Sinemada Yeni Normal - ArtDog Istanbul

Sinemada Yeni Normal

//

PARİS

Koronavirüs önlemleri çerçevesinde Mart ayı ortasında Paris’te evlere kapandık. Tekrar özgürce dışarı çıkmamız 11 Mayıs’ı buldu. Sinemalara yeniden kavuşmamız için ise 3 aydan fazla bir süre gerekti.

Sinema salonlarının yeniden açıldığı 22 Haziran tarihinden Ağustos ayı sonuna kadar Fransa’da 12,61 milyon bilet satıldı. Ancak bu rakam geçen yılın aynı perioduna göre yüzde 73 daha az. Christopher Nolan’ın 26 Ağustos’ta gösterime giren filmini Fransa’da ilk hafta sonu 809 bin 600 kişi izledi. Aynı tarihte gösterime giren Fransız Komedi filmi “Effacer l’Historique” (Telefon Geçmişini Silmek) ise iki haftada 320 bin bilet satabildi. Bütün bunlar geçen yıl sektöre 1.1 milyar euro yatırım yapan Fransa sineması için elbette yeterli rakamlar değil.

İBADATHANEYE KOŞMAK GİBİ

22 Haziran’da Quartier Latin’deki le Champo’da kuyrukta beklediğimi hatırlıyorum. Evde bir dolu film izlemiştim fakat bunlar sinemaya gitmenin özlemini bastıramamıştı. Bir dindarın ibadethanesine koşması gibi sinemaların açıldığı ilk gün David Lynchen’in, daha önce izlemiş olsam da, Elephant Man ’ini izlemek için o karanlık salona koşmuştum.

Film yıllar sonra 4K formatında restore edilip gösterime girmişti. Öğlen saatleriydi. Kuyrukta yalnız değildim. Filmin gösterim saati yaklaştıkça bekleyen insanların sayısı da artıyordu. Mesafeye dikkat ediyorduk. Maskeler kimimizin yüzünde takılı kimimizin ise elinde ya da çantasında hazır bekliyordu.

BİRER KOLTUK MESAFE

Sinemaya girişte ayağınızla basarak dezenfektan alabileceğiniz bir sistem kurulmuştu. Ayrıca oturduğunuz koltuğun yanlarında birer boşluk bırakmak şarttı. Sinemaya gitmek eski normal olsa da maskeler, jeller ve bırakılan boşluklar yeni normaldi.

Boş bırakılan koltuklara rağmen sinema çalışanlarının yüzü gülüyordu. Salon yeni normal standartlarına göre tamamen dolacak gibiydi. Film başlamadan önce bir kamu spotu izledik. Covid-19’a karşı alınan önlemleri anlatıyordu. Ve sonra ışıklar yavaş yavaş söndü. Film, beyaz perdeye yansımaya başlayınca her şey normalleşti.

Aynı zamanda sinema şehri Paris’te sinema koltukları uzun bir süre boş kaldı.

SİNEMA SALONLARI ŞEHRİ

Paris, dünyanın en çok sinema salonuna sahip şehri… Hiç şüphesiz en çok bağımsız sinemada bu kentte var. Bu bağlamda “Fransa’nın başkenti sinemanın da başkenti” denilebilir.

Bağımsız sinemalar genellikle 2 salondan oluşan küçük yerler. Vizyon filmlerini retrospektiflerine ilham versin diye takip ediyor bu sinemalar. Örneğin Martin Scorsese’nin The Irish Man’i Netflix’e mi düşecek; bu vesile ile hemen bir Scorsese filmleri seçkisi. Jim Jarmush yeni bir film mi yaptı, üstadın hemen bir retrospektifi.

Ve tabii ki Godard’ların Trufaut’ların yetiştiği Cinémateque Française… Cinématequebir yönetmeni gündemine alıp retrospektif yaptığında bu diğer sinemalara da yansır. Paris’ten Lyon’a kadar bağımsız sinemalar Cinémateque Française ile paralel gösterimler yapar. Hatta Cinémateque’in etkisini dikkatli gözler kitapçılar da bile fark eder. Retrospektifi yapılan yönetmenle ilgili yeni çıkan bir kitap ya da eski kitaplar sinema bölümlerinin raflarında en ön sırada yer alır.

BAĞIMSIZ SALONLAR

Bunun yanında “programatör” diye Türkiye’de pek adını bilmediğimiz bir meslek erbabı var bu sinemalarda. Programatör denen sinefil şahıs bağımsız sinemanın yıl içinde hangi filmleri göstereceğini belirleyen kişi. Adından da anlaşıldığı üzere salonun programı ona emanet. Bu sistemle Paris’in ve Fransa’nın başka şehirlerindeki bağımsız sinemalarının her biri damak tadına göre kendi izleyici kitlesini yaratmış durumda.

Karantinadan çıktıktan sonra bir ilan görmüştüm “Sinemamızda gönüllü çalışacak bir eleman aranıyor” diye. Bu benim şehirdeki favori mekânlarımdan Filmotheque du Quartier Latin’di. Üstelik gönüllü deselerde bir film afişi ve iki davetiye de teklif ediyorlardı. Hiç beklemedim ve hemen başvurdum. Filmotheque’deki ilk ve tek iş günümde sıralardaki mesafenin durumunu, bilet kontrolünü ve salondaki yer durumunu kontrol ettim. Bir de sinemanın programatörü ile sohbet etme fırsatım oldu. “Durumlar nasıl?” diye sordum “Koronavirüs çok etkiledi mi?” “Hayır” diye yanıt verdi. “Bizim programımızı takip eden bir kitlemiz var. Durumumuz büyük salonlardan çok daha iyi.” dedi. Evet bu bağımsız salonların durumu büyük zincirlerden gerçekten de çok daha iyi. Sadık bir takipçi kitlesinin yanı sıra içerik problemleri yok.

İlginizi çekebilir:  Welt Am Draht

ÖNEMLİ OLAN İÇERİK

Ancak zincir sinema salonlarının içerik probleminin altını çizmek istiyorum. Çünkü Fransa’daki zincir sinema salonlarını etkileyen aslında Covid-19’dan korkan seyircinin salonları terk etmesi değil. En büyük problem izleyiciyi sinemaya çekecek yeni film bulmakta.

David Lynch’in yönettiği 1980 yapımı Anthony Hopkins, John Hurt, Anne Bancroft ve John Gielgud’un oynadığı The Elephant Man.

EN BÜYÜK EKRAN

Bunu en güzel anlatan örnek Le Grand Rex’in durumu olsa gerek. Le Grand Rex sineması Paris ve Avrupa’nın en büyük ekranına sahip. Dünya starlarının konserleri içinde kullanılan ana salon Le Grand Large’da 25 metre genişliğinde ve 11 metre yüksekliğinde bir ekran bulunuyor. En az 1300 kişiyi ağarlayabilen bu salon ağustos ayında kapılarını kapatmak zorunda kaldı. Le Grand Rex’ten yapılan resmi açıklamaya göre bunun en önemli sebebi yaz aylarında vizyona girmesi gereken Amerikan filmlerinin koronavirüs sebebi ile ertelemeye gitmesi.

TENET İLE GERİ DÖNÜŞ

Rex, kapılarını kapattığında yeni açılış tarihini ilan etmemişti. Ancak Christopher Nolan’ın çıkış tarihi defalarca ertelenen Tenet filmi sinemanın ve sinema severlerin imdadına yetişti. Tenet, Fransa’da gösterime girdi. Le Grand Large’ın yaklaşık 300 metrekarelik dev ekranı da Tenet ile geri dönüşünü yaptı.

Peki ya kapılarını kapatmayan sinema zincirleri? Onlar Fransız filmlerine ve büyük bütçeli yapımların yokluğunda bağımsız filmlere ya da düşük kaliteli Amerikan filmlerine yöneldiler. Örneğin Fransa’nın önemli sinema salonları zinciri ve yapımcı firması MK2’lerde Greenland filmi gösterime girdi. Gerard Butler ve Morena Baccarin’in başrollerini paylaştığı benim “B Sınıfı” diye nitelendirebileceğim bu apokaliptik hikâye acaba koronavirüsün yarattığı içerik sıkıntısı olmasa böylesine cesurca dağıtıma girer miydi ? Sanmıyorum. Ama elbette bunu filmin Fransa distribütörü Metropolitan’a sormak gerek.

Bu durumu “çeşitlilik” açısından okuyup fırsat olarak görenler de var.

YEREL YAPIMLAR

Hollywood stüdyolarının film tarihlerini ertelemesi, filmlerini olması gerekenden erken bir şekilde bluray ve DVD pazarına sokması ya da yapımlarını sinemada gösterime sokmak yerine Netflix, Amazon Prime gibi internet üzerinden içerik sunan platformlara satması bu durumun en büyük sebebi oldu. Dev bütçeli Amerikan filmleri ekranları işgal edemeyince yerli filmler daha görünür olma şansı buldu.

Fransız filmlerinin tanıtımı ve ihraç edilmesinden sorumlu kurum Unifrance’ın Genel Direktörü Daniela Elstner’e göre bu boşlukta ülkesinin yapımları yurt dışında da önemli gişe başarıları elde etti. France Inter’e konuşan Elstner, “Dünya’da sinema salonlarının yeniden açılması ile birlikte, Avrupa ve Asya’da Amerikan filmlerinin yokluğunda birden Fransız sinemasının bazı ülkelerde birinci sırada yer aldığını gördük.” dedi. Elstner, Fransız sinemasının animasyondan kurmacaya bir çok seçenek sunduğunun altını çizerek “aslolan üretim aşamasında bu yapımların desteklenmesi” şeklinde konuştu.

ULUSAL SİNEMA ÜRETİMİ

Fransız sinemasını ve sinema salonlarını CNC (Ulusal Sinema Merkezi) ya da Canal’dan (Fransa’da bir televizyon kanalı) gelen destek ve bütçelerden bağımsız düşünmek mümkün değil. Merak edilen ise bu geleneksel aktörler yerine oyuna giren Netflix, Disney Plus ya da Amazon Prime gibi yeni aktörlerin ulusal sinema üretimine nasıl katkı sağlayacağı? Fransa’da satılan her sinema biletinden CNC’ye vergi gidiyor. Bu vergiler ise film yapım destekleri olarak endüstriye geri aktarılıyor. Ancak milyonlarca izleyicisi olan platformlarla ilgili henüz net bir düzenleme yapılmış değil.

Koronavirüsten önce olduğu gibi koronavirüsten sonra da film üretimine devam edileceği ve kitlelerin film izleyeceği kaçınılmaz bir gerçek. Çünkü insanoğlu var olduğundan beri hikâye anlatıyor ve hikâye dinliyor. Merak edilen konu ise bir ülkenin tekeline girmeden bir merkezin elinden çıkmadan çeşitlilik korunarak bunun nasıl devam edeceği. Hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Previous Story

Sonbahar Müzayedeleri

Next Story

Pandemide Sönmeyen Festival Ruhu: Şov Devam Etmeli

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.