Yapay Zeka - ArtDog Istanbul
Mario Klingemann’ın Memories of Passersby I adlı işi Sotheby’s’de yapay zekâ alanında satılan ilk iş olmuştu.

Yapay Zeka

//

Latince ‘Sentience’ kelimesi duyguları deneyimleyebilme anlamına gelir. Bu kelimenin kökeninden türemiş o kadar çok farklı sözcük var olur ki 1630’lu yıllarda ‘sentientem’ kelimesi ‘duygu’ anlamında kullanılmaya başlanır ve filozoflar tarafından yapılan tartışmalarda kelimenin derinliği yoğunlaşır. Sonuçta, bu sözcük düşünebilen varlık, neden sonuç ilişkisini kurabilen varlık olarak değişime uğrar. Latin kökenli dillerde ise ‘sentient’- duyarlı varlıklar için kullanılan bir ifade olmakla birlikte zihin ve duygu durumunu bir araya getiren akıllı varlıkları tanımlamak için de kullanılıyor. Yapay zeka ile ilgili herhangi bir arama motoru üzerinden yapılan aramada ise yapay zekayı en iyi tanımlayan kelimelerden birisi duyarlı yani ‘sentient’ kelimesi. Kelimenin derinliği farklı teknolojilerin kullanımıyla birlikte hâlâ gelişiyor ve yoğunlaşıyor. Duyarlı kelimesi yapay zekâ sayesinde bambaşka alanlara taşınıyor. Örneğin, duyarlı-sentient kelimesinin ‘kendi farkındalığı olan’ ya da ‘bilince sahip’ varlıklar için de kullanılmaya başladığını görüyoruz. Yapay zekâ açısından baktığımızda kendi farkındalığı olan, bilince sahip, neden sonuç ilkesi içinde davranabilen bir makineden bahsetmek mümkün. Özellikle de Open AI’ın en son yenilikleriyle ürettiği Chat GPT4’un kullanım alanlarına bakınca her alanda ortaya çıkan yeni uygulamalar bilinçli ve duyarlı bir mekanizmayla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Sanat alanında kullanılan yapay zekâ programlarında (ya da algoritma sistemlerinde) neden- sonuç ilkesine uygun ilerleyebilen, hatta neredeyse bilinçli üretebilen bir makineyle karşı karşıyayız demek mümkün. Örneğin, Dall-E uygulamasının ürettiği imajlar kapsamında araştırmacı yazar Adam Gopnik New Yorker’da 1 Mart’ta yayımlanan makalesinde Dall-E 2 gibi programların resimde gölge ya da ışık üzerine üretim yapmak yerine sanat tarihi üzerine yoğunlaşan bir üretim sistemine sahip olduğunu söylüyor. Kısacası, Dall E 2 aslında bizlere sanat tarihinde mevcut ve bilinen resimler ve görseller üzerinden çizimler ve üretimler sunuyor. Böylece, oldukça bilinçli ve altyapısında belirli bir sanat eğitimi almış bir sistemden bahsetmek mümkün. Tüm bu eserler ve imajların üretiminde bir ana fikir de var. Bu imajlar belirli bir fikir üzerine, bir tür zihin gibi çalışan üretim sisteminden ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yapay zekayla üretilen eserlerin özünde birçok eleştirmenin savunduğu fikrin aksine ‘belirsizlik’ yerine, başı sonu belli olan, neden sonuç ilkesine sahip bir üretimden bahsetmek mümkün. Yapay zeka sistemiyle üretilen imgelerde, Dall E 2 üreticisinden bir ‘ana konu’ istiyor. Kısacası bu imajların hiçbirisi gelişi güzel üretilmiş bir imajlar değil. Bu durum bizi, yine üretilen ve kullanılan yapay dil eksenine getiriyor. Eserin yaratıcısı herhangi bir konu üzerinden yapay bir dil kullanarak imaj üretiriken, karşıdaki izleyicisi eserin hikayesini tam olarak bilmiyor. Tıpkı bir müzede gezerken tüm klasik eserlerin anlamlarını çözmeye çalışan bir izleyici gibi eserin hikayesini öğrenmek için çabalamaya başlıyor. Böylece, hikayelendirme ve hikâyeyi sevme durumu başlıyor, ki izleyicinin bu eğilimini sanat tarihinde ismi geçen birçok önemli eserde görmek mümkün. Örneğin, Uffizi’ye gittiğimizde Venüs’ün Doğuşu’nun hikayesini öğrenmek için çabalamayı, Sandro Boticelli’nin bu eseri nasıl ve neden yaptığını öğrenebilmek için bilginin derinlerine inmek gibi açıklayabiliriz. Bu tür algoritmalarla üretilen eserlerde de aslında eserin hangi kelimeler ve cümleler kullanılarak üretildiği ve eserin arkasındaki hikaye ilgi uyandırıcı olmaya başlıyor.

Dil ve belirli kelimeleri seçerek programlanmış görsel bir sistemin ürettiği imajlarla izleyicide oluşan merak yazılı olarak ifade edilince biraz sürreal geliyor. Sonuçta anlatıyla ilerleyen görsel bir bilgiyle karşı karşıyayız ve imajların, (ya da imgelerin) izleyiciyle iletişim kurduğuna tanık oluyoruz. Tam da bu noktada imajların gücünden bahsetmekte yarar var. Adam Gopnik bu durumu şöyle açıklıyor: “Sanat tarihinde de eserlerden bahsederken bu eserlerin ne kadar doğru ya da yanlış, konuya uygun ya da olmadığından bahsetmiyoruz. Eserlerin yani imajların ne kadar büyüleyici, içine alıcı, etkileyici ve unutulmaz olduğundan bahsediyoruz.” Dall E 2, Bing, Craiyon, Image Journey, Starryai gibi uygulamalar net, kesin tanımlar üzerinden üretilen imajlarla ilerliyorlar. Böylece, imajların da net bir üst-dil sistemine dahil olduğunu söylemek mümkün. Kısacası, dil kullanımının görseller ürettiğini görüyoruz. Tıpkı zihnimizin yaptığı gibi. Diğer yandan OpenAI’ın yaptığı Chat GPT4’un lansmanında yazı yazma ve metin üretme ya da herhangi bir metinle ilgili uygulamalarda ne kadar gelişmiş olduğuna da şahit olduk. Ancak, bu sefer görsellerden de metin üretebilen ve bu metinlerde de çok akıllı cevaplar verebilen bir sistemle karşı karşıyayız. Apple, Adobe ve LinkedIn’de danışmanlık yapan Barış Özcan bu durum için Youtube’daki videosunda insanların bir kısmının ironi ve absürtlük gibi kavramları ayırt edemeyecek durumdayken Chat GPT4’ün bunu kolaylıkla yapabildiğini söylüyor.

Midjourney ve Dall-E 2 gibi sistemlerde de insanların imgeye bakış açısını sorgulatan bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Sanatla ilgili imge üreten uygulamaların sanat tarihindeki akımlarda öne çıkan sanatçıların üsluplarıyla hareket ettiğini ve ürettiğini görüyoruz. Kısacası, dayandığı nokta aslında sanat tarihindeki görseller ve imgeler ve sanatçıların üretimleri. Örneğin, izlenimcilik akımından esinlenen bir eser için ele aldığı görseller Monet ya da Degas etkisi olmaksızın üretilmesi imkânsız duruyor. Bu durumda sanat tarihinde adı geçmeyen sanatçıların bu alana hiç katkısı olmayacak mı? Ya da tek bir alana yönelen imajlarla bir tür uyuşmuş, sınırlı algıya sahip bir sanat anlayışı mı hâkim olacak? Çünkü yapay zekanın sanatsal imge üretim sisteminde üslup eserin ana konusundan ayrı düşünülemiyor. Kısacası sürekli birbirine dönen aynı tür görseller görebiliyoruz (örneğin, empresyonist bir resmin konusunun piknikler, ağaçlı bahçeler ya da Paris olması gibi). Ama elbette Chat GPT 4 ve sonrası için bu konuyu geliştiriliyor; daha derin bir sanat tarihi üzerinde yeni alıştırmalar yapmaya başlanıyor çünkü görselleri kullanarak yeni bir üretim alanının ortaya çıktığı aşikar.

Universal Everything, “More Than Human Mimic”, 2018 Universal Everything izniyle

Orijinallik ve imgeler

Tüm bunların önüne geçen mesele ise sanattaki orijinallik eleştirisi. Bu tür yoğun görsel kullanımı sanatta orijinallik konusuna doğru yöneliyor. Bir eser ne kadar orijinaldir ya da bu imgelerin kullanımı söz konusu olduğunda orijinallikten bahsetmek mümkün müdür? Sözü geçen görsellerin onlardan önce kodlanmış bir algoritma üzerinden üretildiğini düşünürsek zaten orijinal diye bir şey olmadığını anlayabiliriz. Ancak orijinallik sanat ortamında da belki de en çok tartışılan ve eleştirilen konulardan biri olarak da öne çıkıyor. Küratör, yazar ve akademisyen Prof Marcus Graf postmodernizmin üç ana eleştirisini hatırlatıyor ve şöyle diyor: «Orijinalliğin eleştirisinde orijinal diye bir şey olmadığını görürüz. Bilgilere baktığımızda zaten yalnızca bize ait bir şeyden bahsedemeyiz. Üretilmiş ya da üretilen her şey, genetik kodlardan, içinde yaşadığımız ve dışında bulunduğumuz matrix ve kolektif alan ve geçmişten alınarak yapıldığına göre belirli bir veri tabanına ait diyebiliriz.”

İngiliz sanatçı Matt Callishaw The Guardian’a verdiği röportajda, son gelişmelerle birlikte özellikle de Chat GPT4 sayesinde sanatta yeni bir dönemin başladığını ve bunun çok da taklit edillebilir bir doğaya sahip olmadığını söylüyor. Callishaw imaj teknolojilerinin büyülü olduğunu söylüyor. Sanatçının son dönem dijital eserlerinde 17.yy ait natürmortları yapay zekâ ile yeniden yapılandırdığını görüyoruz. Bu imajları sisteme yüklüyor ve bu hazır görsellere yapay zekâ metinleri kullanarak böcekler ve farklı canlılar ekliyor. Eklenen böcekler, sistem kodlandıkça ve öğrendikçe gizli çiçekler gibi görünmeye başlıyor. Sanatçı için bu gelişim çok yeni ve büyüleyiciyi. Callishaw’a göre bu imajlar sonuçta doğanın yaptığı şeyi yapıyor: Çiçek üzerinde saklanan bir böcek, çiçeğe benzeyen bir böcek tıpkı doğada gördüğümüz gibi bir imgeyle ortaya çıkıyor. Bu şekilde aslında doğa nasılsa, sanat ortamında da yapılan Callishaw için her şey tek ve biricik.

Ancak, bu tür bir varoluşsal bakış açısı sanat ortamının gerçeklerine uymuyor. Çünkü sanat her zaman taklit ve orijinallik tartışması içinde büyüyen ya da değişen bir kimliğe sahip. Sanat tarihinde bu konuda en çarpıcı örneklerden birisi de Sherrie Levine. Levine 20. yüzyılın önde gelen sanat eserlerini fotoğraf, çizim, suluboya ya da heykel gibi farklı mecraları kullanarak yeniden yapılandırıyordu ve sanatçının günümüz sanatına dair savunduğu ana fikir de otantik, kendine özgü ve orijinallik mitine karşı çıkmaktı. Levine orijinalliği değil birbirini takip eden üretimler ve yaratımlar olduğunu ve yeni bir şey üretmenin imkânsız olduğunu savunur.

Diğer yandan, yapay zekâ algoritmaları da daha önceden üretilmiş imajlardan etkilenerek yeni bir şey üretmenin imkânsız olduğunu kanıtlıyor. 10 Şubat 2023 tarihinde New Yorker’da Amerikalı sanatçı Kelly McKernan ile ilgili çıkan bir haberde yapay zekâ üretimi kullanan bir imaj üretim programında sanatçının ismi geçmese de sürekli onun eserlerine benzer imajlar üretildiği yazıyor. Bu imajlar sanatçının eserlerine o kadar benziyor ki, sanatçıyı tanıyanlar ona haber veriyor ve Open AI ve Github’a dava açılıyor. McKernan bu durumdaki tek sanatçı değil Sarah Andersen ve Karla Ortiz’de tıpkı onun gibi eserlerinin izinsiz çalındığını ifade ediyorlar. Yapay zekâ ile üretilen ve algoritmaya eklenen imajlarla ilgili en önemli 3 konu, 3C, copyright (izin), credit (kredisi), compensation of involvement (katılım tazminatı). Bunların üçünün de eksik olduğu bir durumda karşı tarafın suçlu bulunması bekleniyor ama ilk dava düşüyor. McKernan dergiler için kapak eserleri tasarlayan bir sanatçı, dolayısıyla onun asıl meselesi AI bu imajları üretmeye devam ettiği durumda hangi yolları kullanarak para kazanabileceği… Sonuç olarak davada gelinen noktada 3C kuralının önemi vurgulanıyor diğer yandan benzer çok davanın olduğu hatta büyük imaj stok bankalarının da birbirlerine dava açtıkları ortaya çıkıyor. Böylece, bir imajın gerçekten hiçbir yerden esinlenilmeden ve yepyeni bir şekilde üretilmiş olması gerçekten de imkânsız gibi görünüyor. Özellikle de yapay zekâ kullanılan ortamlarda. Bu arada, sadece imge ve imaj üreten sanatçılar değil, Chat GPT 4 ile yazarların da bu tehlike altında olduğu söyleniyor. İşte tam da bu yüzden yapay zekâ gerçekten de bir insan gibi -görerek ve okuyarak- öğrenerek taklit edebilme yeteneğine sahip. Öğrendikten sonra ise tıpkı bir insan zihni gibi davranabiliyor ve taklit ediyor.

Sougwen Chung, “Drawing Operations” (2017) sanatçının izniyle

Kavramsal bağlam ve güncel sanatta yapay zekâ kullanımı

Eserlerinde yapay zekayı farklı şekillerde araç olarak kullanan sanatçı ve akademisyen Kerem Ozan Bayraktar’a göre, yapay zekanın bir sanatçı olarak benimsenme meselesi bir köşede dursun, yapay zekanın kullanılan diğer araçlardan farkı nedir sorusu üzerine düşünülmeli.

İlginizi çekebilir:  Yörüngesinden Taşarak Birlikte Süzülen Gezegenler

“Sanatta algoritmalar 1950’lerden beri kullanılıyor. Bu yeni bir şey değil ama teknoloji o kadar ilerledi ki internet zamanında nasıl tüm kültürü değiştirdiyse, yapay zekanın da tüm kültürü değiştirmesi olasıdır,’’ diyen Bayraktar bu algoritmanın hangi verilerle iş ürettiği, tasarımı, nasıl kullanıldığı, sanatçının hangi bağlamlarda ve ne tür bir sunumla bu teknolojiyi eserlerine yerleştirdiğinin önemli olduğunu ifade ediyor. ‘‘Çünkü köklü bir değişim sürecindeyiz ve sanatın içinde yapay zekanın nasıl evrileceği hala merak konusu. Kavramsal olarak yapay zekanın eserlere ne özellik kattığı ise özellikle güncel sanat tartışmalarının temelinde yatan sorulardan bir. Kültürel anlamda büyük bir dönüşüm yaşarken özellikle günümüzün toplumsal problemlerini odağına alan güncel sanat üretimlerinde yapay zekayı nasıl göreceğiz sorusu hala oturmuş değil,” diyen Bayraktar, bunun ötesinde yapay zekanın kullanımına da dikkat çekiyor: ‘‘Şu ana kadar süregelen teknolojilerde ara yüzde takılıyorduk ve araçlarla akıcı bir iletişim kuramıyorduk. Ama AI alanındaki son gelişmelerle artık daha akıcı kullanım söz konusu.’’ Sanat alanında yapay zekanın kavramsal bağlamda kullanımını belki de en iyi açıklayan eserlerden birisi, Kerem Ozan Bayraktar’ın Ofis adlı 2022 yılına ait yerleştirmesi. Bu eserde Bayraktar, ofis içinde makineler ve bitkiler, çevre ve habitat üzerinden bir ilişkilendirme durumu üzerinde duruyor. Hâlâ kullanılan ama eski kuşak olarak adlandırılan printerlar, fotokopi makineleri, ofis bitkileriyle yan yana hatta üst üste dururken aslında bu makinelerin ortamı ısıttığı ve insanın, bitkilerin yaşadığı çevrede olan etkisini odağına alıyor. Bayraktar bu eseri yapay zekâ ile oluşturulmuş görüntülerden oluşan bir yerleştirme olarak ifade ediyor. Çalışmada yer alan görüntüler, metin girdileriyle çalışan makineler tarafından otomatik olarak üretiliyor. Bu görüntüler yerleştirmenin bizzat kendisine benzeyen görüntüler içeriyorlar. Aynı mekanın farklı varyasyonlarını gösteren imgeler, içlerinde yer aldıkları yerleştirmenin kendisini işaret ederek canlılığa özgü bir öz-referans fikrini sürdürüyorlar. Farklı ofis varyantları biyolojik kopyalama ile kültürel alanların bir form olarak kendini çoğaltması arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarıyor. Sadece bireylerin değil, makine, insan, bitki ve diğerlerinden oluşan simbiyotik toplulukların kendini mekansal olarak çoğalttığı bir dünyada sanat eserleri de yalıtılmış varlıklar olarak değil, yer aldıkları mekanların fiziksel ve sembolik atmosferleriyle var olabiliyorlar.

Zihin felsefesi açısından değerlendirildiğinde makinelerin ve yapay zekâ gibi teknolojilerin zihnin yapısını aynaladığı ya da zihnin yapısına ve alt kategorilerine göre işlediği düşünülüyor. Uzmanlık alanı teknolojik gelişmeler ve zihin felsefesi olan filozof ve düşünür Daniel C. Dennett’a göre bilgisayarlar bu tür makinelerin ilk örneği. Bilgisayarlar farklı alanlarda yeni bilgi üretiyorlar, böylece şiir, astronomi, matematik gibi farklı alanlarda da yeni üretim modelleri keşfediyorlar yani gerçek bir zihne sahipmiş gibi davranabiliyorlar. Dennett bilgisayarın ya da herhangi bir makinenin ne kadar orijinal çalıştığına bakmaksızın onun işleyiş şeklindeki modellerini ele alıyor ve şöyle diyor: ‘‘Bilgisayarların ve bu tür düşünebilen teknolojilerin varlığı bile inkâr edilemez bir etki yaratıyor. Fiziksel prensipler içerisinde açık ve net işleyebilen mekanizmaların olduğunu görüyoruz ve bu mekanizmaların şimdiye dek tıpkı zihin gibi ve zihin kadar yeterli rutinde işlediğini görüyoruz.”

Bu duruma (bu tür bir işleyiş durumuna) çok farklı şekilde olsa da sanat alanında da rastlamak mümkün. Örneğin, Hande Şekerciler ve Arda Yalkın tarafından oluşturulan Ha:ar özellikle de son sergilerinde yapay zekâ üretimlerine geniş yer vermişlerdi. Yalkın ve Şekerciler, yapay zekayı bir veri tabanındaki milyonlarca imaj arasında matematiksel ilişkiler kurup yeni çıktılar üreten bir ya da birkaç algoritma üzerinden tartışmanın doğru olmadığını düşünüyorlar. Onlara göre, bu teknolojinin gelecekteki olası işlevlerini tartışmadan eksik tanımlamak yanlış bir bakış açısı. Çünkü bu teknolojinin kültürü ve birçok alanda üretim sistemlerini değiştirdiğini söylüyorlar.

Yalkın ve Şekerciler şöyle diyor: ‘‘İnsan beyninin çalışma şekli ile makinelerin çalışma şekli çok farklı. Bizler karar alma, motivasyon ve duygular gibi özelliklere sahibiz. Esneğiz, nesneler ve olaylar arasında sadece matematiksel değil duygusal, yaratıcı ve soyut bağlantılar kurabiliyoruz.”

“Fakat insan beyni yavaş, sınırlı kapasiteye ve güce sahip. Makineler ise nesneler arasında insanların göremediği örüntüleri inanılmaz yüksek hızlarda bulup işleyebiliyorlar ve insana göre -neredeyse- sınırsız kapasiteye sahipler,” diyen Yalkın, yapay zeka ya da bu şekilde farklı teknolojilerin kültürü ve sanat üretim şekillerini tamamen değiştirdiğine ve değiştirmeye devam edeceğine de inanıyor. Bilgisayarların hayatımıza girmesiyle veri biriktirmeye başladık. Kitaplar, gazeteler, yayınlar, kanunlar, tarih, literatür derken artık sosyal medyanın varlığı ile herkes ve her şey birer bilgi olarak bir ağ üzerine saklanıyor. Sanatçıya göre.

Bu kadar bilgiyi sınırlı kapasiteye sahip beynimiz ile işlememiz artık mümkün değil.

Yalkın ve Şekercilerin eserlerinde yapay zekâ algoritmalarını bilgiyi anlamak ve işlemek için kullanılan araçlar/yardımcılar olarak görüyoruz. Onlar için de eserin arka planı, kavramsal alanda ifadesi önemli. Örneğin, en son sergileri Ben Küre’de sergiledikleri, her geçen gün izleyiciler tarafından değişimi ve gelişimi izlenen, robotik bir performans olan Disruption adlı heykel bu konuya önemli bir örnek.

Ha:ar aslında, sadece sanat aracılığıyla bir fikir olarak yapay zeka ve bu tür algortimaları kullanılan sistemlerin an be an gelişimini de izlemenin mümkün olduğunu gösteriyor. Diğer yandan, sanatçıların artık üretimler için klasik malzemelere ihtiyacı kalmadığını görüyoruz. Kendi malzemelerini bile üretecek duruma geldiklerine şahit oluyoruz.

Yapay zekâ algoritmaları ve gelişimleri küratöryel alanda da birçok değişime neden oluyor. Küratör ve sanat tarihçisi Melike Bayık, yapay zekanın düşünme biçimlerimizi değiştirdiği için, sergileme ve sunum tekniklerini de değiştirebileceğini ifade ediyor. “Deneysel yeni sergileme ve izleme biçimleriyle karşı karşıyayız. Yapay zekanın en sınırsız ve rahat gelişeceği alanlardan birisi sanat bu nedenle büyük oranda yepyeni bir yaratım sistemiyle karşı karşıyayız.”

Sanatçı Ahmet Rüstem Ekici bu durumu şöyle açıklıyor: “Daha önce kurguladığımız bir manzarayı görüntü haline getirmek için kalemlerden, boyalardan, mozaik tanesi tessaralardan, kömürden vb. malzemelerden faydalanıp yüzey üzerinde izler bırakıyorduk. Dijital araçların gelişimi mağara yüzeyi, tuval bezi, fotoğrafın ötesine geçerek bu defa bizlere 3D görselleştirme konusunda yardımcı olmaya başladı. Sanal renk paletleri, fırçalar, modelleme araçları ile kurgumuzu çeşitli estetik biçimlerinde 3D dünyalarda oluşturup 2D bir baskı alabiliyorduk. Sonra 3D baskılarda almaya başladık.”

Ahmet Rüstem & Hakan Sorar “Kaynaştırılmış Form” AI imaj, 2023

Ekici, zihnimizde kurguladığımız bir manzarayı o an içinde kelimeler ile tarif ederek belirli kalıplar içerisinde oluşturabildiğimizi söylüyor. “Burada aslolan hep oluşuyor olması. Aslına bakarsanız bana göre kurgulanan yüzey dönüşmedi sadece bir yenisi daha eklendi. Artık kağıda çizmek yerine akıllı bir kalem ile ekranlara çizim yapıyoruz. Mimaride duvarları nasıl kullanıyorsak değişen ölçü ve artan kapasiteleriyle ekranları kullanmaya başladık. Böylelikle içerik akışkan ve kapsayıcı bir şekle büründü. Araçlar değişiyor veya bir yenisi ekleniyor.”

Ekici, son zamanlarda özellikle antik dönem mozaikleri üzerinden çeşitli testler ve kıyaslamalar yapıyor. 3D görselleştirmeleri için malzeme, karakter üretme konusunda AI’ın çok işine yaradığını ve kelimeden video üreten araçların gelişimi ile çok daha fazla heyecan verici üretim aşamaları deneyimleyeceğimizi söylüyor.

Ekici’nin kendi bedenini kopyaladığı, dijital ikizini oluşturduğum seriler ise tıpkı videolarında da anlattığı gibi Claude Cahun, Cindy Sherman, Nan Goldin gibi sanatçıların çalışmalarına bir gönderme niteliğinde. “Önceden bedenimi 3D tarama araçları ile dijital ortama aktarıyordum, sonra character creator gibi araçlarla modelleme gerçekleştirdim, şimdi ise yapay zekaya tanıtarak bedenimi akışkan bir form içerisinde her an her yerde imajlara dönüştürebiliyorum,” diyen Ekici bunu hiper gerçekçi bir şekilde, set, stüdyo ortamı, fotoğraf ekipmanları, prodüksiyon bütçesi, yerçekimi gibi kısıtlamalar olmadan gerçekleştirmenin ilham verici olduğunu belirtiyor.

Yapay zekâ her ne kadar sadece bir araç olarak kabul edilse de Daniel C. Dennett’ın Intuition Pumps and Other Tools for Critical Thinking adlı kitabında makinelerle ve bu makineleri kullanan teknolojilerle ilgili söyledikleri çok ilgi çekici. Dennett şöyle diyor; “Marangozlar kendi çekiçlerini ve testerelerini yapamazlar, terziler kendi iğnelerini ve makaslarını üretemezler, tesisatçılar kendi İngiliz anahtarlarını yapamaz ama demir ustaları çekiç, maşa, örs, iskarpela yapabilir.” İşte yapay zeka uygulamalarını, (tüm bu sistemleri ve algoritmaları) kullanan sanatçılar da tıpkı demir ustaları gibi …Onlar, kendi üretim araçlarını üretebilen ve her alanda kendilerine yetebilen ‘ustalar’.

Mario Klingemann, Memories of Passersby I (2018)

Türkiye’den

Mayıs ayının başında Contemporary Istanbul Vakfı’nın Fişekhane’de yer alan Cocoon adlı sanat mekanında Esra Özkan küratörlüğünde açılan Metabilgi: Algoritma’nın Ritmi başlıklı karma sergisi algoritmalar, programlar özelinde teknoloji ve sanatı birleştiren disiplinlerarası üretimlere odaklanıyor. Algoritma üzerinden geliştirilen diyalogla şekillenen anlatı, bilginin kullanım biçim ve rolünü sorguluyor.

Sergide yer alan en çekici işlerden biri Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar’ın Kaynaştırılmış Form adlı işi. Yapay Zeka tarafından oluşturulmuş görsel ve animasyon olarak tanımlanan bu iş doğal kaynakların tükendiği bir dünyada insanların yaşama uyum sağlama ve post-insanlık kavramını keşfetme sürecini yansıtan, AI araçları ile üretilmiş bir çalışma. Eser, doğal elementlerle birleşmiş vücut parçalarına sahip insan benzeri bir figür tasvir ederek, doğayla bütünleşmenin önemini simgelemekte. Kaynaştırılmış Form sınırlı kaynaklara sahip bir dünyada sürdürülebilir bir şekilde yaşamanın mümkün olabileceğini vurgularken insanları çevre üzerindeki etkilerini düşünmeye teşvik ediyor. Doğayla uyum içinde gelişebileceğimiz umutlu bir gelecek vizyonu sunan iş AI üretimli imgelerin kullanımıyla, tüm canlıların birbirine bağlı olduğunu ve doğal dünyayı gelecek nesiller için saygıyla korumanın önemini hatırlatıyor. Bu hikaye anlatımlı yapay zeka ile üretilmiş video, izleyicileri doğanın gücüne ve insanlığın doğal dünya ile uyumlu bir şekilde var olabilmesine dair bir düşünce sürecine çağırıyor.

2 Temmuz’a kadar görülebilecek sergide yer alan sanatçı ve sanatçı grupları Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar, Ahmet Zahit Dönmez (BUG Game Lab.), Exonemo, Hamza Kırbaş, Levent Özruh, Özge Topçu, Robertina Šebjanič, So Kanno & Takahiro Yamaguchi, Solimán López, Studio Above and Below, Uğur Acil, VR Future, ::vtol:: dijital sanat, enstalasyon gibi disiplinlerle kavramları anlama ve sunma olarak kurguluyor.

Dünya’dan

Münih merkezli sanatçı Mario Klingemann, 25 yılı aşkın süredir algoritmalar kullanarak sanat yapıyor. Eserleri MoMA, Centre Pompidou ve Metropolitan Museum of Art gibi dünyanın en iyi müzelerinde sergilenen Klingemann’ın 2019’da Memories of Passersby I adlı eseri, Sotheby’s’de yapay zekâ alanında satılan ilk iş olmuştu.

Previous Story

“Eve Dönmek” meselesi

Next Story

Doğa-İnsan Birlikteliğine Yeni Bir Bakış

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.