Sergiyi şekillendirdiğiniz genel çerçeve aslında bir şeyin eksikliği üzerine yoğunlaşıyor, ‘fire’ kelimesini bu şekilde konumluyorsunuz. Bu bağlamda, teknoloji ve sanat üretimini nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle, bu sergide “fire veren” olguların ne olduğu özetlenebilir: Örneğin teknolojinin gittikçe artarak sanatta üretim sürecine girmesiyle birlikte, geleneksel sanatçılığın/zanaatkârlığın kaybolmaya başladığı düşüncesi ortaya çıktı. Dijital araçların ve 3D baskının kullanımı yenilikçi uygulamalar, ama bir yandan geleneksel sanat üretim süreçlerinden bir sapma olarak da görülebilir. Öte yandan bu sergide net görülebileceği gibi sanat üretiminde teknoloji kullanımı genellikle plastik ve kimyasallar gibi önemli çevresel etkiye sahip malzemelerin kullanımını içeriyor ve bu durum, bu malzemelerin üretimi ve kullanımından kaynaklanan çevresel zarar nedeniyle bir tür fire olarak görülebilir.
“Fire” bir yandan kapitalist sanat piyasasında sürekli yenilik sunma ve yeni yapıtlar üretme baskısını da görünür kılan bir kavram. Çünkü sanatçılar, hakiki sanatsal yaklaşımlarını yansıtan üretimler yerine pazarlanabilir eserler yaratmak zorunda hissedebiliyorlar. Bu da sanatsal olasılıkların ve özgünlüğün ‘fire vermesine’ neden oluyor. Son olarak teknoloji, sanatın popülist üretimini olası kılarak bazı durumlarda bireysel ifade ve özgünlük ‘eksikliğine’ yol açıyor. Bu da sanatsal kimlik ve özgünlüğün bir tür ‘fire vermesi’ olarak görülebilir.
Ekolojik ve sosyal konular üzerine düşünen sanatçılar ve teknolojiyi merkeze alan üretimler, bu alandaki sorunların daha farklı algılanmasını sağlıyor diyebilir miyiz?
Kesinlikle! Ekolojik ve toplumsal sorunları irdeleyen çalışmalarında teknolojiyi kullanan sanatçılar, bu sorunları daha belirgin ortaya koyan perspektifler sunabiliyorlar. Çevresel problemler, toplumsal adaletsizlik gibi sorunları vurgulayarak, farkındalığı etkili bir şekilde artırabiliyor ve bir diyaloğu teşvik edebiliyorlar.
Örneğin, Albena Baeva, temelde 3D baskı ve diğer çağdaş teknikleri kullanarak ekolojik dengesizliği ve insanın çevre üzerindeki etkisini yansıtan eserleriyle izleyicilere bu sorunu sunuyor. Sorunları daha somut ve anlık hale getirerek izleyicileri bu karmaşık konularda kendi rolleri üzerine düşünmeye sevk ediyor. Teknoloji, sanatçıların izleyicilerle etkileşime geçmesi ve olası eylemlere ilham vermesi için güçlü bir araç. Sanatçılar interaktif enstalasyonlar, sanal gerçeklik deneyimleri veya dijital medya aracılığıyla izleyicileri çevresel ve toplumsal sorunları yeni ve etkili yollarla keşfetmeye ve düşünmeye davet eden ortamlar yaratıyorlar.
Sergide gördüğümüz yaban arıları metaforik açıdan neyi temsil ediyor?
Albena Baeva’nın sergisinde yaban arıları öncelikle gücü sembolize ediyor. Yaban arısı kraliçeleri, kolonilerinde güç ve otoriteyi temsil eden güçlü figürler ve sergi bağlamında, esnekliğin ve zorlu ortamlara uyum sağlama becerisinin sembolleri olarak görülüyor. Öte yandan, onlar ekosistemde avcı olarak çok önemli bir rol oynuyorlar ve doğanın dengesine katkıda bulunuyorlar. Sergideki varlıkları, türlerin birbirine bağlılığının ve ekolojik dengenin korunmasının öneminin bir hatırlatıcısı olarak yorumlanabilir.
Yaban arıları yararlı ekolojik rollere sahip olsalar da zarar veren haşereler olarak imlenirse, insan eylemlerinin çevre üzerindeki yıkıcı etkisini ve çevre kirliliği gibi konuların ele alınması zorunluluğunu da sembolize ediyor. Ayrıca, Albena’nın yaban arılarını yaratmak için 3D baskı kullanımı, doğal ve yapay olan arasındaki sınırları bulanıklaştırarak melezlik kavramını da gündeme getiriyor. Yaban arılarının değişen ortamlara uyum sağlama yeteneği, insanlığın çevresel zorluklar karşısında uyum sağlama ve yenilik üretme yeteneğini de yansıtıyor.
Siz sergiyi düşünürken ve kavramsal olarak ortaya koyarken nasıl bir yol izlediniz? Ekolojik ve sosyal alanların karmaşıklığını ortaya koyarken zorlandınız mı?
Sergiyi kavramsallaştırırken Albena Baeva’nın çalışmalarını ve işlediği temaları, özellikle de ekolojik ve toplumsal konulara odaklanmasını araştırarak işe başlamıştım. Bu temaların birbirine bağlılığını ve çağdaş toplumla ilgisini vurgulayacak tutarlı bir anlatı oluşturmak istedim.
Öncelikle, ekolojik ve toplumsal alanların karmaşıklığını izleyicilerde yankı uyandıracak bir şekilde nasıl sunacağımızı düşündük. Ayrıca bu konuları aşırı basitleştirmekten veya bunaltıcı bir biçimde detaycı sunmaktan kaçınmak istedim. Bunun yerine, izleyicileri işlerle daha derin bir düzeyde etkileşime girmeye ve çevre ve toplumla kendi ilişkileri üzerine düşünmeye davet edecek sade ve incelikli bir görüntü sunmayı amaçladık.
Bu zorluğun üstesinden gelmek için, uyumlu ve düşündürücü bir anlatı oluşturmaya dikkat ettik ve izleyicileri temaları daha derinlemesine keşfetmeye teşvik etmek için multimedya enstalasyonu gibi etkileşim unsurlarını kullandık.
Albena Beava kodlama, yapay zekâ, artırılmış gerçeklik araçlarını kullanan bir sanatçı. Bu bağlamda sanatçının üretimlerinde ‘teknolojik yozlaşma’ ya da teknolojinin ifade edebilme kavramları nasıl şekilleniyor sizce?
Baeva’nın teknoloji kullanımı, teknolojik sistemlerdeki yozlaşma potansiyeline dair bir yorum olarak görülebilir. Kodlama ve yapay zekaya duyulan güven, bu sistemlerin nasıl manipüle edilebileceğini veya çarpıtılarak olumsuz sonuçlara yol açabileceğini de gösterebilir. Bu da teknolojinin kötü niyetli kullanımıyla ilgili toplumsal sorunların ve teknolojinin geliştirilmesi ve kullanımında etik hususlara duyulan ihtiyacın bir yansıması olarak yorumlanabilir. Öte yandan, onun çalışmalarında artırılmış gerçekliği kullanılması, teknolojinin cezbedici ve ilgi çekici deneyimler yaratma gücünün bir göstergesidir de. Baeva artırılmış gerçekliği kullanarak geleneksel ifadenin sınırlarını aşabiliyor. Diğer yandan, dinamik ve etkileşimli yeni ifade biçimleri yaratabiliyor. Bu durum, teknolojinin algılarımızı ve deneyimlerimizi şekillendirmedeki etkisinin bir yansımasıdır.
Sergide aynı zamanda güç dinamiklerini çağdaş sanatın temsil yollarıyla ifade ediliyor. Bu kapsamda bir küratör olarak siz ne düşünüyorsunuz? Sizce değişen dünya, kavramsal ve felsefi bağlamda gerçekliğin ‘teknolojiyle’ bu kadar bükülebilir bir duruma gelmiş olması sanat üretimlerini nasıl etkiliyor sizce?
Bir küratör olarak, çağdaş sanatta güç dinamiklerini ifade etmek için temsili araçların kullanılmasının sanatsal üretimin ilgi çekici ve önemli bir yönü olduğuna inanıyorum. Albena Baeva’nın sergisi bağlamında, teknolojinin kullanımı bu güç dinamiklerinin ve bunların hızla değişen dünyadaki etkilerinin daha derinlemesine araştırılmasına olanak sağlıyor.
Teknolojinin sanatta kullanımı, sanatçıların işlerini kavramsallaştırma ve yaratma biçimlerini dönüştürerek fiziki dünya ve sanal alem arasındaki sınırları bulanıklaştırdı. Bu değişim, sanatçıların karmaşık fikirleri ve temaları yenilikçi yollarla keşfetmelerini sağlayarak geleneksel gerçeklik ve temsil kavramlarına meydan okuyor.
Bu bağlamda, değişen dünya ve teknoloji aracılığıyla gerçekliğin artan bükülebilirliği, sanatsal üretim üzerinde derin bir etkiye sahip diyebilirim. Sanatçılar artık izleyicilerin ilgisini yeni yollarla çeken, onları gerçeklik ve çevrelerindeki dünyaya ilişkin algılarını sorgulamaya sevk eden etkileşimli deneyimler yaratabiliyor. Buna ek olarak, teknoloji sanatçılara kendilerini ifade edebilecekleri yeni araçlar ve ortamlar sunarak sanatsal pratiklerde daha fazla deneyime ve yeniliğe olanak sağlıyor. Bu durum, çağdaş toplumun çok yönlü doğasını yansıtan farklı sanatsal tarz ve yaklaşımların çoğalmasına yol açtı.
Sergide Baeva’nın anlatmak istediği sanat toplumun ve kültürün çelişkisi aslında, diğer yandan teknolojik gelişmeleri de eleştiriyor çünkü tüketim alışkanlıkları da bu şekilde değişiyor. Sergideki eserler örneğin video eser ya da heykeller burada nasıl konumlanıyor?
Sergide yer alan video, teknolojik gelişmenin toplum ve kültür üzerindeki etkisini gösteren sahneler içeriyor ve Charlie Chaplin’in Büyük Diktatör çalışmasına referans veriyor. Video, teknolojik ilerlemenin sonuçları hakkında bir tür aciliyet ve düşünme hissi uyandırıyor. Heykeller içinse, özellikle teknolojiyi ve alışılmadık malzemeleri içererek, tüketim kültürünün ve bunun çevre üzerindeki etkisinin eleştirisi olarak görülebilirler. Bunlar, ayrıca, modernizasyon ve teknolojik ilerlemenin çevresel maliyetlerini anımsatıyorlar.
Genel olarak, yapıtların sergideki konumlandırılışı sanat, toplum, kültür ve teknoloji arasındaki karmaşık ilişki hakkında düşünceleri kışkırtıyor. Geleneksel sanatsal formları çağdaş teknoloji ve malzemelerle yan yana getiren Baeva, izleyicileri teknolojik gelişimin dünyamız üzerindeki etkileri ve sürdürülebilir ve bilinçli tüketim alışkanlıklarına duyulan ihtiyacı düşünmeye davet ediyor.