın beğenisini kazanırım. Çünkü sonuçta ben de iyi bir polisiye okuruyum. Önemli olan, romanın etrafında biçimlendiği konunun anlamı ve konuyu anlatırken oluşturduğum kurgunun çarpıcılığıdır. Hikâyemi anlatırken, yeni bilgiler edinmeye ve öğrendiklerimi okurlarımla paylaşmaya özen gösteririm. Ki, bu bizimki gibi muhteşem bir tarihe ve kültüre sahip olan bir ülkede hem gerekli, hem de çok zevkli bir iştir. O yüzden merak ettiğim ve bilmediğim konuları yazmayı tercih ederim. Örneğin İttihat ve Terakki’yi öğrenmek için “Elveda Güzel Vatanım”ı yazdım, Mevleviliği öğrenmek için “Bab-ı Esrar”ı, İstanbul tarihini öğrenmek için “İstanbul Hatırası”nı…

  • Hep çok üretken bir yazar oldunuz. Yeni bir kitabınız daha çıkıyor. Pandemi döneminin üretkenliğinizi kötü etkilemediğini aksine beslediğini söyleyebilir miyiz?

Evet, son derece olağanüstü bir dönem yaşıyoruz. Ne yazık ki insanlık Covid’19 salgınıyla uğraşıyor. İnsanlarımızı kaybettik, psikolojimiz bozuldu. Genel bir yılgınlık ve mutsuzluk yaşadık. Bu dönemde beni kurtaran edebiyat oldu. Yaklaşık bir yıldır herkes gibi evde kapalı kaldım. Ve bu kısıtlayıcı yaşama, yazarak katlanabildim. Bu zaman süresince, yaklaşık dört yıldır üzerinde çalıştığım “Kayıp Tanrılar Ülkesi” romanımı bitirdim. Şimdi de bir masal yazıyorum.

  • Kitapların, filmlerin, dizilerin çok çabuk tüketildiği bir dönemdeyiz. Kitaplarınızın çabuk tüketilmesi ve hemen yenisini çıkarmanızın beklenmesi sizi rahatsız ediyor mu yoksa bu ilgiden memnun musunuz?

Rahatsız etmiyor, ama biraz baskı oluşturuyor. Çünkü bir romanı en az iki yılda yazıyorum. Oysa okunması birkaç gün sürüyor. Kitabı bitiren okurlarım, ertesi gün sosyal medyadan, “Bu bitti, yenisi ne zaman?” diye soruyor. Bir yandan çok güzel bir durum, ama diğer yandan zorlayıcı bir etken oluyor. Öte yandan çok da kitap okunmayan bir ülkede, kitapları milyonlarca okura ulaşmış bir yazar olarak bu durumdan mutluluk duymamam nankörlük olur.

Ahmet Ümit, Fotoğraf:
Muhsin Akgün.
  • Popülerliğinizi polisiye yazmanıza bağlıyor musunuz? Sizce polisiye kolay okunan bir tür olduğu için mi bu kadar popüler? Başka bir türde yazmayı düşünür müsünüz?

İlk polisiye romanım “Sis ve Gece” 1996 yılında yayınlandı. Yayınlandığı yıl on binlerce satmadı. Yani sadece polisiye yazdığım için okunduğumu zannetmiyorum. Ahmet Ümit gibi yazdığım için okunduğumu düşünüyorum. Yani bir polisiye kurgu etrafında edebiyatın bütün ölçütlerini romanımın içinde yerleştirebildiğim için ve anlattığım hikâyenin geri planında ülkemin tarihini, sosyolojisini, sosyal psikolojisini sağlam bir şekilde sunabildiğim için eserlerime ilgi gösterildiğini düşünüyorum.

“Daha fazla kadın başkahraman yazmam gerektiğini de düşünmüyor değilim.”

  • Kahramanlarınız genellikle erkek. Baş kahramanın kadın olduğu bir roman yazmayı düşünüyor musunuz?

Aslında “Patasana”da, “Bab-ı Esrar”da ve “Ninatta’nın Bileziği”nde kadın başkahramanlarım var. Ama rastlantıya bakın ki,  bu ay yayımlanan yeni romanım “Kayıp Tanrılar Ülkesi”nde de başkahramanım bir kadın. Başkomiser Yıldız Karasu. Ama daha fazla kadın başkahraman yazmam gerektiğini de düşünmüyor değilim.

  • Gelecek projelerinizden bahseder misiniz?

Bahsettiğim gibi haziran ayında “Kayıp Tanrılar Ülkesi” yayımlandı. Oldukça ilginç bir kitap oldu. Roman Berlin’de başlıyor Bergama’da sona eriyor. Kurgunun temelinde, 1878 yılında Bergama’dan Berlin’e götürülen Pergamon Altarı yer alıyor. Antik dünyanın sekizinci harikası olan bu altar, aslında Yunan mitolojisinin şifresini oluşturuyor. Romanım bir yanıyla bu şifrenin çözülmesini anlatıyor. Yani “Kayıp Tanrılar Ülkesi”ni okuyanlar, Yunan mitolojisinin ABC’sini de öğrenmiş olacaklar. Romanın yazım süreci bitti, şimdi hem küçüklere, hem büyüklere bir masal yazıyorum.

İlginizi çekebilir:  İstanbul Caz Festivali 25 Haziran'da
  • Kitaplarınız kaç dile çevrildi ve en çok hangi dilde sattı?

Çinceden İspanyolcaya, Almancadan Moğolcaya kadar 32 farklı dilde 98 kitabım yayınlandı. Yunanistan’da Bulgaristan’da, Arap ülkelerinde, Almanya’da yoğun olarak okunuyorum. Daha da önemlisi, çevirinin tek kitapla sınırlı kalmaması. Örneğin Yunanistan’da on romanım çevrildi, Arap ülkelerinde 12 romanım, Almanya’da beş romanım, Çin’de üç romanım. Yani bir kitabım çevrilince ardından ötekileri de istiyorlar. Bu son derece mutluluk verici bir durum.

“Genellikle her sabah yazmak hedefiyle uyanırım.”

  • Twitter’ı aktif kullanıyorsunuz. Sosyal medyada siyasi olaylarla ilgili yaptığınız paylaşımlar öne çıkıyor. Sosyal medyada aktivizmin gücü hakkında neler düşünüyorsunuz?

Sosyal medyayı çok önemli buluyorum. Şeffaflığı ve bilgi edinmeyi kolaylaştırıyor. Özellikle demokrasinin yeterince gelişmediği, ana medyanın bağımsız gazetecilik yapamadığı koşullarda, sosyal medyan çok daha etkili oluyor. Ama meseleye sadece siyaset açısından bakmak lazım. Ben sosyal medyayı kültürel çalışmalarım için de kullanıyorum. Örneğin kitap tanıtımları, film tanıtımları yapıyorum. Bazen şiir yazdığım bile oluyor. Tabii, güzel fotoğraflar çektiğimde takipçilerimle paylaşmaktan da geri durmuyorum…

  • İyi bir yazar çok okumalıdır demiştiniz. Siz kimleri okursunuz?

Homeros’tan Sophokles’e, Shakespeare’dan Dostoyevski’ye, Dickens’tan Balzac’a kadar bütün klasikleri okudum, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Oğuz Atay’a, Yaşar Kemal’den Vedat Türkali’ye, Halide Edip’ten Adalet Ağaoğlu’na bütün klasikleri okudum, döner tekrar tekrar yeniden okurum.

  • Bu kadar sık üreten bir yazarın çalışma düzeni nasıldır? Her gün mesai yapar gibi yazmak için masa başına oturur musunuz?

Evet, iyi bir yazar, gerçek bir emekçidir. Genellikle her sabah yazmak hedefiyle uyanırım. Elbette bunu her zaman yapmak mümkün değildir. Ama bu niyeti taşımak, yazamayınca biraz kederlenmek, yazarı zinde tutar. İyi çalıştığım zamanlar günde altı sayfaya kadar yazabilirim. Bazen de bilgisayarın başında öylece oturur kalırım, tek kelime bile yazamam. Bereket, bu sürekli hale gelmez, ertesi gün yahut daha sonra tuşların o tatlı tıkırtısı yeniden odamın içini doldurur. Esinlendim ve yazdım diye bir şeye inanmıyorum. Düşündüm, kurguladım, yarattım ve yazdım diye bir şeye inanıyorum.

Ahmet Ümit’in son kitabı Kayıp Tanrılar Ülkesi, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
  • Eserlerinizi sesli kitap olarak seslendiriyorsunuz. Bazı edebiyat severler kitapların illa okunmasından yanadır. Sizin sesli kitaplara sempatiyle baktığınızı söyleyebilir miyiz? Her kitap sesli kitap olabilir mi ya da olmalı mı?

Öncelikle kitabın okunmasından yanayım. Bir okur olarak, harfleri, kelimeleri görmek, anlamlarını zihnimden geçirmek isterim. Ama günümüz koşullarında, insanlar uzun saatler trafikteyken sesli kitap dinleyebilirler ya da evde yemek yaparken bir yandan meraklı bir romanı takip edebilirler. Ki ben de uzun yollarda, sıkışık trafikte yahut evde iş yaparken romanları sesli olarak dinliyorum. Yani sesli kitap önemli bir işlevi yerine getiriyor. Eğer metin grafik yapı olmadan okunabiliyorsa, her kitap sesli okunabilir. Bu biraz da okurun dikkatine kalmış bir şey.

“İnsan ruhu kalıba dökülemiyor. Sürekli değişim geçiriyor.”

  • Benim Güzel Hayaletlerim’i sadece sesli kitap olarak seslendirdiniz. Dinlemeyi sevmeyen okurlarınız için kitabı basmayı da düşünüyor musunuz?

Evet, birkaç yıl sonra, oradaki kıymetli yazarlara yenilerini de ekleyerek bir kitap olarak çıkaracağım. “Benim Güzel Hayaletlerim” sadece altı yazarla sınırlı değil. Beni etkilemiş olan önemli yazarlarla hayali buluşmaları sürdüreceğim, bu buluşmaları da kaleme alacağım.

  • Bu kadar başarılı bir yazar olarak kendinizi gerçekleştirdiğinizi düşünüyor musunuz?

İnsan ruhu kalıba dökülemiyor. Sürekli değişim geçiriyor. O yüzden on yıl önceki duygu ve düşüncelerimizle on yıl sonrakiler aynı olmuyor. Evet, 14’ü roman olmak üzere 24 kitap yazmış, eserleri ülke içinde, ülke dışında milyonlarca insana ulaşmış bir yazar olarak durumdan gayet memnunum. Ama hâlâ yazmayı düşündüğüm kitaplar var. Yani hâlâ eksik bir şeyler var. Umarım hayat izin verir de onları da yaparım.

 

Previous Story

Geleceğin Küratörlerinden “Niyetler”

Next Story

50 Yıl, 25 Albüm, 345 Şarkı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.