“BİR: Chelsworth”, 2022, çift kanallı video yerleştirme, 14’ 17’’ döngü, renkli, sesli

“Sanatı Şifa ve Direniş Aracı Olarak Kullanıyorum”

Nazlı Gürlek Hodder, sanat pratiğinde bedene dönüş yollarını araştırarak, özgürlük, irade, direniş temalarını şifa ve güçlenme aracı olarak işliyor. Hodder’le sanata bakış açısını ve son sergisini konuştuk.

/

Özgürlük,  irade, direnç ve güçlenme  pratikleri üretebilmek adına, “şimdi ve burada”  olanları  yansıtan, bedensel bir estetik geliştirmekle ilgilendiğini söyleyen Nazlı Gürlek Hodder, şifa ve direniş aracı olarak  ele aldığı sanat pratiğinde, arzulayan, eylemde bulunan, yaratan; yaşamın geri kalanıyla süreklilik ve akış içinde varolan  bedene  dönüşün yollarını araştırıyor. Kasa Galeri’de geçtiğimiz ay gerçekleşen son sergisi Ne Bir Töz, Ne Bir Yüzey’de de benzer bir yol izleyen sanatçıyla sanata bakış açısını ve son sergisini konuştuk.

İnsan bedeni ile ilgili çalışıyorsunuz. Bedenin parçalanmış, değersizleştirilmiş ve baskılanmış olduğu gerçeğinden yola çıkan pratiğiniz aynı zamanda gerçekleştirdiğiniz ritüeller sırasında topladığınız performatif eylemlerin izlerini taşıyor. İnsan bedeni üzerinde çalışmanızın sizin için anlamı ne?
Ben bedenli bir varlığım, hepimiz öyleyiz. Dolayısıyla, yaşama dair düşünür ve üretirken bedene bakmak benim için en doğal şey. Beden deyince yalnızca organik, fiziksel bedenden bahsetmiyoruz. Beden aynı zamanda duygularımızı, sezgilerimizi, içgüdülerimizi saklayan, içinden geçtiğimiz tüm etkileşimlerin izlerini içeren, dahası soy atalarımızdan gelen genetik olan ve olmayan tüm kalıtımları da taşıyan çok katmanlı, komplike ve derin bir bagaj. Bedenle çalışmak demek bu bagajın içerdiği tüm maddesel, duygusal ve ruhsal boyutlarla eş zamanlı olarak çalışmak demek. Bedeni güçlendirmek demek, bu bagajın hak ettiği saygı ve itibarı ona teslim etmek; özgürleştirmek demek, varlığına alan açmak demek.

Sanatı şifa ve direniş aracı olarak kullanıyorum. Öz-bakımı bu yolda bir yöntem olarak öne sürüyorum. Sanat yoluyla bedenimizle bağlantıya geçebilir, onu onurlandırabilir ve güçlendirebiliriz. Bu şekilde yaşamdaki yerimiz daha sağlam olacak, sesimiz daha gür çıkacaktır. Özetle işlerim (resimlerim ve yerleştirmelerim) özgürlük, irade, direnç ve güçlenme pratikleri geliştirme amacıyla doğada veya atölyemde gerçekleştirdiğim öz-bakım, öz-şefkat ve öz-ifade içeren ritüeller sırasında topladığım performatif eylemlerin izlerini taşıyor. “BİR Beden Ritüeli” adıyla geliştirmiş olduğum yöntem ile de tüm bireylere kolaylıkla uygulayabilecekleri benzer bir yol sunuyorum.

“Beden Bir Geçit”, 2020, enstalasyon görüntüsü Woodside, Kaliforniya, ham tuval üzerine akrilik, bakır, volkanik taşlar, ökaliptus ağacı kabukları, palmiye ağacı kabuğu

“Kendimi Eko-Feminist Olarak Tanımlıyorum”

Eko-feminizm, ne anlama geliyor? İşlerinizde nasıl bir yeri var?
Eko-feminizm, ekolojik çevre, kadınlar, çocuklar, LGBTİ bireyler ve aslında ataerkil sistem tarafından ezilen, hor görülen ve bastırılan tüm cinsiyet ve türden canlıların haklarını savunan geniş kapsamlı bir yaklaşım. Bir haklar savunması. Kendimi bir eko-feminist olarak tanımlıyorum. Haklarımızı kendimizi güçlendirdiğimiz, şifalandırdığımız ve özgürleştirdiğimiz ölçüde savunabiliyoruz. Yeryüzünün bedeni ile insan bedenimiz arasındaki bağlar üzerine kurulu pratiğimle sanatı bu yolda bir araç olarak kullanıyorum.

Sizin de şifacı bir yönünüz var, bu çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
İki senedir aile dizimi, kadim beden bilgeliği ve atalar şifası eğitimleri alıyorum. Eğitimin parçası olarak sürekli şifa alanında aktif çalışmaktayım. Geçtiğimiz ay, ayrıca, Zulu ulusundan Güney Afrikalı şaman şifacılarla katıldığım inzivada onların yöntemlerini öğrenme ve uygulama şansı edindim. Şamanizm, beden bagajı ile çalışmaya yönelik değerli kadim bilgi ve uygulamalar sunuyor. Tüm bunların işlerim üzerine direkt bir etkisi oluyor. Resimlerim, bu tarz uygulamalarda edindiğim kişisel “verileri” içeriyor.

“Sonbahardan yaza (bir günlük)”, 2023-24, detay, yerleştirme, değişen boyutlarda, 30 adet kağıt üzerine yağlıboya, mürekkep, füzen, keten yağı (her biri 28 x 36 cm), endüstriyel makine parçaları, bakır, metal, plastik, zımpara taşları, minderler

Ritüellerinizde neler var?
Çatalhöyük’te gördüğüm bir duvar resmi, “BİR Beden Ritüeli”nin temelini oluşturuyor. Ritüel, bu resmin sunduğu sembolik, ritüelistik şifa gücüne dayanıyor. Bugün bu gücün, farklı bireylerin ihtiyaçlarına nasıl cevap verebileceğini araştırıyorum. Resim, onu ilk gördüğüm anda bana konuştu ve bugünün şartlarında yeniden hayata dönmek, dile gelmek, can bulmak istediğini söyledi. Bunun izinde BİR Beden Ritüeli’ni oluşturdum. Bireylere, kendi içlerindeki yaratıcı ve şifalandırıcı gücü bulmaları yönünde rehberlik sunuyorum. Benim kolaylaştırıcılığımda, doğada son derece kişisel bir ritüel gerçekleştiriyorlar. Ritüel sırasında ve takip eden zamanlarda, bir dönüşüm gerçekleşiyor. Bu dönüşüm her birey için farklı boyut ve derinlikte. Burada kişinin o anki hazırlık durumundan, iç potansiyeline ve o anda orada bulunan çevresel şartlara kadar bir sürü farklı faktör rol oynuyor. Fakat dönüşümün kıvılcımını başlatmak için bireyin gerçekten istemesi ve niyet etmesi yeterli. Bu kendi adımla geliştirmekte olduğum yaratıcı şifa metodumun ilk çalışması ve Performistanbul’un (Simge Burhanoğlu’nun 2017’den beri süregelen ve biraz daha sonra kuruma katılmış olan Azra İşmen’in) danışmanlığı ve koordinatörlüğünde bu metodu geliştirmekteyim.

İlginizi çekebilir:  Mekanların Şerefine: 17. İstanbul Bienali
“NE BİR TÖZ NE BİR YÜZEY: Beden’e dair İki Pozisyon”, sergi görüntüsü, Kasa Galeri, 2024

Malzeme seçkiniz sıra dışı. Volkanik taşlar gibi yeryüzüne dair parçalar… Malzemelerinizi nasıl topluyorsunuz? Bu da ritüelistik atölye çalışmalarının bir uzantısı mı?
Malzemelerim iki çeşit: yağlıboya, mürekkep, kağıt, tuval gibi temel resim malzemeleri ile toprak, su, volkanik taşlar gibi doğal malzemeler. Tüm bu malzemeler işlerimde hep birlikte ve eşzamanlı olarak bulunuyor. Doğal malzemeler aslında beş elemente işaret ediyor: ateş, su, ağaç, metal ve toprak. Örneğin, volkanik taşlar yeryüzünün rahminden kopup gelen parçalar olarak, hem orayla bağlantı kurmamı sağlıyor hem de ateş elementini taşıyorlar. Çok sık kullandığım bakır bedene en yakın olan, iletken ve şifa özelliği taşıyan bir metal…

“Işık Başka Bir Boyuta İşaret Eder”

Işığın etkisi eserlerinize nasıl bir katkı sağlıyor? Mistisizm dışında ışığın özel bir yeri var mı?
Sıklıkla tuvallerime veya kağıt işlere ışık ekliyorum. Işık başka bir boyuta işaret eder. Bulunduğumuz alanın içinde farklı bir alan açar.

Eserlerinizin izleyiciyle etkileşim halinde olabilmesi size ne hissettiriyor?
Sanatı zaten bunun için yapıyorum; bağ kurmak için. Kendimle ve başkalarıyla… Etkileşim çok büyük tatmin getiriyor. O karşılaşma anında kişisel ve kolektif boyutta dönüşümler yaşanıyor.

“NE BİR TÖZ NE BİR YÜZEY: Beden’e dair İki Pozisyon”, sergi görüntüsü, Kasa Galeri, 2024

Bedeni çok katmanlı bir ifade ve deneyim alanı olarak iki ayrı perspektiften ele alan son serginiz Ne Bir Töz, Ne Bir Yüzey‘de anlatmak istediğiniz neydi?
Kasa Galeri’de Derya Yücel’in küratörlüğünde iki sanatçılı bir sergiydi bu. Benim ve Barış Göktürk’ün işleri bu başlık altında yer aldı. İkimiz de beden ile ilgileniyoruz, fakat farklı yaklaşımlarımız var. Ben bedene içeriden bakarken, Barış ise bedene siyasi sistemler izleğinde dışarıdan bakıyor.

Sonbahardan Yaza (Bir günlük) adlı yerleştirmenin hikâyesinden yola çıkarak hazırlığı sırasında geçen dokuz aylık süreç ve Gazze’deki katliamlar nasıl bir etki yaptı sergiye?
Bu iş, hem atölyemin hem de galerinin bulunduğu Karaköy semtinde, sergiye hazırlanırken geçirdiğim dokuz ayın izlerini taşıyan bir günlük. Tabii benim için günlük tutmak demek, günlerin izini bedenimde sürmek ve kağıda aktarmak demek. Karaköy’de satılan hurda metal parçaları, endüstriyel makine parçaları ve diğer imalat ürünleri, kağıt üzerindeki desenlerimle bir araya geliyor. Tüm parçalar, fiziksel hareketlerimin, biyolojik süreçlerimin, duygularımın, zihinsel monologlarımın, Karaköy’ün mimari özelliklerinin, bölgedeki sosyal ilişkilerin, üretimin, ticaretin, balık tutmanın vs yanı sıra Gazze’deki soykırım ile kurduğum duygusal bağların izlerini taşıyan dolanık bir bütün ortaya koyuyor. Bunların hepsi hep birlikte beden deneyimini oluşturuyor. Bedene yakından bakınca, tüm bu dolanıklık görünür hale geliyor. Yerleştirmenin zemini, yatak süngerlerinden oluşuyor; hem beden parçalarıma ihtimam göstermek, hem de galeriye dinlenme fikrini taşımak istedim.

“Nazlı Gürlek Hodder: Bedende”, sergi görüntüsü, Evliyagil Dolapdere, İstanbul, 2020-21

Salonunun yerleşimi ve eserlerin izleyiciyle karşılaşması da serginin ilgi çekici yönlerinden biri. Sergide hangi eserler yer alıyordu?
Yukarıda bahsettiğim yerleştirme dışında, hamilelik dönemime referans veren üç iş sergide bulunuyordu. Bunlardan ilki, galerinin geçirmez gibi görünen duvarlarını esnetmek amacıyla gerçekleştirdiğim itme eyleminin bıraktığı beden izlerim. Bir bebeğin annesinin karnının duvarlarını, dış dünyayla iletişim kurma amacıyla itmesi gibi. Bir diğeri, hamile karnımın kalıbının, içinden suyun devir daim yaptığı bir çeşmeye dönüştüğü iş. Son olarak da, pandeminin karanlığında üretmeye başladığım ve hamilelik dönemimde son halini alan, büyük boy, koyu renkli ve ortasında ışıktan bir çember taşıyan Khora isimli tuval yer alıyordu.

“Totem”, 2020, ham tuval üzerine yağlıboya, LED, 150 x 40 cm

Bundan sonraki hedefleriniz neler?
Gelecek sene Performistanbul’da, “doğum” üzerine bir yolculuğa çıkmaya ve çıkarmaya hazırlanıyorum; çünkü hepimiz “doğduk”. Kolektif bir yolculuk olacak bu. İçinde hem kutlama, hem şifa, hem de güvenli topluluk olma idealleri var. Heyecanla hazırlanıyorum.

Previous Story

Unutulan Bir Köşkün Hikâyesi

Next Story

“Yerebasan” Venedik Bienali Mimarlık Sergisi’nde

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.