Sultanbeyli’nin sanat ve etkileşim alanı YUNT, bu günlerde alışılmışın dışında bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Yapıtlarını üretim süreçlerinin heyecan vericiliği üzerine kuran Türkiyeli İtalyan sanatçı Guido Casaretto’nun mekana özel gerçekleştirdiği Başıboşlar, Gergedanlar ve Yanlış Anlamalar Hakkında başlıklı projesi izleyiciyi sıradan bir sergi deneyiminin ötesine taşıyor.
Tarihle Sanatın Buluşması
Guido Casaretto, yapıtlarında insanın kültür ve coğrafyayla kurduğu bağı; kişisel tarih, mitler, bilim ve teknoloji ekseninde yorumlayan bir sanatçı. Başıboşlar, Gergedanlar ve Yanlış Anlamalar Hakkında adlı sergisinde de benzer sorgulamaların izini sürüyor. Bu kez tarihsel bir ortaklıktan yola çıkan Casaretto, mekâna yerleştirdiği heykel kalıplarını kullanarak üreteceği bir çift at heykeli aracılığıyla izleyicisini yaratım sürecinin heyecanına ortak ediyor.
Güncel yaşamdaki yansımaları üzerine kurulu güncel bir tarih okuması sunan sergisinin öyküsü Casaretto’nun Venedik Uluslararası Grafik Merkezi tarafından hazırlanmış bir grup tezle karşılaşmasıyla başlıyor. Sanat tarihçisi ve eleştirmen Prof. Dr. Esra Aliçavuşoğlu sergiyle ilgili kaleme aldığı metinde bu öyküyü şöyle anlatıyor:
“Bu tezler, genellikle Venedik’in yoğun ticari ilişkileri sonucunda ortaya çıkan kültürel genişlemenin bir çıktısı olarak değerlendirilebilecek çeşitli model ve tekstil desenlerinin gelişimini konu alır. Bu seride yer alan çalışmalardan biri, 16. yüzyıl Venedik sarayına ait ticari bir el yazmasının restorasyonuna dayanır ve tek boynuzlu at/unicorn (İtalyanca: Alicorno) mitinin kökenlerini, evrimini ve zaman içindeki dönüşümünü inceler. Çalışmanın en dikkat çekici yönü ise, Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’na iki adet unicorn satışı gerçekleştirdiğine dair bilgiler içermesidir. Söz konusu metin, yalnızca Venedik ve Osmanlı temsilcileri arasındaki resmi yazışmaları ve mali belgeleri değil, aynı zamanda unicorn heykelinin Venedik’e ulaşana kadar geçirdiği sürece dair ayrıntıları da içerir. Ancak bu alışverişin nasıl sonuçlandığına dair bilgiler ne yazık ki kesin değildir.”
Casaretto, Venedik’te karşılaştığı tezlerin izlerinden yola çıkarak, Osmanlı sultanıyla Venedik doçesi arasında geçen bu diyaloğun peşine düşüyor. Bu karşılaşma, sanatçıyı tek boynuzlu at imgesinin tarihsel, sembolik ve kültürel katmanlarını araştırmaya yönlendirirken, 19. yüzyılda İtalya’dan Türkiye’ye getirilen bronz at kalıplarının bir kopyasını YUNT’un sergi mekânına taşımasına vesile oluyor. YUNT’un çevresinden topladığı atık malzemeleri bu üretim sürecine dahil eden Casaretto, heykelleri sergi boyunca dökerek izleyiciyi yaratım sürecine ortak ediyor. Böylelikle birlikte üretmenin toplumsal olanaklarını araştıran bir zemin oluşturuyor.
Sanatçı, her fırsatta sadece reçine kalıpların göründüğü serginin sürece yayılan bir iş olduğunu vurguluyor. YUNT’un kendi sergileme anlayışıyla da kesişen bir çalışmanın ürünü olan heykellerin dökümlerinin izleyiciye açık olacağını da ekliyor. “Benim için nihai eserden çok, sürecin kendisi önemlidir. Bu yaklaşım tüm işlerimde var; ancak burada bu durum çok daha açık ve rahat bir şekilde ortaya çıkıyor çünkü sürecin sonunda somut bir şeyin çıkmama ihtimali de var. Bu teknikle daha önce hiç çalışmadım. Dolayısıyla ortaya çıkan şeyden ziyade, sürecin kendisi çalışmanın ta kendisi olacak,” diyor.
Guido Casaretto, “YUNT’ta bu işi gerçekleştirmek benim için özel bir alan açıyor. At, güçle ilişkilendirilen evrensel bir sembol ve bu sembol üzerinden kültürel ve coğrafi aktarım meselesiyle doğrudan bağ kurabiliyorum. Kullandığım bronz at kalıpları, orijinal heykellerin reçine kopyaları. Bu kalıplar İtalya’daki bronz atölyelerinden alınmış; pek çok parkta, bahçede ve anıtsal çalışmada kullanılan, oldukça tanıdık bir forma sahipler,” diye belirtiyor ve şöyle devam ediyor:
“Ben bir süreç sanatçısıyım. Üretim aşamasının görünür olması, sürecin izleyiciyle paylaşılması, yalnızca işin kendisi değil, üzerine konuşulabilecek, düşünülebilecek bir zemin de yaratıyor. Bu da benim için en az çıkan sonuç kadar değerli.”
“Sergi, Türkiye’nin bugünkü toplumsal haliyle de doğrudan temas kuruyor”
Her fırsatta Sultanbeyli’de kurulan YUNT’un toplumun sanatsal etkinliklerle karşılaşma olanaklarını artırmayı amaçladığını vurgulayan Muratcan Sabuncu ise sergiye dair şunları söylüyor:
“YUNT’ta en başından beri belirli düşünsel süreçlerin izini sürüyor, bazı temel soruların peşinden gidiyoruz. “Şehir nerede?” sorusuyla başlayan bu yolculuk, bu yıl “mekân üretimi”ne odaklanıyor. Geçtiğimiz yıl kentin görünmeyen yüzlerini araştırırken, bu kez üretimin kendisini mekânsal bir mesele olarak ele alıyoruz. Bu sergi bizim için önemli bir eşik. Kamusal alana dair sorgulamalarımızın yoğunlaştığı bir dönemde, kamusal alanda sıkça karşımıza çıkan anıtsal formlara ait parçalanmış bir yapıyla karşılaşmak güçlü bir anlam taşıyor. At heykellerinin başsız oluşu ya da kahraman taşımıyor oluşu, alışıldık temsil biçimlerinden farklı bir düşünceyi gündeme getiriyor.”
Başıboşlar, Gergedanlar ve Yanlış Anlamalar Hakkında sergisinin farklı dönemlerden sorgulamalara da alan açtığını vurgulayan Sabuncu, “YUNT’un kolektif üretime ve ortak düşünceye açık yapısı, bu sergide de kendini gösteriyor. Kalıpların yerleştirilmesiyle başlayan süreç, bir eserden çok, birlikte düşünmeye ve üretmeye açık bir metin olarak okunabilir. Bu sergi aynı zamanda Türkiye’nin bugünkü toplumsal haliyle de doğrudan temas kuruyor. “Başıboşluk”, “gergedanlaşmak” gibi kavramlar, güncel sorularla örtüşüyor ve biz de etkinlik programlarımızı bu doğrultuda şekillendiriyoruz,” diyor.
Duygusal Arkeoloji
Esra Aliçavuşoğlu sergi metninde mekanın geçmişine dair şunları kaleme alıyor:
“Mekâna adım attığınızda ani ve rahatsız edici bir karşıtlık hissiyle karşılaşıyorsunuz; bu bir anıt mı, abide mi, yoksa yalnızca bir at heykeli mi? Bu sorular zihinlerde belirirken, YUNT’un terk edilmiş bir ahırın üzerine inşa edilmiş yeni bir binanın parçası olması da bu karşıtlığı derinleştiriyor. Bu durum, sürdürme ve hatırlama, inşa etme, geçmişe bakarak geleceği işaret etme, yeniden yaratma ve biçim verme gibi eylemleri; zamanı ve mekânı özgürleştirici bir strateji olarak ele alma yaklaşımını, geçmişin hem hafızasını hem de vaadini ödünç alma biçiminde yorumlamaya olanak tanıyor. (…) Casaretto’nun atları ise, mekânın belleğinde ve zihnimizde canlanan imgeleriyle hem işlevsel bağlamlarından koparılıyor hem de tarihsel arka planları üzerinden yeni anlam katmanları kazanıyor. “
Sanat tarihçisi Agata Polizzi ise YUNT’taki sergiyi Casaretto’nun kökleriyle bağ kuran bir “duygusal arkeoloji” olarak tanımlıyor. Polizzi, Doğu ile Batı arasındaki göç izlerine duyulan ilgi, sanatçının belleğiyle Akdeniz’in ortak hafızasında kesiştiğini belirtiyor ve serginin, kişisel ile kolektif anlatılar üzerine yeniden düşünmeye davet ettiğine işaret ediyor.
Casaretto’nun mekâna yerleştirdiği heykel kalıplarını kullanarak üreteceği bir çift at heykelinin yaratım sürecine tanıklık etmeye davet ettiği Başıboşlar, Gergedanlar ve Yanlış Anlamalar Hakkında, 15 Ağustos’ ta sona erecek.