Fransız Kültür Merkezi’ndeki “9. Sanata Yolculuk” sergisinde işleri ziyarete açılan çizer Ersin Karabulut ile Türkiye’de çizgi romancılığın durumunu konuştuk. Fransa, Belçika ve Brezilya’da kitapları satılan çizer yurtdışındaki başarısını ve gelecek hedeflerini ArtDog’a anlattı. İki dilli, dijital ve kağıdı bir araya getiren sergi 26 Eylül tarihine kadar gezilebilecek.
-
Fransız Kültür Merkezi’ndeki serginize, “Le Grand Méchant Renard” ve “Phallaina” adlı çizgi romanlar dijital olarak tabletlerle eşlik ediyor. Sizce dijital ve kağıdın birbirlerine kıyasla öne çıkan ve geride kalan yanları nelerdir?
Ben çizgi romanları kağıt üzerinde tanıyıp sevdiğim için ekrandan okumayı hala pek sevmiyorum. Ama her şey kaçınılmaz şekilde dijitale evriliyor. Kitaplar tamamen ortadan kalkmaz belki ama çizgi roman da diğer her şey gibi telefon ekranlarına adapte olmanın muhakkak bir yolunu bulacak. Sergideki işler bu adaptasyon açısından muhteşemler. İnanılmaz kıskandım. Eğer yeni jenerasyonlar bizi okusunlar istiyorsak belli ki bu tür denemeler yapmak zorundayız. Yani kitabın bir sayfasının PDF dosyasını internete yüklemek şeklinde değil, başka türlü okunabilecek şekilde tasarlamalıyız. Öte yandan bir çizgi roman albümünü dijitale aktarırken sadece “okuma tecrübesini” aktarmış oluyorsunuz. “Kitaplığınızda koleksiyonunuzun arasında görme” tecrübesini ya da “Sevdiğiniz bir nesneyi tutma” tecrübesini oraya taşıyamıyorsunuz. Yavaş yavaş bu gibi ince şeylerden taviz vermemiz hoşuma gitmiyor ama hayat sürekli her şeyi değiştiriyor işte.
-
Yeraltı Öyküleri kitabınız Türkiye’den önce Fransa’da basıldı. Fransa ve Belçika’da, belki de Türkiye’de olduğundan daha popülersiniz. Yurt dışı maceranız nasıl başladı anlatır mısınız?
Bizim tayfanın hep konuştuğu bir konu olmuştur bu. Fransa’da çizerler kral gibi takılıyormuş falan diye muhabbetler çevirip imrenirdik adamlara. Fakat bu konuda uzun yıllar pek harekete geçmedik. Çünkü hem Türkiye’deki ilgi bizi tatmin ediyordu, hem de çok yerel şeyler yazıp çizdiğimizi düşünüyorduk sanırım. Merak edip Fransa’daki Angouleme çizgi roman festivali’ne birkaç kez gittik, fakat gerek dil probleminden gerek çekingenlikten yine pek iletişim kuramadık. 2016 yılında Almanya’da bir sergide benimkiler de dahil, bir sürü Türk çizerin işleri sergilenmişti. Belçikalı bir çizgi roman araştırmacısı ve gazeteci arkadaşım var, Fransa’nın meşhur Fluide Glacial dergisinin, sergideki kısa öykülerimden birini yayınlayabileceğini söyledi. Çok sevindim tabii. Duyduğuma göre ilk öykü yayınlanınca, Edika adıyla bildiğimiz Édouard Karali, derginin editörlerine “Bu adamın işlerini yayınlamaya mutlaka devam edin” demiş. Bunu öğrenince aklımı yitirdim. Edika benim ustalarımın falan etkilendiği bir çizer. O zamandan beri devam ediyoruz işte. Orada Türkiye’de olduğumdan daha popüler miyim bilmiyorum, çünkü çok fazla üretici var Fransa ve Belçika’da. İsminizi duyurmak ya da kitapçıların raflarında yer bulmak gerçekten zor. Ama ilginç bir şekilde ilgi gösterdiler. Şükran ve onur duyuyorum.
“Fransa’daki çizerlere imrenirdik.”
-
Brezilya’da Portekizce basılan kitabınız çok satanlar listesinin birinci sırasında. Bu başarı sizi şaşırttı mı?
O bence algoritmayla ilgili bir olaydı. Yani ülkenin en çok satan kitabı olması mümkün değil. Amazon Brezilya’da kısa bir sürede en çok ön sipariş alan kitap oldu sanırım. O gün Orwell’in filan önündeydi. Tabii ne olursa olsun inanılmaz bir şey. Gözlerime inanamadım. Bir sürü ekran görüntüsü aldım.
-
Özellikle çizgi roman kültürünün çok yaygın olduğu Fransa başta olmak üzere uluslararası arenada tanınan bir çizersiniz. Bundan sonraki durağınız neresi olacak?
Fransa’daki üretime kesinlikle devam etmek istiyorum. Şimdi Fluide Glacial’in dışında orada Dargaud adında ikinci ve daha büyük bir yayınevim var. İlk kitabını bitirmek üzere olduğum bir üçleme yayınlayacaklar. Bu kitabın bütün dünya haklarını aldılar ve sanırım birkaç ülkeye satılacak. Brezilya’da da çok büyük bir pazar varmış meğer, oraya da devam etmek istiyorum. Bir ihtimal mevcut kitaplar yakında Almanya’da da basılabilir. Türkiye’nin dışında başka yerde yayınlanamayacak işler yapmak istemiyorum artık. Çünkü hem çok zor üretiyorum hem de sadece Türkiye’ye özel bir şey yaparak hayatımı sürdürecek para kazanamıyorum ne yazık ki. Amerika’da uzun süre bulundum ama oranın çizgi roman dünyasına giremedim. Birkaç bağımsız yayınevi dışında Amerikan çizgi romanlarına Avrupa’dakiler kadar da yakın hissetmiyorum. Ama keşke orada da yayınlansa tabii. Mümkün olduğu kadar değişik insana hitap etmek isterdim.
“Türkiye, çizgi roman festivaline minyatür sanatçılarını getirdi”
-
Sizce Türkiye’deki çizgi roman kültürünü geliştirmek için nasıl bir yol izlemek gerekiyor? Bu konuda, çizgi romanı 9’uncu sanat olarak kabul eden Fransa’ya nasıl yaklaşırız?
İstanbul’daki ilk çizgi roman festivalini bir Belçikalı düzenledi. Bu, mizah dergilerinin on binlerce ve hatta eskiden yüz binlerce sattığı bir ülkede gerçekten çok garip bir olay. Bizim büyük ve eski bir çizgi roman geleneğimiz var. İnsanlar Tarkan’ı okumak için Hürriyet satın alıyorlarmış. Gırgır desen dünyanın en çok satan üçüncü dergisi olmuş. Haftada 400-500 bin sattığı dönemler var. Ama okurun bu yoğun ilgisi, kültürel bir seviyede kurumlaşamadı nedense. Hala biraz çoluk çocuk işi gibi algılanıyor. Devlet desteği zaten yok ama özel galeriler de çizgi romancıların işlerini sergilemiyor. Nedense içinde hem edebiyat hem de resim barındıran bir sanat türü, memlekette uzun süre sanattan sayılmadı. 2018’de Belçika’da Brüksel Çizgi Roman Festivali’ne davetli olarak gidecektim. Sonra devlet daveti gelmedi. Yani oraya götürülecek sanatçılar arasına giremedim. Fakat Fransa’daki yayınevim de bu festivale katılacağı için, beni davet etti, o şekilde gittim. Geziyorum. Bütün ülkelerin stantları var. Rusya’sından Kongo’suna, aşağı yukarı her ülkenin çizgi romanlarından örnekler görebiliyorsun. Sadece tek bir ülkenin standında çizgi roman yoktu. O da Türkiye. Devletimiz, çizgi roman festivaline konuk olarak minyatür sanatçıları getirmiş. Bu sanatçıların eserleri eminim ki çok başarılı ve kıymetlidir, fakat “çizgi roman” değiller. Yani biz dünyaya, “Türkiye’nin çizgi romanı minyatürdür” demiş olduk. Böyle olunca da motive olamıyor insan. Ne yapılır da bunun sanat değeri karşılık bulmaya başlar bilemiyorum. Belki biraz da bizlerin bir araya gelip bu konuda ne yapılır, nasıl hareket edilir, bunları tartışması ve fikirler geliştirmesi gerekiyordur. Ama hepsinin ötesinde, farklı toplumların sanat algısı ve talebiyle ilişkili bir mesele bu.
-
Mizah dergiciliğinin eskisi gibi olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa sabahlara kadar hep beraber çizim yapılan o kültür geçmişte mi kaldı?
Mizah dergiciliği elbette eskisi gibi değil. Şu an piyasada bildiğim kadarıyla bir Uykusuz var bir de Leman. Satışlarımız eskiye göre çok düştü. Her şey gibi mizah dergisi kültürü de değişiyor. İnternet zaten majör değiştirici oldu ama onun dışında ülke olarak komple delirdiğimiz için ne üreticiler ne tüketiciler olarak hiçbir şeye doğru dürüst motive olamıyoruz. Ben, “Artık basılı yayın satmaz” diye düşünmüyorum bu arada. Hatta yakın zamanda kağıdıyla, içeriğiyle, kapaklarıyla, şu ana kadar yapılan dergilerden net olarak ayrılan yeni bir aylık dergi fikrim vardı. Hala istiyorum ama şu an için doğru zaman olmadığından emin oldum. Bir kere memlekette kağıt üretilmediğinden, yurtdışından dövizle kağıt satın alıyorsun. Politik bir şey çizsen dava açılıyor. Ama bunların kalıcı olduğunu düşünmüyorum. Daha az delirmiş bir Türkiye olmayı başarabilirsek, bu ülkenin yüzlerce yeteneği de bir araya gelip, isteyenin ekrandan okuyabileceği, isteyenin rafına dizebileceği şahane dergiler yapmayı yine başarır. Her şeye rağmen ben 2021 yılında gazete bayilerinde Uykusuz ve Leman’ı her görüşümde, bu kültürün bir parçası olmaktan gurur ve mutluluk duyuyorum.
“Amerikan çizgi romanlarına Avrupa’dakiler kadar yakın hissetmiyorum.”
-
Fransa’da yayımlanan “Jusqu’ici Tout Allait Bien” kitabınızın önsözünü ünlü çizgi romancı Pierre Christin yazdı. Kendisiyle yolunuz nasıl kesişti? Başka hangi çizerleri takip edersiniz?
Pierre Christin’le henüz tanışma şansım olmadı. Yayınevim kendisine öykülerimi yollamış, kendisi de beğenmiş ve önsöz yazmaya layık bulmuş. Büyük gurur tabii benim için. Hayran olduğum ya da takip ettiğim çok fazla çizer var. Yabancılardan, Robert Crumb, Moebius, Art Spiegelman, Charles Burns, Daniel Clowes, Edika, Gotlib, Serpieri, Mike Mignola, Gipi, Thomas Ott ilk aklıma gelenler. Yerli çizerlerimiz saymakla bitmez. Söylemeyi unuttuklarım oluyor, sonra çok utanıyorum.
-
Fransız basını hikayelerinizi Kafka ve Orwell’e benzetiyor. Siz kendi tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Büyük bir ‘Estağfurullah’ demek istiyorum. Böyle şeyler duymak çok utandırıyor beni ve insanların kızacağından falan korkuyorum. Ama gerçekten de birkaç yayın bu tarz abartılı şeyler söyledi. Tarzım nedir bilmiyorum. Ben sadece insanları çok merak ediyorum. Kendimi çok merak ediyorum. İnsan olmayı ve yaşamı anlamaya çalışmayı çok seviyorum. Bu konuda bazı sorularım olduğunda da bu soruları bir hikâyeye yedirip, başkalarına da sordurmaya çalışıyorum. Hayatta en çok dert edindiğim şey de insanların birçok konuda gerektiğinden fazla emin olması. İnançlarından, milliyetlerinden, düşüncelerinden, geleneklerinden çok eminler. Bunlardan şüphe duymak kimseyi kötü bir insan yapmaz, bence daha iyi bir insan yapar. Bunlarla ilgili bir şeyler söylemeye çalışıyorum. Daha karmaşık bir felsefem ve iddiam yok yani.
-
Türkiye’de sekiz kitabınız yayımlandı. Çok üretken bir çizersiniz. Pandemi bu üretkenliğinizi olumlu yönde etkiledi mi? Gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?
Aslında çok daha fazla kitap çıkartmalıydım. İki kitap daha olabilecek kadar Sandık İçi ve iki kitaplık daha Yeraltı Öyküleri var. Fakat henüz o işlere bakamadım. Bir de o kadar üretken bulmuyorum kendimi. Çok çalıştığım doğru ama yavaş ilerliyorum. Renk vesaire konusunda çok takıntılıyım. Bir kitabı çizdim bitirdim, renkçiye devredemiyorum, illa kendim yapıyorum. Bu konuda ekip oluşturmayı düşünüyorum. Hatta bazı karelerde arka planları çizecek birisini bile tutmak istiyorum. Japonya’da öyle ekipler var ve bu sayede çok üretiyorlar. Pandemi de yaşantımı çok değiştirmedi. Sadece son yıllarda genelde ABD’de bulunuyordum, oraya dönemedim burada İstanbul’da kaldım. Ama kötü de olmadı, oturup çalıştım bol bol. Çizgi romana devam edeceğim tabii ki. Onun dışında son yıllarda sinema televizyon dünyasına yönelik şeyler de düşünüyoruz. Film ya da dizi yazmak gibi isteklerim var. Birtakım gelişmeler de oluyor ama söylemek için erken galiba. Benim tek istediğim, sevdiğim şeyler yaparak başkalarıyla konuşmak. Çizgi roman olarak, roman olarak, film olarak. Ne kadar yapabilirsem artık.
-
Çizer olmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Zamanı çok iyi idare etmek gerek. Hayalleri geliştirilemez projelere dönüştürmek yerine, bir ucundan adım atmak, kötü de olsa yapmaya devam etmek. En önemlisi bu. Yetenek denen muammanın sizi durdurmasına izin vermeyin. Kendinizi inanamayacağınız kadar geliştirebilirsiniz. Bir diğer önemli şey de “Ya başarısız olursam, kim ne der?” korkusu. Kimsenin çok da umurunda değiliz, bir iki laf etseler ne olacak? O yüzden mesele sizin ne kadar istediğinizdir. Önemli bulduğum bir konu da şu, kendi okumak isteyeceğiniz şeyler yapın. “Şu an bunlar tutuyor” diye yaptığınız her şey klişe olur, bir başka şeyin taklidi olur.