Sanatçı Arif Aşçı, Art On Piyalepaşa’da 3 Haziran tarihine kadar ziyaret edilebilecek olan “Dokunun” başlıklı kişisel sergisini ArtDog İstanbul okurları için anlattı.
-
Dokunun’daki eserler anılardan, geçmişten ve doğayla insan arasındaki dokunuş ihtimallerinden yola çıkarak bir araya geliyor. Dokunmak sizin için ne ifade ediyor?
Bu sergide yaptığım işler ‘’görsel’’ olarak tanımlansa da yani ilk ‘’bakışta’’ bakmak için yapılmış oldukları düşünülse de bir süre sonra ‘’dokunmak’’ isteği uyandırıyorlar. Belki üzerlerini kaplayan malzemelerin karakteri ve dokusal yoğunluk bunun bir nedeni. Diğer bir nedeni de ilk andaki görsel etkiyi frenleyen, renksiz olmaları, bir başka deyişle ‘’siyah’’ olmaları.
Tabii, siyah bilinçli ve kararlı bir seçim.
Ayrıca ‘’dokunmak’’ duyusu, duyular içinde en güvenilir ve en güçlü olanı.
Modern hayat, sayısız nedenle insanları birbirinden uzaklaştırıp yalnızlaştırdığı için giderek zayıflayan ve unuttuğumuz dokunma duyusunu vurgulamak istedim.
-
“Dokunun”un yaratım sürecini anlatır mısınız?
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi aldıktan sonra (1977-1982) bir süre akademide asistanlık yaptım. Ancak iki yıl dayandıktan sonra istifa ettim. Yıllarca resimden uzak yaşadım. Fotoğraf ve belgesel çekimleri için özellikle Uzak Doğu ve Asya coğrafyalarında dolaştım.
İstanbul’da olduğum sürelerde de aylarca karanlık odaya kapanıp siyah beyaz fotoğraf baskıları yaptım. Bu süreçte ortaya 8 fotoğraf albümü ve iki uzun belgesel çıktı. 2010 yılında İstanbul’daki stüdyomu kapatıp Ayvalık’a taşınmaya karar verdiğimde bu kez karşı konulamaz bir resim yapma isteğiyle doluydum.
Tuvalin karşısına ilk oturduğumda ise gözlerimin önünde sadece ilk çocukluk anılarım ve Uzak Asya yolculuklarında edindiğim izlenimler vardı. Akademide öğrendiğim her şeyi unutmuştum.
İçimden ilk geldiği gibi, geleneksel olmayan, çevremde ilk gördüğüm malzemelere yöneldim. Kum, kömür, toprak, deniz kabuğu, kenevir elyafı, ip, zeytin çuvalı gibi. Bu malzemeleri bazen birbirlerine karıştırıp yoğurarak zihnimde beliren imgeleri yeniden yaratmaya çalıştım.
Yorucu ve uzun bir sınama-yanılma süreci yaşadım. İlk birkaç yıl, inatla çabaladıktan sonra beni mutlu eden ilk işler ortaya çıkmaya başladı. 13 yıl boyunca, neredeyse hiç kimseye göstermeden çalıştım ve ortaya 100’e yakın iş çıktı.
-
Sergide ziyaretçileri neler bekliyor?
Başta da söylediğim gibi ziyaretçiler işlere tek tek dokunarak kendi anılarına, kendi dokunuş hafızalarında bir yolculuğa çıkabilirler. Ayrıca serginin ortasında bir gong yer alıyor. ‘Big Bang’ adlı işi hissetmek için işin yanında asılı olan tokmakla gong üzerine vurup bir ses deneyimi de yaşayabilirler. Sergideki hiçbir iş tam anlamıyla bir tek şeyi betimlemiyor. Her izleyici, işe baktıkça kendi kozmik hikayesini yazabilir. Zaten sanatın bir amacı da bu.
İyi deneyimler…
-
Kale Grubu 1999 yılında ‘‘İpek Yolu’nda Son Kervan’’ isimli eserinizi destekledi. Bundan 25 yıl sonra “Dokunun” sergisiyle tekrar Kale Grubu ile bir araya geldiniz. İş birliğiniz hakkında neler söylemek istersiniz?
Uzun ve yalnız yaşanan bir meditasyon süreci gibiydi. Bu yılın başlarında, İstanbul’daki atölyemi yeniden kullanıma açarak tüm işleri taşıdım. Uzun yıllar sanat ve galeriler dünyası dışında yaşadığımdan, bu işleri sergileyebilmek için doğal olarak 25 yıl önce ‘’İpek Yolunda Son Kervan’’ projesini birlikte yaptığımız sponsorum Kale Grubu’nun kapısını çaldım. Aramızda bütün bu yıllar boyunca kopmamış olan dostluk ve güven ilişkisi vardı.
Ne şanslıyım ki Sayın Zeynep Bodur Okyay’ın değerli desteğiyle ve Art On galerisi sahibi Sayın Oktay Duran’ın şahane galerisinin ilk sergisini açmak için salonlarını bana açmasıyla bu sergi açıldı. Mutluyum!
-
Neden sergideki resimlerin hepsi siyah?
Siyah, bütün renklerin toplamı ve en gizemlisi. Tarih boyunca siyaha farklı anlamlar yüklenmiş. Karanlık ve gizemli güçlerle ilişkilendirilmiş. Belirli dönemlerde soyluluğun simgesi olmuş. Ya da yas tutmanın rengi olmuş. Çoğunlukla renk olarak bile kabul edilmemiş. İnsanlık, karanlıktan korktuğu çağlarda ateşi keşfederek bu korkusunu yenmiş. Üstelik ateşin sayesinde kömür ve is kullanarak daha kuvvetli siyah boyalar elde etmeyi başarmış. Modern çağlarda beyaz kağıda siyah mürekkeple yazılar basarak aydınlanma dönemine ulaşılmış.
Gravür sanatı hatta fotoğraf, yıllarca siyahın bin bir türlü tonuyla zenginleşmiş. Bugün ışığı bütünüyle emen, nanoteknoloji yardımıyla üretilen maksimum siyahtan, yani ‘vantablack’ ten bahsedebiliyoruz. Siyahı sanatsal yaratılarının merkezine koyan sanatçılar var: Çok sevdiğim Ad Reinhardt, Pierre Soulages, Louise Nevelson şu an ilk aklıma gelenler.
Son söz olarak: ‘’Siyah güzeldir!’’