“Önce insanı seviyorum. Toprak çalışmalarımda da insan sevgisini işlemek istedim. Yaz aylarında gittiğimiz Şile’de, çevremdeki kadınlar ya çocuk bekliyor ya yeni doğum yapmış. Oysa biliyorum, hemen hepsi sekiz, dokuz çocuk sahibi. Hep çocuklu kadınlar… Analığa saygı duyuyorum elbette. Ama bu yetmiyor ki. Çünkü, bu çok çocuklu kadınların hepsi de mutsuz. Yüzlerinde mutluluk işareti yok. Anadolu kadınının yazgısı bu. Küfesinde çocuk, karnında çocuk. Sonra da kocası ondan iş bekliyor, sofrada aş bekliyor… İşte, ben de, yaşadığımız çağın, bu trajik sorununu, eski uygarlıkların dili ve estetiği içinde anlatmaya çalıştım…” Nasip İyem, Cumhuriyet Dergi’ye 7 Mayıs 1995’te verdiği söyleşide böyle anlatıyordu kendisini ve işlerini.
Tek Başına ve Kadınlarla
Evin Sanat Galerisi işbirliği ile Sanayi 313’e açılan Nasip İyem özel seçkisi, tam da İyem’in kendisinin anlattığı gibi sanatçının üretimlerinden annelik, aile ve bereket konularına odaklanıyor. 2011’de ölen sanatçının en son kapsamlı sergisi 2004’te eşi Nuri İyem ile birlikte idi. Aradan 20 yıla yakın geçtikten sonra Nasip İyem, hak ettiği gibi, Nuri İyem’le anılmak yerine, kendi özel bir seçkisiyle izleyici karşısında. Sergide sanatçının Anadolu’nun geçmiş uygarlıklarından esinlenerek ürettiği pişmiş toprak eserler, gerek malzeme gerekse konu olarak eski çağlardan günümüze süregelen kavramları bir araya getiriyor.
Türk Solu dergisine 1968’de şöyle anlatıyordu Nasip İyem: “Benim toprakla olan çalışmalarımdaki tutumum, daha ilk bakışta görüldüğü üzere; kırmızı toprağı aşağı yukarı bir heykelci duyarlığı içinde ele alışımdır. Ve çokluk kadın yüzlerinden yararlanarak, işlerime aradığım, istediğim deyişi -ifade- korum. Genellikle bu deyiş, Türk kadınının yaşamı üstünedir. Yaşanan gerçeğin kadın yüzüne sinen belirtileridir beni çeken… Tutkum bu oluyor. Çalışırken, yöresel çömlekçi biçimlerinin tadından, Hitit ya da Selçuk kabartmalarının plastiğine değin, bu toprağın yapıtlarına işimi yaslamayı seviyorum.”
Nasip İyem’in Çömlekçi Dayıları
İyem için bugün yanlış olarak sanıldığı gibi pişirilmiş toprak, yaşamayı süslemeyi amaçlayan bir zenaat türü değildi. Yaşama bir anlam verebilmek, inançlarını ve nice bir dünya görmek özlemini duyuran bu yolda deyiş gücü olan en eski sanatlardan biriydi. Elbette bunda da çok başarılı oldu. Ancak hiç de kolay bir yol değildi onun yürüdüğü.
1921’de İstanbul’da doğan Nasip İyem, 1925’te ailesiyle Gönen’e göçtü ve bu sayede çocukluğu çömlekçi dayılarının yanında geçti. 1927’de İstanbul’a geri döndü ve bir yandan ilkokula giderken bir yandan da Fatih Halk Evi’nde resim eğitimini almaya başladı. Halk Evi’ndeki eğitim onu 1939’da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne götürdü. Hocaları Fransız ressam Léopold Lévy ve Ahmet Hamdi Tanpınar oldu.
“Nasip Eşim Olur Musun?”
1940’ta aynı okulda okuduğu Nuri İyem ile tanıştı. Erhan Karaesmen şöyle anlatıyor Nasip İyem’in tanışması ve evliliğini: “Nasip Hanım’ın zaman zaman dost çevresinde tekrarladığı anı tazelemelerinden birisi şöyle özetlenebilir. ‘O tılsımlı Akademi dünyasında biz arkadan gelen taze sürgünler ve en küçüklerdik. Nuri ağabey, bizler için bir idoldü, yarı tanrı gibi bir şeydi. Olağanüstü resim yeteneğiyle, kişilikli ve güçlü karakteriyle, sanat loncasının içinde biz en küçükler dahil herkese son derece sıcak yaklaşımıyla kendisini bir başka türlü sayar ve severdik. Sonra beklenmedik biçimde bir gün bana ‘Nasip, eşim olur musum?’ dedi. Gerçek miydi rüya mıydı? Kestiremiyordum. Birkaç gün öyle esrik dolaştım. Sonra günler, haftalar çabucak geçti ve ben kendimi Bayan Nasip İyem olarak buldum.” Yıl 1944’tü. Nasip hanım, Güzel Sanatlar’dan da ayrıldı.
Çocuklar ve Hayat
İki çocuğu art arda dünyaya geldi. Hürriyet’e verdiği söyleşide şöyle diyordu İyem: “Çocukların gelişi, çalışmalarımı etkiledi tabii. Onların okul çağına kadar doğru dürüst resim çalışamadım. Bu süre içinde, gerçekten bunalıma düştüğüm anlar da çok oldu. Ben niçin resim yapmıyorum diye ağladığımım biliyorum. Günlerim ev işleriyle ve çocuklarla geçiyordu.” İki çocuklu aile için geçim sıkıntısı da had safhadadır. Nasip hanım bir yandan da çalışmak zorundadır. İlk işinde Sultan Ahmet’teki Devlet Basımevi’nde kabartma Türkiye haritalarındaki kara ve demiryollarını çizer. Sonrasında ise kupon kumaş boyar, model çizer, kumaş desinatörülüğü ve terzilik yapar. İlk sergisini 1955’te açtığında bile gündüzleri Kurtuluş’taki bir emprime fabrikasında eşarp desenleri çizmektedir. Çalıştığı yere gündüzleri bile gün ışığı girmez, atölyenin havası dayanılmaz derecede ağırdır, kimyasallardan dolayı geniz yakıcıdır ve hatta zehirlidir. Sağlığı ciddi etkilenince işi bırakmak zorunda kalır ki, bu ayrılış ona yeni kapılar açar. Hem de en sevdiği kapılardın birini.
Çamurla Kavuşma
58’de o günlerde Karaköy’de yeni çalışmaya başlayan Eczacıbaşı Seramik Atölyesi’ne girer. Artık desen boyamak yerine, “Benim büyük aşkım…” dediği çamura kavuşur. Çünkü o “herkes bebeklerini bezden yaparken, o çamurdan yapan” çocuktur. Cumhuriyet’teki aynı söyleşide “Ancak sevdiği işi yapan insan özgürdür” diyerek şöyle anlatır o çamur ve ateşle tekrar buluşmasını: “Birden sanki aradığım o şeyi bulmuşum gibi bir duygu yandı içimde. Tıpkı nicedir özlemini çektiğim bir şeye kavuşmuşum gibi. Gerçekten de çocukluğumun çamuruna kavuştum orada.” Artık o da özgürleşecektir.
Eğitimi aldığı resim geriye giderken, seramiğe hayat verdikçe verir. Elbette seramiklerinde ve heykellerinde aldığı resim eğitiminin önemli etkileri ve avantajları olacaktı.1960’ta Münih ve Köln’de düzenlenen Türk Kadın Sanatçılar sergilerine katılır. 1962’de ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alan masaların üzerine seramik kaplamalar yapar ve aynı yıl Prag Uluslarası Seramik Sergisi’nde gümüş madalya ile ödüllendirilir. 1972’de İtalya Bassano Del Grappa Uluslararası Seramik Sempozyumu’nda Türkiye’yi temsil eder. Nasip İyem, sanatçı yeteneği ve aşkla çalışma becerisiyle birçok yurtiçi ve yurtdışı karma sergide yer alır. Eserleri özel koleksiyonların yanı sıra İstanbul Resim Heykel Müzesi ve Bassano Modern Sanat Müzesi gibi müzelerin koleksiyonlarına girer. Anadolu uygarlıklarının idollerinden esinlenen eserleri, başka bir anlamda bereket tanrıçaları, hamile veya kucağında çocuklu pişmiş topraktan kadın heykelleri, eleştirmenlerce Nasip İyem’in ülkemizin seramik sanatında ayrı bir yer verilmesini sağlayan özgün yaptılar olarak değerlendirilir.
“En Önemlisi Sevebilmek”
Zaten kendisi de şunu söyler: “Bana göre ortak yaşamın en büyük emekçisi kadındır. Bu nedenle çalışmalarımda kadın öğesi ağır basar.” Tıpkı yonttuğu kadınlar gibi Nasip İyem de aslında Anadolulu bir kadındır aslında. Tercüman’a Mart 1990’da şöyle der: “Önce eşim, anayım, sonra sanatçıyım. Sırf sanatçı değilim. Evime çok düşkünüm; kocama, çocuklarıma… Hatta bütün dostlarıma düşkünüm. Kuluçka tavuk derler ya…” Sanat Çevresi’ne 94’te söylediği de bunu tamamlar: “Çok sıkıntılara, acılara, korkulara rağmen sanatımla, eşimle, çocuklarımla, dostlarımla çok mutlu yaşadım. Benim için mutlu yaşamak, yine söylediğim gibi, akıl ve yürek işi. Şu olmamış, bu olmamış vız geliyor bana… En önemlisi sevebilmesini bilmek.”
İstediği Gibi Artık Ölümsüz
O sevdiği işle, çamurla, seramikle, ateş başında yıllarını geçirir, sayısız karma ve kişisel sergi yapar, ayrıca birçok eve, otele, banka binalarına ve aklınıza gelebilecek mekana seramikler tasarlar ve yapar. Hem umutludur hem de kendinin de dediği gibi 2011’de bedeni bu dünyadan ayrılsa da ölümsüzlüğü yakalar. Ölümden sonra hayatın devamına inanır mısınız sorusuna şöyle demiştir: “Keşke… Bunu çok isterdim. Ama kim bilir; belki bir sanatçı, diğer kişilerden daha farklı olarak ölümsüzlüğe bağlı oluyor. Ben arkamda bir şey bırakıp gitmek istiyorum. Benim malzemem topraktır. Anadolu’yu çok seviyorum, toprağı çok seviyorum…” Şimdi sevdiği topraklarda ve dediği gibi: “Ölüm tüm insanlar içindir. Ama sanatçılar diğer kişilerden daha farklı olarak ölümsüzleşebiliyorlar.”
6. MARDİN BİENALİ “GELECEĞE” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Halil Altındere, “Star Wars: Mardin,” 2024, 3D animasyonlu video, 3D Generalist: Utku Turan
PİLOT Galeri’nin izniyle