Toplumsal kırılmaların, ekonomik sıkışmaların, politik baskıların, ifade özgürlüğü kısıtlamalarının ya da kişisel endişelerin gölgesinde sanat nasıl var olur? Zor zamanlarda sanat anlamını mı yitirir yoksa işlev mi değiştirir? Sanat üretmek, sunmak, sadece bir direnç biçimi mi yoksa aynı zamanda bir tanıklık ve aktarıcılık alanı mıdır?
ArtDog Istanbul olarak bu soruşturma dizisinde; gündemin ağırlaştığı, şartların zorlaştığı dönemlerde sanatın nasıl şekillendiğini, sanatçıların, sanat emekçilerinin üretim motivasyonlarını ve bu süreçte estetik ile etik arasındaki dengeyi nasıl kurduklarını sorduk.
Soruşturma dizimizin üçüncü konukları Özalp Birol, Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu Okandan ve Murat Daltaban.
Özalp Birol: “Bütün olumsuzluklara rağmen sanat hep var oldu.”
Sanatın son zamanlarda dünyanın yaşadığı en zor zamanlardan biri olan pandemi döneminde insanlığın ruhunu nasıl ferahlattığını ve bir ölçüde tedavi ettiğini, insanlığın ruhuna şifa verdiğini birebir gördük, yaşadık. Daha önceleri de insanlık bunu örneğin, dünya savaşları sırasında ve sonrasında, büyük ekonomik bunalımların yaşandığı dönemlerde, kötü yönetimlerin hüküm sürdüğü, totaliter rejimlerin baskı koyduğu dönemlerde, çevresel yıkımlarda, savaşların getirdiği felâket dönemlerinde yaşadı. Bütün olumsuzluklara rağmen sanat hep var oldu.
Bence sanat hiçbir zaman gerçek anlamını yitirmez, zor zamanların dinamiklerine ve insanlığın gereksinimlerine göre çözümcü, iyileştirici işlevler üstlenebilir.
“Sanatı Yalnızca Bir Tanıma, Üç Beş Sözcüğe Sığdıramayız; Sanat Çok Yönlüdür, Çok İşlevlidir.”
Sanat üretmek, sunmak, sadece bir direnç biçimi mi yoksa aynı zamanda bir tanıklık ve aktarıcılık alanı mıdır diye düşünecek olursak; tanıklık, aktarıcılık, direnç… Zamanına bağlı olarak, hepsi bence… Özellikle baskı ve kısıtlamaların yaşandığı dönemlerde çok etkili bir direnme biçimi olmuştur sanat. Sanatı yalnızca bir tanıma, üç beş sözcüğe sığdıramayız; sanat çok yönlüdür, çok işlevlidir.
Sanatçı bazen müthiş bir kâhin gibi gelecek zor zamanları hissederek üretir ve eserleriyle insanlığı, örneğin savaşlara, diktatörlüğe, çevre felâketlerine karşı uyarır. Yaşanan zor dönemlerde tanıklıklarını, gözlemlerini, duygu ve düşüncelerini eserlerine yansıtır, bunlar daha sonra örneğin, Goya’nın Savaşın Felâketleri adlı eserlerinde olduğu gibi ortaya çıkar ve insanlık o zor zamanların gerçeklerini, vahşetini, bu tanıklıklar yoluyla, geç de olsa anlar.
Sanat, Delacroix’nın Halka Yol Gösteren Özgürlük adlı eserinde olduğu gibi Fransız Devrimi’yle, Aydınlanma Çağı’nın biterek Romantizm döneminin başladığına da işaret edebilir.
Veya Picasso’nun Guernica’yla yaptığı gibi kaos ve şiddet görüntüleriyle büyük bir trajediye dikkat çekerek savaş karşıtı bir duruşu sembolize edebilir.
İlginçtir ki felâketleri anlatan bu tür eserler içlerinde ilginç estetik unsurları da barındırabilir. Garip bir dengedir bu…
“Ne Olursa Olsun, Sanat Sayesinde Kötülükler Saklı Kalamaz.”
Ancak sonuçta ne olursa olsun, sanat sayesinde kötülükler saklı kalamaz. Sanat, örneğin, halen Pera Müzesi’nde sergilediğimiz eserleriyle Marcel Dzama’nın yaptığı gibi, insan hakları, cinsiyetçilik, ırkçılık, kötü yönetimler, çevre felâketleri gibi konulara yönelik bir şeytan çıkarma ayini şeklinde de tezahür edebilir.
Bana göre sanat, o müthiş büyüsüyle, insanın daha adil bir dünya için verdiği özgürlük mücadelesindeki en etkin enstrümanların başında gelir.
Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu Okandan: “Bireyselleşmeye karşın örgütlenme benim bu dönemde sığınmaya çalıştığım referanslar.”
Belki bu konuya sanat üreticilerini nüveye koyan kültür sektörü profesyonelleri açısından da yanıt vermeliyiz:
Kültür politikaları ve yaratıcı ekonomi çalışmaları sanat üretimini merkeze koymakla birlikte sanat üretimini etkileyen sosyal, ekonomik, politik ve teknolojik faktörleri yakından takip etmek ve değerlendirmelerinde dikkate almakla yükümlüdür.
Dünyadaki ana akımlardan bağımsız olarak bireyin gelişimi, tepkisi, üretimi değerlendirilemez, burada sanatsal ifadenin bireye sağladığı alanı en geniş kapsamda değerlendirmeye çalıştığımız çok modern bir bakış açısıyla yola çıktığımız bir dönemden, çağımızda yaşanan kırılmalarla bu geniş kapsamın daralmasına şahitlik ettiğimiz bir döneme geçtiğimizi ifade ederek yola çıkıyoruz. Yaşanan bu değişimin kabul edilmesi konusunda tereddütler yaşıyoruz ve bu durumu yadsıyarak genel kabullerimizi geri çağırmak için çırpınıyoruz. İşte böyle bir zamanda daha önce genel kabullerle geliştirdiğimiz referanslar bizim için önemli oluyor.
Hayatın çok hızlı aktığı ve tüketildiği günümüzde genel kabullerle çok uzun zamana yayılı şekilde geliştirilmiş çerçeveleri neredeyse muhafazakâr bir tavırla korumamız gerektiğini düşünüyorum.
“Dayanışmanın Ötesinden Bir Tavırla Örgütlenme ve Çoğulculuğun Altını Çizme Çabası Karşıma Çıkıyor.”
Tüm prekarite tartışmalarının odağında kazanılmış endüstriyel haklar, tüm teknolojik gelişmelerin yanında özgün eser üretimine dair fikri mülkiyet kavramı, tüm bireyselleşmeye karşın örgütlenme benim bu dönemde sığınmaya çalıştığım referanslar. Sanatı dışardan değerlendirmek yerine sanatın çevresinde yer alan ahalinin bu dönemdeki ihtiyaçlarına bakınca dayanışmanın ötesinden bir tavırla örgütlenme ve çoğulculuğun altını çizme çabası karşıma çıkıyor. Farklı olmaktan çok benzer olma bakış açısını geliştirip inadına kutuplaşmaya cevap vermek ve eskiden sahip olduğumuzun ayrımında bile olmadığımız bir beraberlik duygusunun farkına vararak birlikte cevap üretmek.
Bu sanat ve sanat eleştirisinin doğasına uygun bir şekilde eleştirel taraftan gelişecektir ama temel etik ve estetik değerlerimizin kabulünden sonra gelen tartışma tüm fikirlerin tartışabilir olduğunu kabul ederek ilerlemeli. Post truth döneminde bu söylediğim iyimser neredeyse naive bakış açısının oluşturulması konusunda bile sınanıyoruz.
“Eğer Bu Zemini Kaybedersek O Zaman Temel Referans Alanımızı da Kaybederiz.”
Yaklaşık 25 yıldır kültürel ve yaratıcı endüstrilerde akademisyen ve arabulucu olarak oluşturduğum tanıklık ve aktarıcılığın da ancak temel referanslara bağlı kalarak (uluslararası genel çerçeveleri de hatırlatarak -UNESCO 2005 KİFAÇ- Kültürel İfadelerin Çeşitliliği Sözleşmesi gibi) bu temel tartışma zeminin elzem olduğunu vurgulamakta işe yarayacağını düşünüyorum. Eğer bu zemini kaybedersek o zaman temel referans alanımızı da kaybederiz.
Murat Daltaban: “Kriz anlarında sanat, yalnızca estetik bir nesne değil, aynı zamanda bir etik-politik müdahale alanıdır.”
Dünya tarihi krizler tarihi ve sanat da bu tarihin doğru tarafında yer alan “şey”; sanatçı da bu sarsılan yapıda ayakta durmaya çalışan, krizin içinden krizin gerçeklerini gözleyen, arayan kişi.
Şu peşin kabullerle sanat üzerine konuşabiliriz kriz dönemlerinde sanırım…
Kriz anlarında sanat, yalnızca estetik bir nesne değil, aynı zamanda bir etik-politik müdahale alanıdır. Bu gibi zamanlarda sanat anlamını yitirmez; aksine daha derin, daha karmaşık ve çoğu zaman daha radikal biçimlere dönüşebilir. Sanatçının pozisyonu, artık bir “güzellik üreticisi” değil, bir “şahit” ve bazen de bir “çağırıcı” hâline gelir.
Krizin içinden geçerken sanatçı da bu kaygılarla en doğru noktadan meselenin içinde yer almaya çaba gösterirken eserin kendisi haline dönüşmek zorundadır. Bu yeniden doğum süreci acılıdır, yeniden ve yeniden gerçekleşmek doğasıdır.
“Sanat, Baskı Altında Sadece Bir Direniş Biçimi Değildir; Aynı Zamanda Tanıklık ve Aktarıcılık Alanıdır da.”
Sanat, baskı altında sadece bir direniş biçimi değildir; aynı zamanda tanıklık ve aktarıcılık alanıdır da. Sanatçının eylemi krizin görünmeyen yapılarını görünür kılmak açısından önemlidir.
Bireysel acı, kolektif hafıza ve tarihsel travma sanatın en derin kaynaklarındandır.
Mimesis bu yollardan biridir. Taklitten öteye geçip bir empati aracı, bir tecrübeye dönüşebilir. Gerçeğin illüzyonla kesiştiği yerde mimesis yoluyla var olunabilir ve dilin yetersiz kaldığı yerlerde, ifade edilemeyeni yeniden kurar. O noktada aktarıcı konumuna yerleşir sanatçı. Eser bir eylemin kendisine dönüşür.
Sanat alanların her birinde dolaşır, bir sokak duvarında grafiti, bir sahnede fısıldanan replik, bir ağıt ya da sessizliktir.
Ama hepsi birer varlık belirtisidir.
Sanırım… hiçbir şeyden emin değilim şu sıralar. Kafalar çok yorgun ve karışık…
Soruşturma dizimizin birinci ve ikinci bölümlerini bağlantılardan edinebilirsiniz.