Serkant Hekimci, Demiryolu Hikayeleri, 2019, Fotoğraf

Vakit Nakit Değil Sevgidir!

//

Horoz Lojistik’in 80. yılını kutlamak üzere küratörlüğünü Sanatatak kurucusu Ayşegül Sönmez’in üstlendiği Time is LOVE; Bir Dünya Gezisi Sahnesi sergisi için ilk ilham komedyen Jerry Seinfeld’den gelmiş. Mesafeleri zamanla ölçebiliriz. Yirmi dakika uzak deriz. Ancak Seinfeld’e göre tersten çalışmıyor. İşten üç kilometre civarı çıkmıyoruz.

Tam da bu ölçülemezlik, Sönmez için serginin sıfır noktasını oluşturuyor. Sanatın da ölçülemezliği zamanın da saatlere, takvimlere direnen yüzü, katmanları serginin ana konusunu oluşturuyor. O yüzden Sönmez bu sergi aracılığıyla Romalılar yeni yılın ilk günün mart ayından ocak ayına çektiklerinde ne hissettiklerini merak ediyor.

Göksel döngülerle değil, matematik bir sistemle zamanı saymaya başladıktan sonra tam olarak ne oldu, diye de… Tam bu noktada Esra Gülmen’in saatini anmak gerekiyor. Sergiye özel yapılan saatte, akrep ve yelkovan, rakamlar yerine harfleri gösteriyor. Harfleri bir araya getirdiğimizde elde ettiğimiz cümle, “Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi”.

Esra Gülmen’in bu saatinin Plautus’un saatlere duyduğu öfkeyi hatırlattığını anlatıyor Sönmez: “Eski Roma’da 13 farklı tip güneş saati varmış. Bu saatler yazar Plautus’u kızdırıyor. Günlerini küçücük parçalara alçakça bölüyor çünkü. Saatlerin yaptığı bu. Ve bunu bulan her kimse ona lanet ediyor Plautus. Gülmen’in saatiyse tüm saatlere lanet ediyor. Öte yandan saatlerimizin çok akıllı olup kulaç ve adımlarımızı saysalar da bizi geç öldürmeyecekleri konusunda bizi uyarıyor.”

Charles Fréger, Cimarron, 2014-2018, Fotoğraf

Time is Love sergisi bir sergi olarak içine bir sahne alıyor. Bu sahne aracılığıyla mümkün olduğunca çok zamanı içermek, kapsamak istiyor. Çünkü bu sergiliğine vakit, nakit değil, sevgi! Ve yakalanacak bir zaman varsa eğer bu zamanın ruhu değil, ruhun zamanı!

Ömer Uluç ve Cihat Burak, serginin baş ucunda yer alan resimleri aracılığıyla sergiyi gezen bizlerin içinde olduğumuz zamanın içine pek çok zamanı taşıyor. Doğan Paksoy koleksiyonundan ödünç alınan Burak’ın natürmortları 1955 tarihli. Bu tam da Burak’ın Paris’te yaşadığı ve resimlerini Borak olarak imzaladığı dönem. Uluç ise daha önce Türkiye’de hiç sergilenmemiş keçe ve mum ile yaptığı resmiyle sergide.

Serginin girişinde ise sizi karşılayan ve misafirperverlikte kusur etmeyen bir Suzan Avcı var. Erdağ Aksel’in üç metrelik ve gerçek metrelerden yaptığı heykeli, sevdiklerimizin sinema perdesi ya da hafızalarımızda kapladıkları imgelerin, tutarsız ve tarifsiz, ölçülemeyen yerlerine işaret ediyor. Bununla birlikte sergide yer alan Umut Yasat heykelleri de öyle. Sanatçının kendi boyunda ürettiği heykelleri, gündelik eşyalarıyla örülü. Bir nevi kendi zamanının sayaçları bu heykeller. Tükettiği tüm nesneleri istifleyerek bir araya getiren Yasat belki böyle geçen zamana direnmeye çalışıyor.

Serginin gölgesinde ve ışığında olduğu kitapları düşününce bu direnç anlam kazanıyor. Sönmez’e göre serginin gölgesinde Jules Verne’nin 80 Günde Devrialem kitabı var. Işığında ise Ahmet Haşim, Dante, Bergson, Edgar Allan Poe.

Gölgedeki kitap, Bay Fogg’un hesaplı yolculuğuna dair kolonyalist bir eleştiri yapmaya çağırıyor bizi. Yolculukları hesapsız yapmaya çağırıyor bizi…

“Bir dünya gezisi fikrinin içinde o yüzden Jules Verne’nin kalemi, günün teknolojik değişimleri sonucunda keşfedilen buharlı tren ve gemileri sayesinde 80 günde dünyayı dolaşmak iddiasıyla yola çıkan ve bunu başaran Bay Fogg’un ölçülebilir, ölçülebildiği noktada da başarılı gezisi yok. Kendi dünyamıza dair fikir ve imgeler var. Tam da pandemi sonrası edindiğimiz yeni ben ve biz üzerine fikirlerimiz, dünya denilen mekânımızla, yeryüzü denilen giderek kuraklaşan coğrafyamızla, bulunduğumuz kıtayla ve zamanla kurduğumuz çeşitli ilişkilerimiz var.”

İlginizi çekebilir:  Mamut 10. Yaşını Kutladı

Sergi, Arapçadan gelen seyahat kelimesini de düşündürüyor. Kelimeye asıl anlamı olan ‘hedefsizce dolaşmak’, iade edilmek isteniyor. Gezi kelimesini de Türkçede 1940’lı yıllardaki kullanımıyla ele alıyor: Park.

Peki parkta daha neler var? Mehmet Ali Boran’ın içi kömür dolu kalpleri var. Bu bir kişisel aşk acısından çok toplumsal bir yaraya işaret ediyor. Murat Tosyalı’nın çocukken cinsiyetine dair ilk ürpertiyi duyuran çizgi roman kahramanları için yaptığı ışıklı kutular var. Tosyalı artık orijinal logosunu çoktan kaybetmiş ışıklı kutularla, çocukluğunun, gençliğinden beri yaşadığı Beyoğlu’nun yasını tutuyor. Suzan Avcı, Karaoğlan ile birlikte sergiye çocukluktan, ilk gençlikten konuk edilen bir müzik grubu da var. Seçkin Pirim’in ergenliğinde çok sevdiği, ismini H.G. Wells’in Zaman Makinası romanındaki Eloi ırkından alan Eloy grubu. Pirim’in müzikle içiçeliğini bilen Sönmez aynı zamanda plak formunu pekala sanatçının devingen işlerinin de arketipi olarak düşünebileceğimizi ifade ediyor.

Tutku Bulutbeyaz, belki tam da bu yüzden stor perdeden yaptığı resminde “Zamanı Düşle” diyor. Şimdiki zamanın içinde açtığımız nice geçmiş ve gelecek zaman pencerelerini kastediyor. Sergi sanatçıları Silvia Bener ve Suzan Batu’nın performans ve videoları aracılığıyla zamanın göreli oluşunu kastettikleri kesin.

Cengiz Tekin’in videosu Frekans; sergiye özel olarak ürettiği filminin ses tasarımı Hakan Kurşun’a ait. Otobüsün yönünü kim belirliyor? Dış güçler mi yoksa bizim bile varlığını bilmediğimiz, bastırdığımız içgüdülerimiz mi? Bu da serginin sorduğu, bizim izleyici olarak yanıtlamamız gereken sorulardan.

Fırat Gürgen’in polaroid fotoğraflarından oluşan panosunda, pek çok zamanı içeren kişisel haritasında kaybolmak mümkün. Öte yandan Deniz Üster, Fransız sanatçı Charles Freger, Gül Bolulu, Emel Erdem, Antonio Cosentino, serginin ‘seyyah’ları başlığını fazlasıyla doyuracak coğrafi, kültürel ve kişisel hikayeye sahip işleriyle, sergi tecrübesini varılmayan birer seyahate dönüştürebiliyorlar.

İşleri aracılığıyla farklı diller, olmayan ya da olan, bildiğimizi varsaydığımız; örneğin Afrika kültürlerine, halklara selam ediyoruz. Mahmut Celayir’in bestekar John Adams’a adadığı resminin asılı olduğu sahnede, Yunus Belgin Quartet, Cem Çatık Band, Gazelles Dans Polka’nın sergiye özel konserleri; tiyatro sanatçısı Cengiz Korucu’nun Doğa Ünyaylar ile birlikte hazırladığı Cihat Burak ve Antonio Cosentino öyküleri performansı; Doğa Ünyaylar’ın solo ses performansı; Ukraynalı sanat tarihçi Margarita Kurneva’nın konstrüktivist Narkomfin binası üzerine okumasıyla birlikte katılımcı sanatçılarla Zamane Konuşmaları yer alacak.

Bu konserlerden birinde 50 dakika boyunca Fly me to the moon şarkısının farklı versiyonlarda çalınacak. Yunus Belgin Quartet’in yapacağı konsere ilham, Apollo 11 uzay gemisiyle aya ilk ayak basan astronotlarından Buzz Aldrin’in yanındaki kasetçalarda dinlemek üzere götürdüğü şarkının Fly me to the moon olmasından gelmiş.

Sahne ve sergi, 29 Ocak’a kadar açık. Sahne programıyla ilgili detaylı bilgi için @timeislove2023 hesabı izlenebilir.

Previous Story

Editörden Mektup

Next Story

Şirreti Evcilleştirmek Moda Sahnesi’nde

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.