Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda yer alacak proje iki aşamalı açık çağrı sonucunda geçtiğimiz ay açıklandı. Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 20 Mayıs–26 Kasım 2023 tarihleri arasında Lesley Lokko küratörlüğünde, “Geleceğin Laboratuvarı” başlığıyla gerçekleşecek.
Küratörlüğünü S0?’nun kurucuları Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’ın üstlendiği Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi adlı proje ise İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın koordinasyonundaki Türkiye Pavyonu’nda sergilenmek üzere, Aslı Çiçek, Prof. Dr. Ayşen Savaş, Neyran Turan, Han Tümertekin ve Ertuğ Uçar’dan oluşan seçici kurulun 24 başvuru arasından yaptığı değerlendirme sonucunda seçildi. Kurul, ikinci aşamaya kalan ve her biri farklı içerik ve tasarım kaliteleri barındıran öneriler arasından, mimari ve kentsel tartışmalara özgün bir perspektif getiren Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesini, Türkiye’de olduğu kadar dünyada da güncel ve önemli bir soruna odaklanması, zengin bir içerik ve araştırma yöntemi önermesi, ölçeklerarası yaklaşımıyla yapıdan şehirciliğe kadar uzanan bir ilgi alanı geliştirmesi nedeniyle seçtiklerini açıkladı.
Sevince Bayrak ve Oral Göktaş 2005’te İTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra 2007’de SO?’yu kurdu. 2013’te MoMA/PS1 tarafından düzenlenen Yeni Mimarlık Programı’nı kazanarak İstanbul Modern için Göğe Bakma Durağı’nı tasarladılar. Proje, MoMA ve MAXXI’de de sergilendi. 2015’te Kraliyet Sanat Akademisi’nin davetli yarışmasını kazandılar ve Beklenmedik Tepe adlı projelerini Londra’da hayata geçirdiler. Hemen ardından, Kayıp Bariyer adlı enstalasyonları Roma’da sergilendi. 4. İstanbul Tasarım Bienali için yaptıkları Yüzen Ev projeleri ise bienalin ardından MAXXI ve Danimarka Tasarım Müzesi’nde yer aldı. MAXXI ayrıca ikilinin Yüzen Ev ve Kayıp Bariyer isimli çalışmalarına kalıcı koleksiyonunda ev sahipliği yapıyor.
Oral Göktaş ile, küratörlüğünü üstlendikleri Türkiye Pavyonu’nda yer alacak olan Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projelerini üzerine konuştuk.
- Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesinin, ‘Ursula K. Le Guin’in Çuval Teorisi’ne dayanarak, son yirmi yılda mimarlık dünyasının geçirdiği köklü değişimden de güç alarak, kaideler üzerinde duran kahraman yapılar yerine, kullanılmayan yapıların hayalet hikâyelerini dinlemeyi önerdiği’ açıklandı. Bu yapılara ve hikayelere bakmak neden önemli? Önerdiğiniz projenin arkasında nasıl bir motivasyon var?
Mimarlığın Çuval Teorisi, Elizabeth Fisher’a ait olan Evrimin Çuval Teorisi’ni edebiyata uyarlayan Ursula K. Le Guin’den ilhamla önerdiğimiz bir başlık. Fisher, insanlara ait ilk kültürel aracın sanılanın aksine sivri ve keskin bir nesne yerine, bir çuval olabileceğini iddia ediyor. Le Guin ise ilk çağlardan beri mağara duvarlarını süsleyen mamut avlama sahneleri yerine, çuvalına yulaf toplayanların anlatılmaya değer olduğunu söylüyor.
Bienaldeki Türkiye Pavyonu’nun koordinasyonunu üstlenen İKSV, sergide yer alacak projeyi belirlemek üzere açık çağrı yaptığında, biz bu iki metinden yola çıkarak, mimar olarak miras edindiğimiz imgeleri sorgulamayı ve o imgeler kadar güçlü ve güzel görünmeseler de yenilerine yer açmayı, bunu da kahramanlık hikayeleri yerine, sıradan, gündelik ama hayatın devam etmesi için gerekli olanı anlatarak yapmayı önerdik. Bunu da ihmal edilmiş, çirkin, mimarlıkla ilgili herhangi bir hikâyenin kahramanı olamayan terk edilmiş yapılar üzerinden yapmak istedik. Çünkü bugün kentler için bu konunun acil olduğunu düşünüyoruz.
Aslında serginin adı gibi kendisinin de ikili bir kurgusu var. Mimar olmayan ya da pavyonda kısa vakit geçirecek ziyaretçiler için daha hızlı ve kolay algılanabilecek Hayalet Hikâyeleri; mimarlar ya da pavyona daha uzun zaman ayırabilecekler içinse Mimarlığın Çuval Teorisi. İkinci kısım, aynı zamanda bu çok gerçek ama karanlık tabloyu, kentlerin geleceği için birer umut deposuna dönüştürdüğümüz renkli parçası olacak serginin.
- İki aşamalı başvuru süreci sizin için nasıl geçti?
Bienal açık çağrısı mimarlık camiasının çok da alışık olmadığı bir formatta yapılıyor: İlk aşamada iyi çizilmiş bir tasarımdan ziyade, iyi hazırlanmış bir küratöryel metin ve bunu destekleyici görseller bekleniyor. Çizerek anlatmaya meyilli bir ortam için yazarak anlatmak biraz zorlayıcı. Hele Türkiye gibi çok yoğun gündemi olup, bu gündemden kopuk bir mimarlık ortamında neye tutunacağını bulmak da kolay değil. Biz ofiste uzun süredir mevcut yapıların (tescilli veya tescilsiz) dönüşümü üzerine hem düşünüp hem de somut projeler üretiyoruz. Bu nedenle başvuruyu halihazırda bu birikmiş bilgi ve deneyimin üzerine kurmaya karar verdik. Mimarlığın Çuval Teorisi’nin tohumları Sevince’nin daha önce mevcudu dönüştürdüğümüz bir proje için yazdığı metinde atılmıştı, bienal başvurusu tohumun filizlenmesi için bir vesile oldu.
- SO? olarak bugüne kadar pek çok kamusal alan yerleştirmesi ve sergi / bienal katılımı gerçekleştirdiniz. Venedik, mimarlık camiası için bu bağlamda önemli bir alan olma özelliğini koruyor. Her edisyonda bir yandan çeşitli kapsamlarda kritiklerin konusu olurken bir yandan da hâlâ bir önemli bir tartışma zemini olma özelliğini koruyor. Siz Venedik Mimarlık Bienali’ne ve benzer platformlara katılımı özellikle son yıllardaki gelişim alanları üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyanın içinde bulunduğu ekonomik, politik ve ekolojik krizlerle başa çıkabilmek için yeni tanımlar yapmamız gerekiyor. Bienal de bunlardan biri olabilir; bundan 30 sene önce bienal sözcüğünün zihinlerdeki karşılığı ile bugünkü karşılığı aynı olamaz. İstanbul’daki en son sanat bienali küratörlerinin “Bienal bir gazete olabilir mi?” sorusunu da bu yeniden tanımlama ihtiyacının karşılığı olarak görebilir miyiz?
Venedik Mimarlık Bienali bu seneki küratör seçimi ile bir yeniden tanımlama sürecine girmiş gibi görünüyor. Lesley Lokko, mimar, çok satan romanların yazarı ve akademisyen, şimdiye kadarki küratör profilinden çok farklı. Küratoryal metni ile mimarlığı, sadece mimarlarla tartışmak istemediğini görüyoruz. Mimarlığın mimar olmayanlar tarafından da tartışılıp talep edilmesi, kentlerde daha iyi koşullarda, daha adil yaşayabilmemiz için şart. Bienaller mimarlar arasına sıkışmış tartışmaların daha geniş kitlelere yayılması için önemli bir fırsat ama her bienal bu fırsatı kendince değerlendiriyor. Kendi aramızda, meslektaşlarımızla yaptığımız tartışmalar önemli ama ancak mimar olmayanlar da iyi mimarlık ve daha yaşanabilir kentleri talep ederse dönüşüm başlayabilir. Bunlar uzun vadeli misyonlar ve başarıya ulaşmasından daha önemli olan bıkmadan, tekrar tekrar denenmesi. Gezegenin geldiği son durumda mimarlık sadece mimarların insafına bırakılamayacak kadar önemli bir pratiğe dönüştü.
- Geçtiğimiz aylarda bienalin teması 2023 edisyonunun küratörlüğünü üstlenen Lesley Lokko tarafından, The Laboratory of the Future olarak açıklandı. Lokko açıklamasında ‘Venedik Bienali’nin kendisinin de geleceğin bir tür laboratuvarı’ olduğunu söyleyerek, ‘serginin bir tür atölye ve geniş bir laboratuvar olarak tasarlandığını’ belirtti. Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesini hazırlarken bu temayla ilişkisini nasıl kurdunuz? Veya kurdunuz mu?
Türkiye, kullanılmayan, terk edilmiş yapı stoğu çeşitliliği açısından gerçek bir laboratuvar. Kullanılmayan havaalanları, tatil köyleri, okullar, hastaneler, toplu konutlar, ofisler, oteller, kamu yapıları… Ne ararsanız var. Dünyada da benzerleri olan ve çokça tartışılan bu durumu Türkiye’deki çeşitlilik üzerinden tartışmaya açmak çok öğretici olabilir diye düşündük. Çünkü bu yapılar gerçekten de ‘geleceğin laboratuvarları’ olabilir. Lokko, laboratuvarı tanımlarken kelimenin kökenine gidiyor ve bilimsel araştırma yapılan mekandan çok, Richard Sennett’in ‘işlik’ tanımı ile ilişkilendiriyor. Biz de bu atıl yapıları içinde yeni programların ve mimarlıkların üretileceği işlikler olarak görmeyi öneriyoruz.
- Proje, Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu’nda sergilenecek olsa da, çok katmanlı bir arşiv, belgeleme ve araştırma projesi diye anlıyorum. Nasıl bir süreç bekliyor sizi?
En çok kafaya taktığımız konulardan biri bu sene bienal kapsamında ele aldığımız bu konunun Venedik’te biletle girilen bir pavyon içerisine sıkışıp kalmayıp Türkiye’de de ses getiren bir tartışma ortamı yaratması. Hatta amacımız sadece mimarlık, tasarım ve sanat camiasını da aşarak çok daha geniş bir kitle ile bu konuyu tartışmak. Türkiye ekonomisinin lokomotifinin inşaat olduğunu düşünürsek yıkarak yapmak yerine dönüştürerek yapmak hep beraber mutabık olmamız gereken bir konu. Önceliğimiz Türkiye’nin hemen her şehrinde olduğunu bildiğimiz yüzlerce terk edilmiş yapının kolektif olarak belgelenmesi. Bunun için bir açık çağrı yaptık, daha önce bienallerde yapılmış açık çağrılardan farklı olarak, belirli gruplara yönelik değil, herkese açık bir çağrı. Böylece hemen her kentte bulunan, irili ufaklı atıl yapılar, kolektif olarak belgelenecek ve mayıs ayında açılacak serginin bir parçası olacak. Açık çağrıya yanıt vermek için bulunduğunuz kentteki kullanılmayan yapıların fotoğraf ya da videolarını #hayaletavcıları2023 etiketiyle, @hayalethikayeleri__ hesabından bahsederek paylaşabilir ya da hayaletavcilari2023@gmail.com adresine e-posta ile iletebilirsiniz.
Bu esnada biz de iki aşamalı bir araştırma süreci yürütüyoruz. Serginin asıl sorusu olan, “Bu binalarla ne yapabiliriz?”e aradığımız yanıtların, inşaat endüstrisinde, teknolojik gelişmelerde, akademide ve farklı disiplinlerdeki karşılığını bu süreçte oluşturmayı planlıyoruz. Projenin kurgusuna uygun olarak gün gün büyüyen bir araştırma ve tasarım ekibi var, grafik tasarımı ise Esen Karol yapıyor.