Taş Tepeler’in Burnu; Prosoposen Çağına Giriş - ArtDog Istanbul

Taş Tepeler’in Burnu; Prosoposen Çağına Giriş

Taş Tepeler’den bugüne uzanan ağızsız yüzler, insanın dünyayla kurduğu ilişkinin merkezine bakışı değil nefesi yerleştiriyor. Bu yazı, burnu yalnızca bir organ olarak değil, yön, eşik ve hayatta kalma bilgisi olarak okuyor; kokunun görmeden ve sözden önce gelen ilk temas biçimi olduğunu hatırlatıyor. Nihat Özdal, heykeller üzerinden ilerleyen bu izlekle, insanın konuşan değil önce soluyan bir varlık olduğunu vurgulayan çarpıcı bir duyusal tarih öneriyor.

En son ne zaman bir hayvanın yüzüne baktın?
Hayatındaki insan yüzleri, anılarındaki onlarca suret arasında, bir köpeğin yüzü var mı? Bir kuşun? Bir balığın?

Çoğu zaman hayvanların yüzü diye bir şey olmadığını varsayarız. Onlara bakarız ama “yüz” görmeyiz; hatta çoğu hayvanın yüzünü, bakışını, yönelişini seçmenin ne kadar zor olduğunu ancak dikkat edince fark ederiz. Yüz, insana ait bir ayrıcalıkmış gibi gelir: ifadeler, tanınma, jestler, mimikler… Oysa bir hayvanın yüzü, fark edilmediğinde bile bakışımıza eşlik eder.

İnsan Heykeli MÖ 9500 – Sayburç

Tanrı ile toprak düşüncesi arasındaki bütün geçişlerin, içgüdü ile düşüncenin, hayvanla melek arasındaki sürekli salınımın yazıldığı bir açıklık diye başladığımda, yüzüm onda yazılı hiçbir hükmü taşımayan ama her sabah yeniden yazılabilen bir levha diyebilir miydim?

Sabit bir kaderden bahsetmek benim işim değil, “oluşun kendisi”ne baktım, onu seçtim.

GG Header
GG Header Mobil

Burun, yüzün kader-olmayan doğasının dikey işareti. Bir çıkıntı, bir sınır, bir yön, bir yükseklik.
Yüzün zaman boyunca kazandığı bütün tereddütleri, utançları, arzuları, sezgileri taşıyan küçük bir çıkıntı.
Yüze verilmiş bir yön oku.

İnsan kendi özünü seçebilir belki ama kokuyu seçemez. Kokunun sende açtığı yolu seçebilirsin. Burun, seni bir kente yaklaştırır, bir bedenden uzaklaştırır, bir anıya geri çağırır. Ona yönelmeden hiçbir yüz tamamlanmaz.

Yüzü kendi merkezinden mahrum eden bir sapmadan konuşurken, yüz, bu sapmanın çevresinde oluşur.
Burun, yüzü mümkün kılan şeydir.
Bir varlığın yüzü, burnun açtığı açıklığın etrafında geçici olarak toplanmış bir hatlar toplamıdır.

Hava akımının bedenle temas ettiği ilk yüzey olduğundan, bedenin otonom sinir sistemine yön veren mikro sinyaller burada üretilir. Nefesin yoğunluğunu, sıcaklığını, hızını “bedene ileten” bir konumlandırma aygıtıdır. Bu yüzden yüzün organizasyonu burundan geriye doğru gelişir; burun yüzün toplanma sebebidir.

Yüzün çizgileri, alın, elmacık kemikleri, çene hattı, bunların tümü mimaridir; ama burun topografyadır.

İnsan Figürini MÖ 9400 – Karahantepe

Ağız yoksa, konuşma olmaz;
dil yoksa, sözcük anlamsızdır;
ama burun varsa, yaşamak, hayat, nefes kaçınılmazdır.
Nefes, sözden de dilden de önce gelir; bedenin dünyaya verdiği ilk karşılıktır.

Taş Tepeler’deki son heykellere bakarken, insanın yüzünden çok dünyaya açılma biçimini temsil ediyor dedim.

Paleoantropoloji literatürü, Homo sapiens’in çevresel bilgiyi ilk elde etme kanalının olfaksiyon olduğunu vurgular. Bizi görmeye ve görülenin kıymetli olduğuna alıştırdıkları için bazen koklamaya hak ettiği şekilde yaklaşamıyoruz. Oysa insan beyninde piriform korteks görsel korteksten önce gelişmiş bir bölgede yer alır; bu da kokunun “ilk yön bulma duyusu” olduğunu açıkça gösterir.

Taş Tepeler’de ağız yokluğunun fakat burun vurgusunun neden bu kadar belirgin olduğunu buradan bakmak gerekiyor. Koku tarihsel olarak “ilk bilgi”, görme ise “gecikmiş bilgi”dir.

Heykellerin çoğundaki ağız yokluğunu bu çerçevede düşününce, bu heykellerin insanı konuşan bir varlık olarak değil, nefes alan bir varlık olarak tanımladığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Antropolog ya da arkeolog değilim ama insanın dünyayla kurduğu ilk bağın, kelime ile olmadığını, nefes olduğunu, ilk temasın ise anlam değil koku olduğunu Göbeklitepe’ye çok uzak olmayan bir bergamot bahçesinde hemen ilk çocukluğumda öğrendim.

Göbeklitepe ve diğer taş tepeler insanları için koku, gözden ve sözden önce gelen bir bilgiydi. Yakınlık ve solunabilirlik, heykellerin merkezine burnu getirdi.

Burun ağızdan daha ilkel, daha önce, daha temel. İnsanın kendini önce soluyan varlık olarak kavradığını sezebilmemiz için orada duruyor…
Tepeler kültürü insanları, dünyayı nefesle deneyimlenen yönleriyle tanımlıyordu:
toprak kokusu, yağmurun, kuru otlar, av hayvanının izi, ateşin yanık kokusu…

Urfa Adamı MÖ 11.500 – Balıklıgöl

Ağızsızlık insanı dünyanın karşısında sessiz bir varlık hâline getiriyor.
Bu sessizlik edilgen değil; bir tür açıklık, bir tür duyumsal gözenek:
Dinleyen, koklayan, sezgi yüklü, söze değil havaya duyarlı bir varlık tasviri.

Taş Tepeler’deki ağızsız yüz, ağzı dikilmiş yüzler “insan konuşur” tezinin arkeolojik karşıtı.
İnsanı tanımlayan şey, ses ya da söz değil, dünyayı içine çekme kapasitesi.

Burun, bu heykellerde yüzün ilk ve tek formu hâline geliyor. Yüz henüz bir çerçeve değil;
burun, yüzü çağıran bir varlık.

Taş Tepeler insanı için “yüz”, doğada gördükleri tüm canlıların dahil olduğu, burnun etrafında zamanla kurulan bir oluşumdu. Onların tüm yüzlere bakmaktaki bilgeliklerinden belki, bu çağa Prosoposen demeli!
Göz: açıklık.
Kulak: boşluk.
Ağız: henüz gereksiz.
Ama burun: zorunluluk.

Bu zorunluluk, burnun varlığı tanımlayan bir ilke olarak görülmesinden kaynaklanıyor olabilir mi?

Son heykelleri dışarının içeriyi kabul ettiği bir eşik olarak okudum. Yolunuz Taş Tepelere düşerse sadece gözünüz ile değil, burnunuz ile de yaklaşmayı deneyin…

Previous Story

Orhan Pamuk: “Türkiye’nin Demokrasisi Hayatta Kalma Mücadelesi Veriyor”

0 0,00