130 Yıllık Miras Müze Gazhane

//

Neredeyse çeyrek asır süren ve 32 bin metrekarelik yapılar topluluğunu bugüne getiren çalışmalarda, mimari proje müellifleri Afife Batur, Gülsün Tanyeli, Yıldız Salman, Deniz Aslan ve Feridun Çılı ile birlikte Gazhane Çevre Gönüllülerinin mücadelesinin çok önemli bir yeri var. Hasanpaşa Gazhanesi’ni bugüne getiren sürecin detaylarını akademisyen Gülsün Tanyeli ile enine boyuna konuştuk.

  • Müze Gazhane projesi ile ilgili ne kadar geniş kapsamlı ve katmanlı olduğunu bildiğim bir soruyla başlamak istiyorum. Proje nasıl başladı, ne şekilde sonlandı?

Projenin başlangıcını 2000yılı olarak kabul ettiğimizde ve uygulamayı da sürece kattığımızda yirmi yıl süren bir çalışma söz konusu. Bunun öncesindeki koruma mücadelesi de bu süreye eklenebilir ama sadece projeden bahsediyorsak iki aşamadan söz etmek lazım. ‘99’da görüşmelerine başlanıp imzalanan, 2000-2001 yıllarında yapılan ve Koruma Kurulu kararıyla onaylanan ilk aşaması var. Ardından gelen uzun bekleyişte başka bir takım kurumsal girişimler oldu, Gazhane Çevre Gönüllüleri olayı sıcak tutmak için alanda birtakım etkinlikler yaptı. Uygulama ancak 2014’teki ihaleyle başladı. Ancak dönemin Büyükşehir Belediyesi biz projeyi yapmamışız gibi bir yaklaşım içindeydi. Bizse özellikle yüklenicinin bu konudaki takdirle karşılanması gereken tavrıyla işin içerisine dahil olduk. 2014 yılının haziran ayından başlayarak hem uygulama danışmanlığı hem de müellifleri olarak projeyle ilgili kararların yeni baştan gözden geçirilmesi gibi bir süreci birlikte yürüttük. Çünkü aradan geçen süre içerisinde yapıların ve proje kararlarının eskime durumu söz konusu olmuştu. Ayrıca önceki aşamada işlev kararları özellikle işletme konusunda netleşmemiş olduğu için, Büyükşehir Belediyesi’nden bunun netleştirilmesini istedik.

Koruma Kurulu Arşivi’nden bir kare.

Büyükşehir Belediyesi, otopark, şehir tiyatroları, restoran gibi çeşitli işlevlere uygun iktisadi işletmeleri olduğundan, o zamanki yapısıyla alanı kendi birimlerinin işleteceğini bildirdi. Dolayısıyla konuyla ilgili görevlendirilmiş kişiler ve İBBYapı İşleri Müdürlüğü aracılığıyla gelen revizyon istekleri, bizim tarafımızdan değerlendirildi. Meydana gelen görev değişiklikleri nedeniyle özellikle tiyatro tarafında çok fazla git-gel oldu. Örneğin özgün işlevi gaz deposu olan gazometrenin korunabilmiş kesimi bize tiyatro için en başından itibaren o kadar çarpıcı geldi ki, olabildiğince dokunulmadan, esnek kullanılsın istedik. Yani hem çağdaş tiyatro için hem de tiyatro sezonu dışında sergi, yerleştirme ve başka etkinlikler de yapılabilecek şekilde düşünmüştük. En azından Meydan Sahnesi olsun ve içine girdiğiniz mekânın volumetrisi hissedilsin istedik. Bu şekilde olmadı ama en azından bir kısmı sergiler için deneyimlenebilir ve daha önceden başka bir şey olduğu oraya gelen insanlara duyumsatılabilir bir çözümle sonuçlandı.

Üç Evrenin Anlatıcısı Üç Gazometre

Bu süreçte yaklaşık 120 kadar toplantıyı yoğun bir şekilde haftalık olarak gerçekleştirdik. İlk başta özellikle proje revizyonlarıyla ilgili yoğun olarak çalıştık. Bu kadar uzun süre içinde yapılar da ciddi oranda eskidi ve yıprandı. 2000’lerde yapılara yüzde 30 mertebesinde bir müdahale öngörüyorduk. Sonrasında bakımsızlıktan, dış etkenlere açık olmasından ve çeşitli alanlardan malzemelerin çalınmış olmasından dolayı bu müdahale oranları çok daha yükseldi. Ama ilk fikirler zaten ön proje niteliğindeydi. Onaylanmış da olsa onların geliştirilmesi ve uygulamaya yönelik diğer bütün sürecin ortaklaşa bir şekilde hazırlanması 2014-2019 aralığında oldu. Böyle bir süreç yaşadıktan sonra 2019 sonrasında, daha çok yeni yönetim devraldıktan sonra bazı karar değişiklikleri gerçekleştirildi. Biz onlarda pek müdahil olamadık. Özellikle müze sergileme kesimlerinde alanların tamamı henüz açılmadı. Ancak işletme açısından gayet iyi gidiyor gibi görünüyor.

  • Gazhanedeki yapı bütününü hem kentsel olarak hem de mimari olarak nasıl tarif edersiniz? Nasıl bir mekân Gazhane?

Burası bir hava gazı üretim tesisi ve kuruluş aşamasının ardından kabaca iki evreden geçtiğini söyleyebiliriz. 1891’de kurulduktan sonra 1930’lar sonu 1950’ler başı arasında ikinci evre var. Ardından 1957-1963 arasında kapasite artışı ile üçüncü evre söz konusu. Zaten alana girdiğinizde karşımıza hep burayı en fazla anlatan, kentin çeşitli noktalarından görünür olan ve burayla ilgili eski bazı fotoğraflarda da açıkça görünen o üç gazometre çıkıyor. Bunlar aşağı yukarı bu üç evrenin de anlatıcısı aynı zamanda. Çünkü her depo gerisinde gazın üretildiği bir fırına ve üretim sonrasında temizlenme gerekliliğinden ötürü başka bir binaya daha ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle binalar üretim, temizlik ve depolama şeklinde kurgulanmış. Fakat bunlar alanın içerisinde farklı noktalarda. Örneğin depolar hep alanın en yüksek yerinde ve üçü de birbirine yakın. Bizim projeyle ilgili ilk başlangıç kararlarımızda da ikisi daha önce tamamen ortadan kaldırılmış olduğu için, bu gazometrelerin imgesini koruyucu bir yaklaşım olması önemliydi. Burası bir kültür varlığı parseli olduğundan ve yeni tasarımlar ile değerlendirme ihtiyacı bulunduğu için bu kentsel imgeyi yeniden görelim diye gazometreleri tiyatro, sinema gibi gece aktivitelerine de uygun bir alan olarak düşündük. Yani alanın kullanımında tarihselliğini anlatacak, endüstrinin mirası ile ilgili dijital veya elde olan tüm malzemelere yer verecek, işlevi konusunda enerji odaklı birtakım bilgilendirmeler içerecek ve kamusal yararı gözetecek şekilde bir sosyal donatı olsun istemiştik. Onları parselin şu anda yaya girişi olan ve hemen karşımıza çıkan noktasına konumlandırdık. Temizleme binaları ve daha sonra kömür deposuna dönmüş olan ilk fırınların bulunduğu binayı müze amaçlı kullanırız diye düşünmüştük. İki üretim yapısı, düşey fırınlar gibi bir kısım yapıları zaten kullanamıyoruz. Bir tanesi örneğin sadece iç çekirdeği kalmış olduğundan heykel gibi korunabildi.

Bunların yanı sıra tesisin teknik destek birimleri tarafından kullanılan atölye binaları yine çeşitli işlevlere uyarlandı. Alana gelenlerin yeme içme için faydalanabilmelerine, oturup dinlenebilmelerine ve zaman geçirebilmelerine yönelik mekânlar düşünüldü. Otopark deneyimi alanın yukarısına çıkıldığında bir seyir terasına dönüşmesine imkan verecek nitelikte kurgulandı. Parsel tedirgin edici bir alan olmasın diye, gece gündüz kullanımına imkân veren bir yere dönüşmesini baştan beri düşünmüştük.

  • Müze Gazhane’nin bulunduğu yer yalnızca ziyaret veya etkinlik katılımı için gidilen bir yer olmaktan ziyade insanların yaşadığı, evlerin olduğu bir bölge. Sizce bulunduğu bölgeyle bu bağlamda nasıl bir ilişkisi var yapının?

Geçmişteki ilişki de sorumluydu, bir taraftan bakarsanız şu andaki ilişki de sorunlu diye düşünülebilir. Çünkü neredeyse bir havuz ve etrafı tamamen kentsel dokuyla sarılmış bir yer. Biz ilk projede, özellikle gazometreler tarafında, bunu biraz açalım istedik. Hatta bize bitişik ve boş olan bir takım parsellerin ve çok yüksek olmayan iki yapının kamulaştırılması ve bu alanın ferahlaması yararlı olur diye önermiştik ama maalesef bunlar öneri olarak kaldı. Bugünkü durumda orada epeyce bir inşaat olduğu için alan daha da doldu. Diğer yandan pandemi döneminde insanlar bu tür alanlara ne kadar ihtiyaç olduğunu gördüler. Orada buluşmak, etkinlikler düzenleme veya onlara katılmak eminim ki herkese çok iyi geliyor.

İlginizi çekebilir:  Uluslararası Gümüşlük Müzik Festivali Başladı
  • Kentlerde tüketime yönelik alanlar çoğaldıkça ve başka bir deyişle palazlandıkça kültürel, endüstriyel, kentsel hafızanın paylaşımına yönelik ya da kamusal alan ihtiyacına hizmet edecek yerlerin önemi daha da belirginleşiyor. Siz bu bağlamda Hasanpaşa Gazhanesi’nin veya benzer şekilde dönüştürülen yapıların kent yaşamındaki önemini nasıl değerlendirirsiniz?

İstanbul’un içerisinde veya yakın çevresinde bulunan bu türden büyük endüstri yapıları hemen hemen Avrupa’dakilerle eş zamanlı olarak devre dışı kaldı. Ve o devre dışı kalışla birlikte bunların taşıdığı bilgiyi kaybetme endişesi özellikle akademik cihette görülse de, bu ve benzer süreçlerin en ilginçlerinden biri Hasanpaşa’da yaşandı. Çünkü Hasanpaşa Gazhanesi’nin korunması açısından neredeyse bir halk hareketine dönüştü. Orada yaşayanların, bu mekânın korunması için gönüllü olarak örgütlenmesi ve çevredeki insanları da ikna etmesi, kurumların destek olması, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden öğretim üyeleri, Kadıköy Belediyesi, Mimarlar Odası gibi önemli oyuncuların gönüllülerle birlikte devreye girmesi, oradaki dönüşümü İstanbul’un diğer yerlerindeki benzer alanlar için yaşananlardan farklı kıldı.

“İstanbul’da Şu Anda Eş Değeri Yok Gibi”

Bu yapıların hemen hepsi doksanlı yıllar itibariyle birbirine benzer akıbetlere uğradılar. Bir kısım özelleştirildi, bazılarının tahsisleri başka kurumlara yapıldı… Ama bunların büyük bölümü uzun süre ellenmedi ve bunun için özel kaynak ayrılmadı. Bir kısmı Tekel veya Sümerbank gibi kurumların elinden çıktıktan sonra ilgili kamu kurumları burayla ilgili ne yapacaklarına karar veremediler. Ya da Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası arazisi ve Yedikule’deki Cer Atölyeleri gibi birer gayrimenkul yatırımı olarak görüldü. Beykoz Kundura Fabrikası tamamen özel mülkiyete geçti. Biz İSKİ’nin elindeki Terkos ve  Cendere gibi pompa istasyonlarını projelendirdik ve uygulandı, ancak buralar işletmeye açılmadı ve kamuyla buluşamadı. Dolayısıyla bir tür kamusal zarar oluştu denilebilir. Yani bunların her birisinin dönüşümlerinde farklı yollar izlendi

Bu endüstri yapılarının içerisine bir tek belki Silahtarağa’nın bir üniversiteye dönüştürülerek alanın kullanımı, yaşaması için çaba harcandığı söylenebilir. Kaldı ki onun da ilk başta verilen kararlarında -müze yapısı ile ilgili karar gibi- epeyce bir geriye gidiş oldu, o nedenle de zaman içerisinde daha kontrollü yerler haline geldi. Burası, yani Hasanpaşa/Müze Gazhane, semt kullanıcılarının hemen ulaşabileceği, aynı zamanda kentin başka alanlarından insanların etkinliklere katılmak üzere gelmeyi isteyebileceği bir yer olarak dönüştü. İstanbul’da onun için şu anda eş değeri yok gibi. Bomonti aslında böyle idi ancak eğlence mekânı ağırlıklı olarak şekillendi sonuçta.

  • Bu tip yapıları dönüştürürken, kentin gündelik hayatının içine katarken ve kentte yaşayanların daha katılımcı olacakları bir yapı inşa ederken mimari olarak gözetilmesi gerekenler neler sizce? Elbette nasıl işletildiği ve programlamanın ne şekilde yapıldığı çok belirleyici ancak yine de yapısal olarak özellikle dikkate alınması gereken unsurlar var mıdır?

Sorunun içerisinde bu ikili durum var aslında. Bir tarafta işletme meselesi var. Bir tarafta da kurumların bizim ‘önleyici koruma’ diye tanımladığımız, işi yapabilme kapasitesi var.

Bu işletme modelinin içerisinde hem oradaki etkinlikler programlanacak hem de o etkinliklere göre alanlar değerlendirilecek. Daha önce değindiğim gibi bunlar yorgun yapılar ve her ne kadar epey takviye yapsak da ve bu yapıların kullanılabilir, yaşanabilir olması için gözünüzü üzerinden eksik etmemek gerekiyor. Ayrıca binaların kendi yaşına ve kullanılan malzemeye binaen, dış etkenlerle karşılaşılabilecek durumlar da var. Yıpranıyor bu yapılar. Bunların üzerinde elinizin olması lazım. Bizim önleyici korumadan kastettiğimiz bu. Yani bir yerde bir dert ortaya çıktığı zaman oradaki problemi oranın kullanıcısı palyatif çözümlerle halletmeye çalışmamalı.

Önleyici Koruma Önemli

O yüzden siz ne kadar iyi bir şey yaparsanız yapın kullanıcı da onun karşılığını vermezse, açıkçası yapıdaki bozulma ya da devre dışı kalma daha hızlı olabilir. Önleyici koruma o nedenle önemli. İBBnin zaten böyle bir yaklaşımı var, bu bakış açısına yakınlar ama onunla ilgili belki birtakım teknik direktif önerilerini de hazırlayıp onlara vereceğiz. Çünkü örneğin bir yerde bir boya yapılması gerektiğinde hangi renk kullanılmalı, seçtiğimiz renk kodları, hangi yüzeye nasıl dokunulması gerektiği gibi sorular önemli.

Fırın Taşıyıcı
  • Açılış programı kapsamında Uğur Tanyeli ile beraber gerçekleştirdiğiniz, ‘Afife Batur’un İstanbul’u’ konuşmanızı dinlemiştim. Afife Batur bu projenin merkezinde yer alan biri ve maalesef 2018 yılında aramızdan ayrıldığı için bugün gelinen noktayı göremedi. Şunu sormak istiyorum; bu tip deneyimleri, bütün bu süreçleri, olan biteni kayıt altına almak, paylaşmak ve yaygınlaştırmak neden kıymetli sizce

Size şöyle bir oran vereyim; bu gazhane 1892’de kente hava gazı vermeye başladı ve 1993’te de kapandı. Yani yüz yıl kullanılmış bir yapı. Bu gazhaneyi ve buradaki bilgiyi bir döneme ait tarihsel, kültürel ve teknolojik kaynak olarak koruyabilmek ise yaklaşık çeyrek yüzyıl sürede mümkün oldu. Hatta yirmi sekizinci senede açabildik diyebilirim. Bu kendi başına bir mücadele. Tüm bunları kayıt altına almaya çalıştık, belgeledik ve projelerini hazırladık. Deneyimleyenlerin büyük bir bölümünün memnun kaldığı bir ortamı yaratmak için bu işe dahil olan herkes yaşamlarından çok ciddi süreleri buraya vakfetti bir anlamda. Afife Hanım her seferinde “Ömrümün üçte biri burada gitti” derdi.

“Adını Afife Batur Kütüphanesi’nde Yaşatmaya Devam Edeceğiz”

Bir taraftan da bizim arkamızda ciddi olarak Gazhane Çevre Gönüllüleri vardı ki onların gerçekten bu alanda yürüttükleri mücadelenin hem bütüncül bir koruma bağlamında hem de bu korumanın tarafları bağlamında Türkiye’de başka bir örneği yok. O yüzden bu bilginin aktarılması da önemli. Bu sürece yalnızca belli bir alanın korunması gibi bakamazsınız. Çünkü endüstri mirasının korunması bile çok yeni üzerinde uzlaşılmış bir yaklaşım. Pek çok başka talepler varken bütün bunlara karşı durmak ve burayı bundan sonrakilerin görebilmesine, deneyimleyebilmesine yönelik dönüşümünü yapmak önemli bir çabaydı.

En büyük üzüntülerimden birisi Afife Hanım’ın görememiş olması. Yıllarca birlikte o kadar çok bu iş için çaba sarf ettik, üzüldük, sevindik, kızdık ki… Çok büyük emeği, katkısı var. Adını da orada, Afife Batur Kütüphanesi’nde yaşatmaya devam edeceğiz ama keşke görseydi, çok mutlu olurdu eminim.

Previous Story

Sonbahar Müzayedeleri

Next Story

DasDas’da Ekim ve Kasım Programı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.