Yusuf Taktak'ın yeni sergisi: Başka Zaman Başka Mekân - ArtDog Istanbul
Tekinsiz, 2023, Kutu- Karışık Malzeme, 76x100x20 cm

Yusuf Taktak’ın yeni sergisi: Başka Zaman Başka Mekân

Yusuf Taktak’ın “Başka Zaman Başka Mekân” adlı kişisel sergisi 14 Eylül -15 Ekim 2023 tarihleri arasında Beyoğlu’ndaki Brieflyart Galeri’de ziyaret edilebilecek.

Beyoğlu’ndaki Brieflyart Galeri, 14 Eylül -15 Ekim 2023 tarihleri arasında Yusuf Taktak’ın “Başka Zaman Başka Mekân” adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergide sanatçının resimlerinin yanı sıra üç boyutlu işleri de görülebilecek. Türkiye’de son dönemde yaşanan doğal afetlerin etkisiyle üretilen eserlere yer veren sergi, Salı- Cumartesi günleri saat 10:00 – 19:00, Pazar günleri ise 13:00  – 19:00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Akademi’deki öğrencilik yıllarından bu yana kendi anlayışı çerçevesinde kolaj ve asamblaj, enstalasyon örnekleri üreten sanatçının sergisi hakkındaki yazıyı Nusret Polat kaleme aldı.

Önceki Yıllar, 2002-23, Kutu- Karışık malzeme, 76x100x20 cm

Polat’ın “Yusuf Taktak’ın Nesne-İmge Kutuları” başlıklı yazısının tamamı şu şekilde:

Yusuf Taktak, Briefly Art Galeri’de açtığı sergisinde, tuval resimleriyle birlikte, kutuların içine karışık teknikle yaptığı son dönem çalışmalarını sergiliyor. “Kutu” fikri aslında onun için yeni değildir. Sanatçı, Akademi’deki öğrencilik yıllarından itibaren farklı zamanlarda küçük kutularla asamblajlar ve kolajlar yapmaya devam etmiş, 1990’da Derimod Kültür Merkezi’nde açtığı sergisinde kutulardan örnekleri sergilemişti. Ayrıca kutu içine aldığı bisiklet çalışmasıyla da heykel-enstalasyon olarak bu fikri başka bir tarzda uygulamaya geçirmişti. Öyle görünüyor ki “kutu” Yusuf Taktak için temel bir çağdaş sanat malzemesidir.

Sanatçı, bu sergideki resimlerinde de çeşitli biçimlerde gördüğümüz temsili (Evler, Piramitler, Dikilitaşlar, Bisikletler) ve soyut ikonografisini (Kareler, Üçgenler, Dikdörtgenler, Daireler) bu defa kutuların içinde tekrarlıyor. Tuvallerinde iki boyutlu olarak sunulan bu ikonografi burada üç boyutluluk kazanıyor; imgeler ve nesneler gerçek mekân içine yerleştiriliyor. Buna paralel, sanatçı, galeri mekânını da “kutu gibi” tasarlayarak, izleyicisini metaforik anlamda (belki de) “kutu resimleri”nin içine ‘sokuyor’. Peki neden kutu?

 

Bir Dramın Düşündürdükleri, 2023, Tuval Üzeri Akrilik, 190×149 cm

Öncelikle “kutu”nun bir nesne olduğunu ve Yusuf Taktak’ın kendine özgü üslubunu başka bir boyuta taşıdığını söyleyebiliriz. Aslında nesne onun resminde, saf-yapısal haline yakın bir tarzda olsa da daima temsil edilmiştir. Bunu anlamı, sanatçının dış dünyaya dayanan bir tür fenomenolojiye yaslanmaktan asla vazgeçmemesidir. Söz konusu olan, sanat pratiğinin salt zihinsel bir soyutlamaya dönüşmemesi, nesneyle olan ilişkiyi korunması ve sanatçının benliğin içine kapanmamasıdır. Onun resminde saf geometrik formlar, daima, o formlara temel teşkil eden –başta çadır ve dikilitaş olmak üzere– geometrik temelli nesnelerden çıkmış ya da onlarla birlikte ele alınmıştır. Üstelik tuvallerinde öteden beri var olan ihtiyatlı kolaj kullanımı, nesne parçalarını işin içine katarak, resmindeki biçimcilik (akıl) ve kendiliğindenlik (duygu) arasındaki estetik salınımı daha da karmaşıklaştırmıştır. Buraya renk unsurunu da ivedilikle dahil etmek gerekir.

Yusuf Taktak’ın, rengi, asimetrik ilişkiler ağı içindeki geometrik formlar, amorf şekiller, düz çizgiler ve yer yer yazılarla birlikte, ekspresyonist değil belki ama ekspresif/ifadeci bir tarzda resim yüzeyinde baskın tarzda kullanması resmin algılanması açısından belirleyicidir. Sanatçının resminde bazen tek bir rengin tüm yüzeyi kaplayan, bazen ise iç içe geçmiş farklı renklerin birlikte karmaşık-yoğun kullanımı, rengin onun resimlerinde temel bir unsur olarak ele alındığını gösterir. Sonuçta, bütün bunlar onun biçimciliğe (formalizme) indirgenmiş bir resim inşa etmesine engel olur, ama bu tam anlamıyla biçimcilikten, araya büyük mesafe koysa da koptuğu anlamına da gelemez.

Parçalanmış, 2021-23, Kutu – Karışık Malzeme, 33x24x5 cm

Bu ‘kopuş’, ancak üç boyutlu nesne işin içine girdiğinde tam olarak söz konusudur. “Kutu” gerçek bir nesnedir ve akademik tuval geleneğinin normatifliğinden kaynaklanan Kantçı-Greenbergcü anlamdaki biçimci gücünü ve saflığını –her ne kadar sanatçı, yukarı da belirttiğim gibi özellikle kolaj unsurunu resmine yer yer dahil ederek bu anlayıştan epey uzaklaşmış olsa da– bu defa tümüyle bozar. Sanatını öznellik alanından daha çok nesnellik alanına kaydırır; kamusal şeylerin dünyasına iyice yaklaştırır. Nitekim, buradaki “kutu resimleri” pandemi döneminde eve, yani bir anlamda bir ‘kutunun’ içine kapanmanın bir sonucudur. Temel bir insani ortak deneyim alanına ait, tüm dünyayı derinden etkileyen bir olay Yusuf Taktak’ın çıkış noktasıdır. Kamusal olan tam da bu noktada belirir.

“Kutu” herkesin yaşadığı bir deneyimi temsil eder; ancak içindeki imgeler ve nesnelerin sanatçının seçimi olması bu deneyimi öznelleştirir. Dolayısıyla “kutu” aynı anda ortak olanının ve olmayanın birlikteliğidir. Somut yaşantının içinden seçilmiştir, ama aynı zamanda bir temsil işlevi görür. Zihinsel bir imgeden çok daha fazlası, etkileri beden üzerinde hissedilen somut duygulanımın mekânsal temsilidir. Dahası, kapanmanın içinden fikirsel ve duygusal olarak çıkmanın (muhtemelen) ‘oyunsal’ bir yoludur. Nitekim kutular kapalı değil açıktır. Kapanmanın içindeki ‘açılma’ arzulanır. Bu arzunun görselliği elbette resimlerindeki temel ikonografiye yaslanır; ancak onlarda olmayan, başta ev maketleri olmak üzere üç boyutlu nesne kullanımıyla arzunun somutlaşması hedeflenir. Burada söz konusu olan imge ve nesne arasındaki diyalektik ilişkidir. “Kutu” bu ilişkinin nesne olarak evidir; içindeki imgelerle birlikte var olur, ancak nesne olma durumuna imgeye dönüşmeye direndiği müddetçe devam eder. Kısacası “kutu” Yusuf Taktak’ın ellerinde aynı anda hem nesne hem imgedir; ya da daha doğru bir ifadeyle nesne-imgedir.

İlginizi çekebilir:  Yabancılaşma
Gece – Gündüz, 2021-2023, Tuval Üzeri Akrilik , 116×178 cm

Kutuların içindeki ikonografi, dediğim gibi, tanıdıktır ve bizi anında sanatçının tuvallerine bağlar: Dikilitaş, bisiklet, ev maketi vb. (ayrıca tüm o geometrik ve amorf formlar).  Yusuf Taktak, resmindeki temel ve baskın ikonografik göstergeleri olan dikilitaş ve bisiklet için “onlar, benim mührümdür” der. Dikilitaş, 1970lerin sonundaki işçi grevlerindeki çadırların soyutlaşarak üçgenlere dönüşmesinin hemen akabinde –Sultan Ahmet Meydanı’ndaki Theodosius Obeliski’nin somut etkisiyle birlikte– üçgenin dikeyleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Hemen hemen tüm resimlerinde tekrar eden bu form, insanın dünya üzerindeki varlığını zamanın sonsuzluğuna bağlar; daha doğrusu sağlam dikey yapısıyla dikilitaş, zamanın sonsuzluğa açılan insan-üstü gücünü ifade eder.

Buna karşılık bisiklet ise, insanın “özne” olma halinin göstergesidir. Bisikleti istediğim yöne çevirebilir, böylece kendi elimde olan bir dünyayı yaratabilirim. Öte yandan sürekli hareket halinde olmam gerekir ki bisiklet işlevini yerine getirebilsin. Bisiklet, burada, genel anlamda insanın özel anlamda ise Yusuf Taktak’ın kendi bireysel hayatının bir tür sembolik temsildir. Demek ki sanatçının ikonografik repertuarındaki bu iki temel nesne-formun birlikte kullanımı, metafizik varlığımız ile somut öznel-maddi gerçekliğimiz arasındaki ‘karşıtlık’ ve karşılaşma için harikulade birer metafor işlevi görür.

Tekinsiz 2, 2023, Kutu- Karışık Malzeme, 76x100x20 cm

Yusuf Taktak, “Kutu resimleri”nde, nesnelerin eksik halleri anında dikkat çeker. Bu bağlamda, özellikle bisiklet için ayrı bir parantez açmak gerekir. Bisiklet, eğer sanatçı için, yukarıda belirtildiği gibi, “insan olma halini” ve hatta kendi bireyselliğini ifade ediyorsa ve bu çalışmalar da pandemi sırasında ortaya çıktıysa, bundan daha yerinde bir kullanım olamazdı. Parçalanmış bisikletler ve/veya bisiklet parçaları; dağılmış, bütünlük hissini kaybetmiş tekinsiz bir psikolojiye sahip hallerimiz için çok uygundur. Buraya kutuların içine yerleştirilen diğer nesnelerin kırılgan, parçalanmış ‘tekinsiz’ hallerine de eklediğimizde sanatçının çalışmalarının bu anlamdaki etkisi katlanarak artar. Özellikle ev maketleri, sanki her an yıkılacakmış gibi yerleştirilmiştir.

Kırılgan duruşları; İstanbul’un sıkışık şehir atmosferi, deprem tehlikesi, pandemi sırasındaki kapanmanın verdiği sıkıntılar gibi farklı endişe verici gerçekliklerimiz için iyi bir temsildir. Bununla birlikte ev, kamusal alandan kaçıp sığındığımız özel alanımızdır. Ne kadar kırılgan da olsa bize yine de görece güvenli bir ortam sunar. Bu anlamda evin burada ikili bir anlamı vardır: tekinsizlik ve huzur duygularının bir karışımıdır o; bazen üzerimize tüm ağırlığıyla çöker, sıkıntı verir, bazen ise neşe kaynağımızdır. Son kertede kanaatim, Yusuf Taktak’ın “kutu”larında, günümüzde bir çoğumuzun zaman zaman maruz kaldığı bazılarımızın ise hiçbir zaman kurtulamadığı tekinsizlik hissiyle uğraştığıdır.

Her an yıkılacakmış gibi bazen üst üste duran, bazen tek başına olduğu yerden düşecekmiş hissi veren saydam ev maketlerinin yanında kırık resim/ayna çerçeveleri, yine kırık ya da eksik bisikletler veya tek başına bisiklet tekerlekleri, eşi olmayan bir kadın ayakkabısı, kutu içindeki küçük kutular ve içlerine sanki hapsedilmiş, sıkıştırılmış küçük toplar vs. tüm bunlar maruz kaldığımız (post)modern hayatın psikolojik şiddetinin birer hatırlatıcıları gibidir. Sanatın burada ‘iyileştirici’ bir gücü olup olmadığının kararını verecek olan ise, kendi deneyimine dayanması gereken Yusuf Taktak’ın izleyicisidir!

Yusuf Taktak.
Previous Story

Füsun Onur retrospektifi Ludwig Müzesi’nde

Next Story

Artİstanbul Feshane’deki ‘Ortadan Başlamak’ sergisi uzatıldı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.