İngiliz oyun yazarı ve senarist Nick Payne’in kaleme aldığı, sahnelendiği her ülkede seyircisini aşk, zaman ve olasılıklar arasında dolaştıran Takımyıldızları iki kişilik bir hikâye. Kemal Kayaoğlu’nun çevirdiği, Özge Erdem’in yönettiği ve birlikte oynadıkları 70 dakikalık, tek perdelik Takımyıldızları, KAOS’un ilk oyunu ve dolayısıyla tiyatro dünyasına da ilk merhabası… İlk kez 2012’de Royal Court Tiyatrosu’nda Michael Longhurst yönetmenliğinde ve Rafe Spall ile Sally Hawkins’in performanslarıyla sahnelenen, eleştirmenler ve seyircilerin dikkatini çeken, ardından dünyanın farklı coğrafyalarında sahnelenen oyun, Türkiye’de ise 2024’te, Erdem ve Kayaoğlu’nun yorumuyla sahnelerde seyircisiyle buluşuyor. İkiliyle, oyunla özdeşleşen mekân Minoa Pera’da, Takımyıldızları’nın fonunda bir röportaj gerçekleştirdik.
The New York Times’ın, “Kuantum fiziğin bu kadar sıcak, anlaşılır ve duygu yüklü olabileceğini kim tahmin ederdi? Broadway’in en özel aşk hikâyesi olabilir” diye tanımladığı Takımyıldızları’nın KAOS ile buluşması nasıl gerçekleşti? Üstelik adıyla manidar KAOS’un doğuşuna vesile olan bir oyun; peki, bu hikâyeyi sahnede görmeye heves ettiren neydi?
Kemal Kayaoğlu: Metni okuduktan sonra çok etkilendim. Herkesin hayatından izler taşıyan romantik bir ilişki hikâyesinin bu kadar yaratıcı bir kurguyla anlatılması içimde oyunu sahnelemek için güçlü bir istek uyandırdı. Metni Türkçeye çevirdikten sonra sahneleme haklarını aldım. Ardından geçmişte bünyesinde bulunduğum Talimhane Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen’in önerisi üzerine oyunu Özge’ye götürdüm. Takımyıldızları’na ve kendi çevirime güveniyordum; Özge’nin de oyunu beğenip sahiplenmesi beni çok mutlu etti. Bu oyundan yola çıkarak, sevdiğimiz özgün metinleri sahneye taşımak amacıyla birlikte KAOS’u kurduk.
Fizikçi Marianne ile arıcı Roland’ın hikâyesi; kuantum, çoklu evren teorisi, aşk ve bal hakkında. Her şey bir arı kovanı gibi, birbirine değen ve birbirine dönüşen ihtimallerle dolu. “Aynı hikâye kaç farklı şekilde anlatılabilir?” sorusuyla selam veren oyun, özünde “olan”ın dokunaklı bir tasviri. Takımyıldızları neyi anlatıyor?
Özge Erdem: Bilim ve aşkı özgün bir biçimde buluşturan bir oyun. Bir partide tanışan iki insanın ilişkilerinin farklı olasılıklar altında nasıl şekillenebileceğine odaklanıyor. Bir ilişkinin sıradan sayılabilecek hallerini, beklenmedik dönüm noktalarıyla yan yana getiriyor. Her yeni seçimi, aynı anda bambaşka biçimlerde gösteriyor. Hikâye, her seferinde yeniden yazılıyor, tıpkı yaşam gibi.
Filozof Alain Badiou, “Aşk, iki kişinin dünyayı iki bakış açısından deneyimleme pratiğidir,” der. Takımyıldızları, bu iki bakışın çarpıştığı bir kesişim alanı gibi. Sizce bu çarpışma, bugünün kaygı çağında bize hangi hakikati hatırlatıyor?
Özge Erdem: Biriyle tanışıp ilişki kurduğunuzda, kişisel tarihinizden izler taşıyarak o hikâyeye adım atarsınız; yanınızda yükleriniz ve zaaflarınız vardır, tıpkı karşıdaki kişi gibi. Bu çarpışma hâli, karşınızdakini tanırken kendinizi de yeniden keşfetmeyi gerektiriyor. Günümüzde sayısız uyaran varken, küçük ya da büyük değişimler birçok seçimi yeniden yapmanızı zorunlu kılıyor. Aranızda yeni bir dil kurmak emek gerektiriyor. Oyundaki karakterler de farklı değil, kimi zaman dürtüsel kimi zamansa mantıksal şekilde seçimler yapıyorlar. Hayatlarının ve ilişkilerinin şekillendiği bu anlar çok insani, bu da metinle kurduğumuz bağı derinleştiriyor.
Kemal Kayaoğlu: Badiou’nun o sözü, aslında Takımyıldızları’nın özünde yatan fikrin özeti gibi. Karakterlerin hikâyesi, aşkın yalnızca bir duygudan ibaret olmadığını, bir varoluş pratiği olduğunu hatırlatıyor bize. Bugün, kaygı çağında, hepimiz kontrolümüz dışında kalan olasılıkların arasında yaşamaya çalışıyoruz. Oyun, “Başka türlü olsaydı ne olurdu?” sorusunu sahneye taşıyor. Bu iki karakterin çarpışması bana göre, belirsizlik içinde anlam arayışının bir yansıması. Tekrar tekrar karşılaşmaları ise aslında umudun kendisi.
Oyun, bana “zamanlar anda birleşir” diyen Bergson’u ve “zaman, yekpâre geniş bir andır” diyen Tanpınar’ı hatırlattı. Oyunun zamansal dokusundan yola çıkarsak; anın sonsuz olasılığı sizde nasıl yankılanıyor?
Özge Erdem: Sonsuz olasılık kavramı, zihnimde umutla paralellik gösteriyor; zaman ise bu umudu genişleten bir akış.
Kemal Kayaoğlu: Takımyıldızları’nda zaman çizgisel değil; daha çok, üst üste binen, birbirine karışan olasılıkların yankısı gibi. Benim için bu, insanın yaşarken fark edemediği bir mucizeyi görünür kılıyor: Bir anın içinde sayısız evren saklı olabilir. Her sahnede başka bir olasılığı oynarken, aslında anın derinliğini yeniden keşfediyoruz. Çünkü her tekrarda aynı an yeniden doğuyor, ama başka bir anlamla. Oyunu oynarken bazen gerçekten, zamanın bir çizgi değil, bir dalgalar dizisi olduğunu hissediyorum. Biz o dalgaların arasında, aynı cümleleri farklı kalplerle söylüyoruz.
ABD’li filozof David Lewis, “Tüm mümkün dünyalar gerçektir,” der. Sahnelerken, metnin bilimsel arka planı mı, duygusal hattı mı size yön verdi? Bu iki çizgiyi dengelemek için nasıl bir dramaturji kurdunuz?
Özge Erdem: Metindeki bilimsel referanslara dair pek çok okuma ve araştırma yaptık. Hikâyenin duygusundan kopmadan bu referansları etkili şekilde kullanmaya çalıştık. Rejide de odaklandığımız nokta; karakter motivasyonu, zamanlama ve ritim oldu. Dramaturgumuz Aslı Ceren Bozatlı ve tasarım ekibimizle tüm süreci, bu seçimler üzerinden yürüttük. Sahne ve kostüm tasarımında Sıla Karakaya, ışık tasarımında Kemal Yiğitcan, ses tasarımında Utkan Akçay ile çalıştık. Her biri, oyunun hem bilimsel arka planını hem duygusal akışını sahneye taşımada önemli bir rol oynadı.

Çoklu senaryoların oyuncular üzerindeki etkisini yönetirken, sahne dilinde hangi teknikleri denediniz? Aynı sahneyi farklı duygusal tonlarla oynamak, karakterin iç yolculuğunu nasıl değiştirdi?
Özge Erdem: Metnin en keyifli yanı, farklı olasılıkları keşfederken kendinizi sonsuz ihtimaller evreninde bulmanız. Bu süreçte belli motivasyonlara odaklanmak, karakterler arasındaki bağı güçlendiriyor. İkilinin ilişkisi bir yandan matematiksel bir mantıkla ilerlerken, öte yandan duygusal kontrastlar ve ritim, uzun prova süreçlerinde adım adım şekillendi.
Kemal Kayaoğlu: Bu oyunda en büyük zorluk, aynı sahneyi tekrar oynamak değil, her tekrarın başka bir evrende yaşandığına inanmak oldu. Özellikle de bu evrenlerden kaç tane olduğunun net bir sayısı olmayınca… Her olasılığı oynarken sahne dilinde ton ve ritim değişiklikleri, nefes aralıkları ve sessizliklerin sürelerini çeşitlendirdim. Her duygusal ton, karakterin iç yolculuğunu bambaşka bir yere taşıyor; bazen aynı cümle umutla söyleniyor, bazen yıkımla. Bu da bana şunu anlamamı sağladı: Bu iki karakter aslında her sahnede birbirine değil, kendi olasılıklarına ayna tutuyor. Oyuncu olarak bu, inanılmaz bir özgürlük alanı tanıyor ama aynı zamanda büyük bir dikkat gerektiriyor. Çünkü tek bir sahnede bile, bir evrenden diğerine geçerken tüm tavrınızı çok hızlı bir şekilde yeniden ayarlıyorsun.
Oyunda özellikle kadın karakterin özel bir durumu var; rolünüz için destek aldınız mı, nasıl bir tiyatro çalışma yöntemi izlediniz?
Özge Erdem: Rolümle ilgili (sürprizi kaçmaması için) çok detaya giremeyeceğim ama prova sürecinde sinir-bilimci Yasemin Önder ve işaret dili eğitmeni Buket Ela Demirel’den destek aldım. Bunun dışında kendi bedensel ve oyunculuk alışkanlıklarımın ve pratiklerimin üstüne gittim.
Kemal Kayaoğlu: Üç aylık yoğun bir prova sürecinden geçtik. Karakterimi, öncelikle tek bir kişiymiş gibi ama aynı zamanda birçok olasılığın toplamı olarak düşündüm. Her sahnede ait olduğu başka bir hayat ihtimali, başka bir duygusal gerçekliği vardı. Bu yüzden karakterin özünü olabildiğince koruyarak, farklı koşullar altındaki varoluşları değişen bir yapı kurdum. Özge ile kurduğumuz güven ilişkisi de çok belirleyiciydi; çünkü karakterin dönüşümünü ancak karşıdaki karakterle etkileşime geçerek bulabiliyorsun.
Olasılıklar içinde, sizi en çok etkileyen sahne veya replik hangisiydi, neden?
Özge Erdem: Oyuna başladığımızda bu soruya vereceğim cevap farklıydı; ama köpeğimi kısa bir süre önce kaybettikten sonra her şey değişti. Finale yaklaşırken, “Tüm zamanlar bizim olacak, şu andan ne daha fazla ne daha az” diyor Mary. Bu cümle beni derinden etkiledi ve oyunu bambaşka bir duyguyla oynamama neden oldu. Hayatta çok sevdiğiniz bir varlığı kaybedince, gerçekten dönüşü olmayan bir değişim yaşıyorsunuz sanırım. O değişimi bu replikle tarif edebileceğimi de tahmin etmezdim. Bu his çok güçlü, hâlâ da öyle.
Kemal Kayaoğlu: Son sahnemiz kesinlikle benim için en anlamlı olanı. Ancak, oyunun sürprizini bozmamak için maalesef paylaşamıyorum.
Diyelim ki tesadüf bu ya, oyun karakterleriyle bir mekânda aynı masaya denk düştünüz. Hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz, onlara bir cümle söyleme şansınız olsa, ne derdiniz?
Özge Erdem: “Yağmurlu havada da bahçede parti yapılır!”
Kemal Kayaoğlu: “Her evrende farklı bir şey söylerdim.”
Son olarak seyirci bu oyuna neden gelsin? Sezonda turne var mı?
Özge Erdem: Bizimle birlikte evrenler arası bir yolculuğa çıkarak kendi hayatlarına farklı bir pencereden bakmak isteyen herkesi Takımyıldızları’na bekliyoruz. Oyunu, sezon boyunca Beyoğlu’ndaki Tarihi Meşrutiyet Binası’nda yer alan Minoa Pera’da düzenli olarak oynuyoruz. Ayrıca, 2026’da Londra’da oynamayı planlıyoruz.
*Oyunu 16-30 Kasım ve 14-19-28 Aralık tarihlerinde Minoa Pera‘da izleyebilirsiniz.




