Galata Mevlevihanesi’nde başlayan hikâyeniz sanatçı kimliğinizde nasıl bir yere sahip? Sanatınızın temelinde tasavvufa dair öğreti veya ögelere rastlayabilir miyiz?
Doğduğum ve on iki yaşıma kadar çocukluğumun geçtiği, İstanbul Tünel başında bulunan Mevlevihane benim sanatçı olmamın temel taşıdır. Bugün bir müze olan evin bahçesi, bahçıvanımız Şevket amca tarafından onlarca çeşit gülle adeta bir cennete dönüşmüştü. Bahçenin bir bölümünde bulunan kabristanın kapısında “Susmuşlar” yazıyordu. Mermerden oyulmuş erkeklerin kavuklu, kadınların ise baş taşları çiçeklerle bezenmiş kimlikli mezar taşları ile kurduğum diyalogları hiç unutmuyorum. O seneler İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nda atıyordu. Entelektüellerin, sanatçıların, edebiyatçıların uğradığı Art Nouveau tarzındaki Markiz Pastanesi’ne veya Rejans’a ailemle sık sık giderdik. Pazar günleri İstanbullu hanımların beylerin son derece şık kıyafetleriyle gittikleri konserleri hiç kaçırmazdık. Gel de bu ortamda seni ilham perisi öpmesin.
Münih’teki öğrencilik ve akademisyenlik yıllarınızın ardından ülkeye geri dönüşünüzle birlikte Bodrum, serüveninize ne zaman dahil oldu ve bu bölgeyle kurduğunuz ilişkiyi biraz anlatır mısınız?
Münih Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki öğrencilik dönemi benim için çok önemli bir hayat dersi oldu. Ayrıntılarını anlatmaya burada yer yetmez, ancak yazmaya başladığım kitabımda yer verebileceğim. En azından şunu öğrendiğimi söyleyebilirim: Felsefesi olmayan bir “iş” sanat değildir. Ancak dekor olabilir.
“Beni Buraya Zeus Getirdi”
Bodrum’la ilk tanışmam 80’li yılların başında Hollanda’dan aldığım yelkenliyle, Odysseus misali tek başıma yaptığım maceralı bir Akdeniz, Ege yolculuğumdan sonra oldu. Deniz insana kendisinin gerçek boyutunu öğretiyor. Egosunu iyice törpülüyor, Megalomanlığını ise tamamen yok ediyor. Bu tecrübeyi herkese, özellikle sanatçılara tavsiye ediyorum. Bodrum’a geldiğin an, burada var olmuş medeniyetlerin varlığını taşında toprağında hissediyorsun ve bu duygu insanı büyülüyor. Sanatçıları bu topraklara çeken bu titreşim ve enerji olsa gerek.
Özellikle arkadaşımmış gibi hissettiğim “Zeus” beni buraya getirdi diyebilirim ve bir zaman sonra “kal ve burada sanatını yap” dedi. O gün bu gündür onunla sohbetimiz devam ediyor. Boğa figürü çocukluğumdan beri ilgimi çok çekmiştir. Eserlerimde çok sık işlediğim boğa motifi benim için Zeus’u sembolize eder. Zeus’un Hera’dan kaçmak için boğaya dönüşmesini çok eğlenceli buluyorum; Sanki onun zamparalığını bir tanrıçanın fark etmeyeceğini sanıyor. Erkek işte…
Bodrum’da şehir merkezinden uzak bir konumda, kendi sanatsal üretiminize uyumlu olarak inşa ettiğiniz Ender Güzey Müzesi ARThill, görünen o ki üzerinde yükseldiği toprakların tarihiyle, müzenin girişinde ziyaretçileri karşılayan imzanız niteliğindeki “boynuz” imgesiyle ciddi bir mitolojik bir temele sahip. Mitoloji, “bütünsel sanat” pratiğinizde ne zamandır başat bir konumda duruyor?
Mitoloji ve boğa, çocukluğumdan beri benim içinde olduğum bir dünya diyebilirim. Yazmayı daha yeni öğrendiğim yaşlarda yazığım bir şiirde bunu ifade ediyor. ARThill’ in konumu çok özel. Sanat tepesinin enerjisi o kadar yüksek ki bunu her gelen hissediyor, adeta büyüleniyor. Bu olumlu enerji ARThill için çok tanıtım yapılmamasına rağmen yurt dışından birçok insanı çekiyor. Dünyanın her köşesinden Sanatseverler galericiler koleksiyoncular geliyor. İlginçtir ki en az ülkemin insanlarını görebiliyoruz.
Uzun zamandır vizyonlarım arasında eserlerimi korumak üzere kendi özel müzemi kurmak vardı. Bununla birlikte mimaride de kendimi denemek istiyordum. 2006 yılında Bodrum’da bir arazi almaya karar verdim, burada kendime bir ev inşa etmek üzere yola çıkmıştım. Bodrum’u karış karış gezdikten sonra İstanbul Boğaziçi’nde denize sıfır yaşamama ve deniz tutkunu olmama rağmen Bodrum’un gidişatını inceledikten sonra deniz görmeyen, yerleşimden uzak bir yer olmasına karar verdim. Çünkü burada deniz gören her yer sitelerle talan edilmişti. Dağ başında suyu elektriği olmayan bir arazi seçtim. Burayı seçmemin nedenini daha sonra anlayacaktım. Birçok ev tasarımı yaptım ve sonunda fikrimi değiştirerek uzun zamandır düşlediğim müzeyi buraya kurmaya karar verdim. Benim kimliğimi sanatımı temsil eden minimalist mimarisi ile sembolüm ve logom olan dev bir boynuz heykeli üzerine oturan “Bütünsel Sanat” anlayışımı yansıtan bir bina tasarladım ve inşa ettim. İnşaata başladığımda bir Alman arkeoloji makalesinde nereye yerleşmiş olduğumu anladım: Alazeytin’den bahsediliyordu. Karşımdaki tepenin “Syengela” Leleglerin ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu, arazimin tam önünden geçen patikanın Leleg yolu olduğunu okuduklarımdan öğrendim. Bu yol Antik çağda “Tanrıçalar Geçidi” veya “Ana Tanrıça’ya Giden Yol” olarak anılıyormuş. Bundan daha güzel heyecan ve ilham verici bir şey olabilir mi?
Müzenin öne çıkan etkinliklerinden “Tanrıçalar Geçidi Festivali” akademik olarak da oldukça verimli tartışmalara kaynaklık etti. Tanrıça arketiplerinin ve ana tanrıça kültlerinin günümüz sanatında romantik bir anlatı veya figüratif bir ilham olmanın ötesinde toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kapsayıcılığa katkı sunabilir mi?
Evet, tanrıçalar cinsiyet eşitliğine katkı sunabilir. Kadim zamanların efsanelerinde ve mitolojilerinde tanrıçalar, evrenin gizemlerini ve doğanın güçlerini temsil eden kutsal varlıklar olarak yüceltilmiştir. Bu ilahi figürler, kadınların doğuştan gelen kudretini ve bilgeliklerini yansıtarak, toplumsal cinsiyet rollerinin ötesine geçebileceklerini sembolize eder. Tanrıçaların güçlü ve bağımsız karakterleri, kadınların içsel güçlerini ve potansiyellerini ortaya çıkararak, cinsiyet eşitliğini vurgulayan bir örnek oluşturur. Mitolojik öykülerdeki tanrıçalar, eril ve dişil enerjilerin dengelenmesi gerektiğini hatırlatarak, toplumların uyum ve denge içinde yaşaması için ilham kaynağı olabilirler. Ayrıca, tanrıçaların kutsallığı ve onların sahip olduğu gizemli güçler, kadınların da benzer şekilde saygı görmesi ve değer verilmesi gerektiği fikrini pekiştirebilir. Bu mistik varlıklar, kadınların toplumda etkin ve saygın bir konuma gelmelerine ilham vererek, cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında önemli bir rol oynayabilirler.
Uzun süredir bu bölgede hem yaşayan hem üreten hem de sanatı alımlayan bir kültür insanı olarak, Bodrum’a yerleştiğiniz günden bugüne bu bölge sizce kültürel açıdan ilerleme kaydediyor mu?
Bu açıdan olumlu bir yanıt vermem mümkün değil. Estetikten uzak bir gelişme var. Çok kez Bodrum mimarisinden bahsedilir; nedir bu mimari, kendini nasıl ifade ediyor? Bunu bana biri açıklasın lütfen. Bodrum’a özel geleneksel yapı tarzı kendini eski terkedilmiş köylerde ve kısmen farklı yerleşimler arasında gösteriyor. Ancak yapılan bitişik nizam site inşaatları Bodrum mimarisi mi oluyor? Bitmeyen bir inşaat furyası kontrolsüz bir şekilde ilerliyor. Estetik bir yaklaşımı destekleyen imar kuralları olsa ve tabii ki uygulansa, belki gerçekten çağdaş bir Bodrum mimarisinden bahsedebiliriz. Vizyonsuz günübirlik sürdürebilirliği olmayan ve kalıcı değer katmayan etkinliklerin faydadan çok zarar verdiğini düşünüyorum.
Yaz aylarında Bodrum çeşitli galeri ve otellerde pek çok sergiye ve sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Bu sanatsal etkinliklerin ekonomik hareketlilik dışında sanata ve topluma kalıcı bir değer kattığını veya bölgede kayda değer bir dönüşüm yarattığını düşünüyor musunuz?
Az önce de belirttiğim gibi, getirisinin ne olduğu düşünülmemiş üzerinde çalışılmamış ani kararlarla yapılan kültürel ve benzeri etkinliklerin nasıl bir kalıcılığı olabilir ki? Her yıl artan bir sergi enflasyonu var. Görülmek ve görmek tarzı sosyalleşme dışında ekonomik ve kültürel hiçbir katkısı olmayan etkinlikler bunlar. Üstelik yüzlerce sanatçının bir araya getirilerek yapılan sergiler için eserleri ile katkıda bulunan sanatçılara ekonomik hiçbir katkısı olmadığı da bir gerçek. Çoğunlukla bu sunumlar duvarları bedava süsleyen eserler oluyor ve sanatçılara hiçbir faydası olmuyor. Gelen davetliler ise daha çok yiyip içerek “small talk” yapıyorlar.
Yıllardır Bodrum’da yaşayan biri olarak bu bölgenin nasıl evrimlerden geçtiğine tanık oldunuz? Kendine has bir yaşam kültürü olan bu bölge zaman içinde nasıl değişti ve dönüştü, tespitleriniz nelerdir?
Yıllar önce Bodrum’a geldiğimde gerçekten bir yaşam kültürü vardı. Entelektüel insanlar vardı; caz dinlemekten, Bodrum’a yakışan şekilde giyinmekten, kaliteli sohbetlerden, kaliteli yemeklerden keyif alan insanlar vardı. Bodrum’un güzel doğal kalmış koylarında yüzmekten sabaha kadar sahilde oturarak aralarında müzik yaparak mutlu olanlar vardı. Nişantaşı özentisi araba yolu kenarı mekânlar ve oraları tercih edenler yoktu.
“GÜNEŞ, DENİZ, KUM VE SANAT” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Fotoğrafı: Sucuk & Bratwurst, Sand Ca(r)stle, fiberglas, 120x2x0.9 metre, 2024, Mercedes Benz ve PİLEVNELİ iş birliği
“Deniz Kıyılarının Çoğu İşgal Altında”
Yaşam kültürü mü? Dejenerasyon desek nasıl olur?
Bodrum’un bir konser salonu yok. Bir Çağdaş Sanat Müzesi yok, kaliteli filmler getiren bir sineması bile yok. Hele keyifle bir ağacın altında heykelli bir havuzun su sesini dinleyebileceğin meydanları hiç yok.
Bir de medeniyetin en temel göstergesi olan bisiklet yolları yok, tramvay yok ve halka açık plajları yok. Fakat otoban gibi neredeyse altı şeritli sağlı sollu alışveriş merkezleri olan yolları var.
Deniz kıyılarının çoğu işgal altında. Ecrimisil cezasını ödeyenler, sahili kendi malı sanıyor ve belediye buna senelerce müdahale etmiyor. Üst üste hukuka aykırı davranmak herhalde başka bir ülkede yoktur.
Yakın ve uzak zaman projeleriniz nelerdir?
Arthill de bildiğiniz gibi dönem, dönem değişen eserlerimle sergilerim devam ediyor. İzlemek isteyenlerin önceden randevu almaları gerekiyor. Aynı şekilde gruplar için talep olduğu takdirde ART & Dinner sohbetlerimiz, belgesel sanatçı film gösterimleri sonbahara doğru gündemde olacak. Önümüzdeki projelerime gelince; Münih Kültür Merkezinde gerçekleştirmiş olduğum Magna Mater – KİBELE performansımı Bodrum da Myndos kapısında ve ARThill’de gerçekleştirmek istiyorum.
Ve Bodrum için önemsediğim kalıcı ve sürdürebilirliği olan; “Karya Leleg Sanat Yolunu” Arthill’in önünden geçen Tanrıçalar geçidi üzerinde gerçekleştirmek istiyorum. Bu Land Art projesi ulusal genç sanatçıları davet ederek uygulamak istediğim bir “kültür turizmi” güzergâhı olacak. Trekking yapanlar yol boyu yerleştirilmiş sanat eserleri izleyerek ve Bodrum’un tarihini anlatan yazıtları okuyarak yürüyecekler.
Son olarak güncel ilham kaynaklarınızı paylaşmanızı istesek?
İlham kaynaklarım; Arkadaşım Zeus, Tanrıçalar ve Doğa. Özellikle Deniz.