Salt Galata’da Karanlık Dünya: Bir Filmin Kopuk Katmanları - ArtDog Istanbul
Karanlık Dünya (1953) filminden bir kare ©Atadeniz Film

Salt Galata’da Karanlık Dünya: Bir Filmin Kopuk Katmanları

Mike Bode ve Caner Yalçın’ın "Karanlık Dünya" sergisi, Metin Erksan’ın 1950’lerde yönettiği, müdahalelerle tanınmaz hâle gelen filmin incelenmesinin sanatsal ifadesi niteliğinde. Küratörlüğünü Gülce Özkara’nın üstlendiği sergi 23 Temmuz – 14 Aralık 2025 tarihlerinde Salt Galata’da.

/

1950’ler Türkiye’sinde çekilen Metin Erksan’ın yönettiği, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosunu kaleme aldığı Karanlık Dünya filmi, uğradığı sansür sonucu; eksiltmeler, eklemeler ve kopmalarla şu anda bilinmeyen orijinalinden çok uzak bir hâle gelir ve 1953’ün sonunda Âşık Veysel’in Hayatı adıyla gösterime girer. Metin Erksan’ın Âşık Veysel’in yaşamından etkilenerek ortaya koyduğu film, bu eklemelerle birlikte dönemin ideolojisinin propaganda aracına dönüşür. Sanatçı Mike Bode, filmin bu bağlamından kopmuş hâliyle ilgilenir. Değiştirilmiş versiyonların, tartışmaların, söylentilerin, çelişkili ifadelerin ve arşiv malzemelerinin izini sürerek filmin üstünden sanatsal bir okuma ve ifade biçimi yaratır. Senarist Caner Yalçın’ın bir otopsi raporu niteliği taşıyan bu kopuk hâlinin senaryosu da serginin bir parçası hâlini alır.

Uzun soluklu bir araştırma sürecinin sonucu olan Karanlık Dünya sergisi, Gülce Özkara’nın küratörlüğünde gerçekleşiyor. Sergi 23 Temmuz – 14 Aralık 2025 tarihlerinde Salt Galata’da görülebilir.

Karanlık Dünya sergisi yıllardır sürdürdüğünüz çok katmanlı bir araştırmaya dayanıyor. Araştırma süreciniz nasıl başladı ve sizi bu filme yönlendiren şey neydi?

Mike Bode: Proje birkaç yıl önce yönetmen Metin Erksan’ın eski asistanı ve arşivcisiyle tanıştırılmamla başladı. Ona Türkiye’den toplumsal gerçekçi sinemanın ilginç erken örneklerini bilip bilmediğini sordum. Bana Erksan’ın yönettiği ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosunu yazdığı, 1950’lerde çekilmiş, az bilinen bir filmden, Karanlık Dünya’dan söz etti. Filmin –konusu nedeniyle değil– sansür kararlarına ve dönemin ideolojik iklimine uymak için çok fazla elden geçirildiği ve neredeyse izlenemez hâle geldiği için büyük ölçüde karanlıkta kaldığını anlattı. Filmi birkaç kez izledim ve parçalanmış hâliyle anlatıyı takip etmekte gerçekten zorlandım; öte yandan filmin yapım koşullarını keşfetme potansiyeli ilgimi çekti.

Senarist Caner Yalçın ile işbirliğine girdik ve dolaşımdaki farklı versiyonları karşılaştırarak, mevcut literatürü okuyarak ve sinema akademisyenleri ve diğer uzmanlarla konuşarak filmi araştırmaya başladık. Bunun yanında, ortaya çıkardığımız bilgileri toplamak ve konumlandırmak için sansürlenen filmin senaryosunu sonradan yazma fikrini ortaya attı. Ayrıca 1952’deki sansür kararlarının ardından Erksan’ın filmi yeniden kurgulamasını istediği Ertem Göreç’le de röportaj yapma şansım oldu. O zamandan bu yana, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin film arşivinde bulunan ve daha önce hiç izlenmemiş bazı görüntüleri içeren gümüş nitrat film kopyasının yanı sıra kısımlar, çelişkiler ve beklenmedik bağlantılar gibi zengin bir malzeme ortaya çıkardık. Bu bulgular bir araya geldiğinde, sadece filmin yapımı sırasında karşılaşılan zorlukları ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda filmin yaratıldığı daha geniş tarihsel ve siyasi bağlam hakkında da fikir veriyor.

Karanlık Dünya (1953) filminden bir kare ©Atadeniz Film

Caner Bey, sizin projeye dahil olmanız nasıl gerçekleşti? Bu bozulmuş filmin senaryosunu yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Caner Yalçın: Karanlık Dünya’nın hikâyesi Mike’ın ilgisini çekmişti. Üzerine bir şey üretme fikri ondan geldi. Birlikte çalışma fikri de. Başta her şey çok belirsizdi. Elimde heyecan veren bir malzeme vardı ama nasıl işleyeceğimi bilmiyordum. Haliyle senarist perspektifinden yaklaştım Karanlık Dünya’ya. Ortada orijinal bir senaryo yok ve filmin birbirinden farklı kopyaları var. Bedri Rahmi’nin bir kitabında filmin bir senaryosu var ama ham bir senaryo. Çekim senaryosundan çok uzak. Daha çok bir taslak gibi… Referans olarak kullanılamazdı. Karanlık Dünya üzerine konuşa konuşa bu fikir çıktı ortaya. Paramparça edilmiş, defalarca yeniden kurgulanmış bir filmin senaryosunu yeniden yazma fikri… Projenin senaryo ayağı yaza yaza netleşmeye başladı. Yaz boz süreci bitince fikir olgunlaştı.

Gülce Hanım, serginin küratörü olarak proje size ilk ulaştığında ilk izleniminiz ne oldu? Karanlık Dünya izleyiciye neleri betimliyor?

Gülce Özkara: Proje, Salt’ın arşivle kurduğu üretken ilişki ve araştırma odaklı sergi pratiği ile güçlü bir bağ kuruyor. Aynı zamanda, Salt’ın son zamanlarda Türkiye’deki sinema tarihindeki mikroanlatıları araştıran programları ile bir süreklilik sağlıyor. Kendi doktora araştırmamda da sanatçıların sinema tarihindeki boşluklara ve hareketli görüntü arşivlerindeki boşluklara, nasıl cevap verdiğini inceliyorum. Bu nedenle Karanlık Dünya projesini Salt’ta gerçekleştirme fikri beni çok heyecanlandırdı.

Birlikte çalışma sürecimiz boyunca filmle ilgili şu tür sorular sorma imkânı bulduk: Filmin anlatısından ziyade etrafındaki hikâyelerdeki boşluklar bize ne söylüyor? Hangi imgeler silindi ve yerlerine neler kondu? Bu namevcudiyetleri nasıl görünür kılabiliriz?

Karanlık Dünya sergisi, bu soruları sorarak, izleyiciye bir şeyi doğrudan betimlemenin ötesinde, filmin parçalı yapısı üzerinden, video yerleştirmeler, senaryo ve diğer materyaller aracılığıyla 1950’ler Türkiye’sindeki film üretim koşullarını, dönemin ideolojisini ve tarih yazımını düşünmek için hatlar kuruyor.

Filmini yeniden oluşturmak yerine parçalanmış hâlini irdeleme fikri nasıl gelişti? Bu karar sanatsal pratiğinizdeki hangi kavramsal zemine oturuyor? Sanatsal olarak araştırdığınız materyale nasıl yaklaşıyorsunuz?

Mike Bode: Bunun bir film tarihi sergisi olmadığını, daha ziyade bir film üzerine sanatsal bir araştırma olduğunu vurgulamak önemli. Boşlukları, yeniden düzenlemeleri ve çelişkileriyle filmin parçalanmış hâli “kayıp bir orijinali” yeniden inşa etmekten daha fazla ilgimi çekti. Filme tutarlı bir anlatı olarak değil, kültürel, siyasi ve tarihsel güçler tarafından şekillendirilmiş maddi bir nesne olarak yaklaşıyoruz. Arşiv malzemesini kesin bir kanıt olarak değil, sanatsal süreçlerle yeniden canlandırılabilecek bir şey olarak ele alıyoruz.

Konuyla ilgili olarak, tarihsel “kör noktalarımızı” –1950’ler gibi yakın geçmişi– keşfetmeye her zaman ilgi duymuşumdur. Muhtemelen çok tanıdık geldikleri için bunların genellikle göz ardı edildiğini, yine de bakılacak gerçekten ilginç yerler olduğunu düşünüyorum.

Benim için sanat üretimi büyük ölçüde bir öğrenme süreci. Genellikle dışarıdan bir bakış açısını benimsediğim için Türk senarist Caner Yalçın veya sinema tarihçisi Dilek Kaya ile yaptığım çalışmalarda olduğu gibi projeleri işbirliği içinde geliştirme eğilimindeyim. Bu iş birlikleri, projeyi şekillendiren daha geniş bağlamlara dair içgörüleri genişletmeye önemli ölçüde katkıda bulunurken, aynı zamanda malzemeye tedirgin olmadan sorular sormamı sağlıyor.

Sergide, filmin kurgusundaki bozulmalar, eksiklikler, boşluklar ön planda. Anlatıdaki bu boşluklar sizce izleyiciyle nasıl bir ilişki kuruyor?

Mike Bode: Aslında sergi, video enstalasyonları, özenle seçilmiş bir dizi nesne ve derinlemesine bir araştırma senaryosu da dahil olmak üzere birçok farklı unsurdan oluşuyor. Ayrıca kamuya açık bir program ve akademisyenler ile uzmanların filme odaklanan yeni metinlerini içeren bir e-yayın da yer alıyor. Tüm bu bileşenleri çalışmanın ayrılmaz parçaları olarak görüyorum.

Özellikle görsel malzeme söz konusu olduğunda, orijinal anlatıdan ziyade kırılmalara odaklanmanın malzemeyi harekete geçirmenin amaçlı bir yolu olduğu benim için açıktı. Bir anlamda proje filmi yeniden yapılandırdı ve bunu yaparak onu kendisinin başka bir versiyonuna dönüştürdü –bu kez odak noktası bir zamanlar anlatmaya çalıştığı hikâyeden onu şekillendiren koşullara kaydı.

Sergide de yer alan senaryoya gelecek olursak, aslında bilindik anlamada bir senaryodan değil de bir otopsi raporundan söz ediyor gibiyiz. Caner Bey, senaryonun nasıl oluştuğundan biraz söz edebilir misiniz?

Caner Yalçın: Karanlık Dünya’nın bazı kısımları yok edilmiş, bazı kısımları yeniden çekilmiş, bazılarının yerine arşiv görüntüleri konmuş. O kadar çok müdahaleye uğramış ki Dilek Kaya’nın deyimiyle “bir filmden öte, sinemasal bir nesne”ye dönüşmüş. Belki de dönüşümü devam edecek, bilmiyoruz. Biz filmin bu sürecinin bir analizini yapmış olduk. Kişisel yorumlardan uzak, gözlemlerimize ve sebep sonuç ilişkisi içinde ihtimallere yer verdiğimiz, bir çalışma çıktı ortaya. Dediğiniz gibi otopsi raporu çok yerinde bir benzetme. Biz de kendi aramızda bu benzetmeyi kullanıyoruz.

Bu senaryoyu filmin kopyalarından birini referans alarak yazmaya başladım. Buna A kopyası diyelim… Bir senaryo çıktı ortaya. Sonra her bir kopyayı A kopyasıyla kıyaslayarak kopyalar arasındaki farkları yazdım. Filmle ilgili söylentileri, varsayımları, olasılıkları ve kesin olarak bildiklerimizi de bu senaryoya notlar halinde ekledim. Yola çıktığımızda bugün elimizde olan 5 kopya yoktu. Her kopya ortaya çıktığında senaryo yeniden şekillendi.

Karanlık Dünya (1953) filminden bir kare ©Atadeniz Film

Bu denli parçalı, bölünmüş, müdahale edilmiş bir anlatıyı çekildiği dönemi de göz önünde bulundurarak sinema tarihinde nasıl konumlandırırsınız?

Gülce Özkara: Sinema tarihi, kaybolmuş, sansürlenmiş, unutulmuş ya da hiç tamamlanamamış filmlerle dolu. Karanlık Dünya filmi de onlardan biri. Ancak, bu yarım kalmışlıkları ve yoklukları; filmlerin hangi sosyal, politik ve ekonomik koşullarla şekillendiğini, nelerin arşivlendiğini, hangilerinin göz ardı edildiğini görünür kılmak için kullanabiliriz. Sergi de bunu mümkün kılmanın yöntemlerinden biri. Nitekim, Salt farklı programları aracılığıyla daha önce görünmez kalan alanlara yönelerek geçmişle daha canlı ve eleştirel bir ilişki kuruyor.

Filmin Türkiye sinema tarihindeki yerini ve nasıl bu parçalı hâline geldiğini merak edenlerin sergide birlikte çalıştığımız araştırmacı Dilek Kaya’nın sergi kapsamında Kasım ayında çıkacak e-yayında yer alacak kapsamlı ve değerli metnini okumalarını öneririm. Benzer şekilde, kamu programları kapsamında sevgili Övgü Gökçe’nin gerçekleştireceği konuşma da filmin 1950’ler sinemasındaki konumunu daha iyi anlamamıza yardımcı olacak. İzleyiciler, Salt’ın web sitesinden e-yayına ulaşabilir ve kamu programlarını takip edebilirler.

Previous Story

Rüyalarımda Uçup Uçup Baksı’ya Kondum

0 0,00