Soğuk Siyah başlıklı serginizdeki işlerin yaratım sürecinden, ilk ortaya çıkan fikirden nihai haline kadar, söz etmenizi istesek…
Şubat’ta yaşanan büyük depremden sonra çok uzun bir süre tamamen kendi kendimi sorgulamaya başladım. Nereye gidiyoruz, ne yapıyoruz, ne için çalışıyoruz, neden yaptık tüm bunları… Doğa, doğanın büyüklüğü, evrende çok büyük olan güç, o güce karşı bizlerin gücü, yapacaklarımız, ne için ve neden, yaşamın bizlere verdiği ve bir yaşam boyunca yapmamız gerekenler… Üretim sürecim bütün bunları çok uzun bir süre sorgulamakla geçti. Tüm bu sorgulamalar ve düşünme hali sırasında hep doğayla içi içe oldum ve doğayı dinledim, izledim, doğadan hep bir şeyler bulmaya çalıştım. Çünkü esasında doğanın gücünün karşısında bizim hiçbir gücümüz yok, bu dünyaya bir şey bırakabilmek istiyorsak; bu ancak içimizden gelen üretimle birlikte gerçekleşebilir.
Deprem sonrasında, geçtiğimiz Eylül ayına kadar bir üretim gerçekleştiremez oldum. Devamlı bir sorgulama ve düşünce haliyle doğayla kendimi paralel görerek düşünmeye devam ettim. Gerçekleşen bu sorgulamalar neticesinde, 03 – 16 Kasım 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek Artweeks’in 8. Edisyonunda izleyebileceğiniz Soğuk Siyah sergisi ortaya çıktı. Depremin gücü, beni, -belki o topraklarda doğup büyümemenin, ailemin kökenlerinin de etkisiyle-, derinden etkiledi. Ailemden birçok insan depremle birlikte yok oldu, bu nedenle bana etkisi çok derinden oldu, taa içimden…
Son dönem işlerinizde sadece siyah ve beyaz renk kullanımının olması ortaya çıkan işlerin ruhuyla nasıl örtüşüyor, işlerin algılanmasına ve bütünleşmesine nasıl hizmet ediyor sizce?
Bahsettiğim gibi son zamanlarda çok uzun süre resim yapamadım ve sadece doğayla özdeşleşmeye çalıştım; doğayı anlamaya ve kavramaya, verdiklerini hissetmeye, hissettiklerimden bir anlam çıkarmaya gayret ettim. Fazlasıyla doğayı izledim. Eylül ayında tekrardan ilk çalışmalarımı üretmeye başladığımda benden çıkan ilk renk siyah ve beyazdı. Belki de tamamıyla Şubat ayından beri hiç üretim yapamamanın kaygısı böyle çıktı ortaya. İçimdeki korkuların, üzüntünün, katılaşan yumrunun siyah ve beyaz olarak dışavurumuydu.
Sizce sanatsal pratiğinizin hangi evresindesiniz? Kendi kişisel sanat yolculuğunuzun nasıl bir evresi bu?
Ben esasında kendimi anlatmayı çok sevmiyorum. Kendi kendime gerçekleştirdiğim o düşünme evresini, sohbeti seviyorum. Sanıyorum üçüncü kişiler ve çevremize almış olduğumuz aile terbiyesinden dolayı ya da bilinçaltında, her nedense kendimle ilgili fazla konuşup kendimden bahsetmeyi sevemiyorum. Benim için sanat izleyicisi, sanat profesyonelleri nasıl görüyor daha önemli, kararını sizler verin.
Sergide yer alan işlerden biri olan Demir Kapı’nın hikayesi nedir?
Malum Soğuk Siyah’ ta ana konumuz esasında deprem, aile, yaşam, insan ilişkileri, insanların özel alanları… Benim için kapı o kadar önemli ki; her hanenin, her evin içine girişi temsil ediyor. O kapı açılırsa girebilirsiniz o kapı açılmazsa giremezseniz. O kapı hem engeldir hem “buyur” demektir. O yüzden sergide yer alan kapı benim için çok çok değerli. Kapıya baktığınız zaman hele bu depremde neler yaşandı, ne çok kapılar kapandı hissedebiliyorsunuz. Birçok hane yok oldu. O üzüntüler ve acılar, birçok evin yok oluşu bunların hepsi o acıyı hissettirdi bana. O yüzden de depolarımızı gezerken bu kapıyı bulduğumda bir tutku halinde ‘ben bu kapıyı istiyorum’ dedim. Soğuk siyah ile çok özdeşleştirdim. Kapıyı bu sergide hazır obje olarak kullanmış oldum, bir yerde duygularımın farklı bir ifadesi.
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak
Metal şeritleri de kullandığınız tablonun malzemelerinden yola çıkarak sergideki tüm işlerin malzemesi hakkında neler söylersiniz. Hem buluntu hem de hazır materyallerin bir toplamı göze çarpıyor.
Ben hazır objeleri kullanmayı çok seviyorum. Çünkü onların yaşanmışlıklarını, o hale gelene kadar insanlar ve çevre tarafından ne gibi etkilere maruz kalarak bu hale geldikleri fikri beni etkiliyor. Onların almış olduğu renk, doku, hissiyatı biz istesek de kendi elimizle yapma imkanımız yok. Bu nesneler tamamıyla doğal oluşum evrelerini geçirerek bu hale geliyorlar. Ben de onları alıp kendi görüş ve bakış açımla, kendi hissiyatımla bir yorum yapmayı çok seviyorum. Bu metal malzemeleri de aynı şekilde depoda gördüğümde bu serginin konusu olan depremin etkilerini yansıtabileceğini düşünerek yola çıktım. Tuval üzerine gerçekleştirdiğim uygulamayla sanatımı farklı bir şekilde ifade ettiğimi düşünüyorum. Görmüş olduğunuz gelişigüzel koyulmuş parçaların hepsi çok farklı şekillerde yorumlanabilir.
Sormadan olmaz neden ‘Soğuk’ Siyah?
Bu serginin çıkışı da çok zor oldu. Anlattığım gibi çok uzun süre hiçbir üretim yapamadım, depremden çok derinden etkilenmiştim ve hep karanlık, üzüntü, sıkıntı, kasvet, çözümsüzlük, güçsüzlük, evrenin karşısında insan oğlunun güçsüzlüğü, şehirle insanın arasındaki ilişki; aklımda ve ruhumda bunlar vardı. Doğa acımasız gibi gözükse de aslında bize zarar veren doğa değil. Bu hasarı insanoğlu yapıyor. İnsanoğlunun gözü doymazlığı, hazmedememişliği, yetinmezliği… Bunların sonuçlarını yaşıyoruz. Eğer doğayla beraber ve onun içinde yaşarken, doğanın kanunlarına ve istediği şartlara uyumlu olursak, o zaman doğa bize zarar vermez. Ama biz kendi hırslarımız ve egolarımızın peşinden koştukça sonuçları ve bedeli çok ağır oluyor. O yüzden bu serginin adı Soğuk Siyah çünkü hakikaten hissettiklerim son derece üzücü ve çok soğuk, çok çok… Kelimelere dökmek zor ama gördüğüm renk siyah ve hissettiğim duygu soğuktu.
Küratöryel metinden yola çıkarak soracağım, mekân sizce gerçekten ruhu taşıyan bir beden alternatifi olabilir mi?
Mekanların içerisinde yaşayan kişilerin vermiş olduğu enerjiler, ruhlarının yarattığı duygularla o mekan şekillenir, bir anlam kazanır. ‘Ev’ deyince hepimiz kendi enerjimiz, kendi duygularımız, kendi görmek istediklerimiz, mutlu olduğumuz mekanları yaratıyoruz. Evet, mekan içinde yaşayan kişinin ruhunu taşır ve yansıtır. Bu da mekana değer katar.
Ve yine küratöryel metinde alıntılanan Dr. Müşerref Öztürk Çetindoğan’ın mekân ve ev kavramlarına ait fikirlerinden yola çıkarak tamamen kişisel bir soru sormak isterim. Sizin için ev/ mekân ne anlama geliyor?
Benim için mekan çok çok önemli. O mekanın büyük – küçük olması, temiz – kirli olması, karanlık veyahut beyaz olması benim için içindeki yaşayan insanların yarattığı vermiş oldukları duyguların yansımasını anlatır. ‘Ev’ hepimizin kendi özeli, kendi duygularımızla, kendi içinde yaşadığımız, yaşarken de mutlu olduğumuzu hissettiğimiz ortamları yarattığımız bir yer. İş yerimiz, iş yerindeki odalarımız bunların hepsi bizim yarattığımız, duygularımızı ifade edebildiğimiz, içinde rahat hissettiğimiz, özel hissettiğimiz mahrem alanlarımız. Ayrıca, insan ve şehir arasındaki ilişkiyi de düzenleyecek olursak, evet şehirleri de esasında bizler yaratıyoruz. Bizler yaratmış olduğumuz mahaller, mahalleri yaratan binalar, binaları da yaratan kişilerden yola çıkarak bu kitleleri oluşturuyoruz.
Sizin sanatta esas meseleniz nedir? Elbette zaman içinde değişmiştir ve değişecektir.
Bana başında da sorduğunuz üzere, kendinizi nerede nasıl konumluyorsunuz diye, bu soruyu burada daha farklı şekilde sorduğunuzu düşünerek şöyle cevap verebilirim; ben daha genç bir sanatçıyım, bu sanat hikayesinde 6 – 7 yıllık bir çalışma döneminin sonucunda bu noktalara geldim. İstediğim gelişimi gösteriyor muyum? Evet gösteriyorum. Tamamıyla kendim olmak istiyorum, kendim haricinde hiç kimsenin etkisinde kalmak istemiyorum. Tamamıyla kendi içimdekileri en doğru şekilde ifade etmeye çalışıyorum. Resim ve enstalasyonu birlikte götürmek istiyorum. Çünkü enstalasyon yapmayı ve hazır objeleri kullanmayı çok seviyorum. Bu sene benim için çok çok özel bir olay oldu. Şubat ayında bu depremle aynı dönemde, 2024 Venedik Bienali Nine Dragon Heads Resmi Paralel Etkinliği’nde, uluslararası bir sanatçı grubunun içinde yer almam istendi. Bu benim sanat hayatım için gerçekten çok çok özel ve çok değerli. Belki de bu süreçteki gelişim benim yönümü çok farklı şekilde değiştirecek olabilir. Şu anda bilmiyorum ama sadece gördüğüm ve hissettiğim, elimden geldiği sürece, sağlığım el verdiği sürece sanata devam edeceğim.
Çalışmalarınızın ortaya çıkmasında yaşadığınız süreci, aklınızda, ruhunuzda olan ve birikenleri paylaşmanızı istesem?
Biliyorsunuz 2016 yılında ikinci bir beyin anevrizması geçirdim ve bu anevrizmadan sonra kendimi sorgulamaya başladığımda, yapmış olduğum birtakım arayışlar neticesinde sanatla buluştum. Sanatla buluştuktan sonra kendi kendime yüzleşmem, içimdeki bütün birikmiş olan duyguları dışarıya çıkarmam, kendimi kabullenmem ve bu kabullendiğim duygularımı dışarıya yansıtmamın yolu açıldı. Farklı bir dönem geçirdim gerçekten. Şimdi bu döneme daha adapte oldum, daha alıştım, daha farklı yorumlar katabiliyor, daha farklı gözle görebiliyorum, hazır objeleri kullanabiliyorum. İlk baştan beri hazır obje kullanmayı çok seviyordum. Renkler ve de birtakım malzemeleri kullanmayı çok seviyorum. Atık malzemelerle iş yapmayı çok seviyorum. Çok fazla malzeme tanıyorum. 45 senelik çalışma hayatımda hep mekan, şehir bağlantılarıyla çalıştım. Mekan ve şehrin içinde yaşarken kullandığımız, mekan ve şehri birleştirici birçok malzemeye el attım, dokundum ve tanıdım. O yüzden bu malzemeleri sanatsal pratiğimde istediğim gibi özgürce kullanmak bana çok büyük keyif veriyor. Bundan sonraki çalışmalarımda daha farklı ne olabilir bilmiyorum, çünkü ben sanatsal olan yaşantımda yapacağım hiçbir şeyi planlı yapmıyorum. Her şey içten, duygusal ve o an içimden gelen duyguların yansıması olarak dışavuruyor. Bundan sonrakiler için de nasıl olacaklarını göreceğiz, bilemiyorum.
Güncel ve her daim ilham kaynaklarınızı paylaşmanızı istesem. Bir insan, bir olay, bir tablo, bir yemek, bir söz , her şey olabilir…
Bugüne kadar ki olan ilham kaynağım doğa, insan, çevre, evrene ait ne varsa bunların hepsi beni çok fazlasıyla içine çekiyor ve ilham kaynağı oluyor. Farz edelim ki yolda yürürken gördüğüm ufacık bir böcek, o böceğin üzerindeki renkler benim ilham kaynağım oluyor. Veyahut da dediğim gibi, bir depoda dolanırken kenarda görmüş olduğum paslı bir çubuk, paslı bir şerit, bana bir ilham kaynağı olabiliyor. Projeler benim ilham kaynağım olabiliyor, bir ağaç, ağacın üstündeki doku ilham kaynağım olabiliyor. Mermer, denizin bir dalgası, gökyüzündeki mavi – yeşil bunların hepsi benim için bir ilham kaynağı olabiliyor. Yani doğanın içinde ne varsa, yaşanan ne varsa bunların hepsi benim ilham kaynağım.
Bitirmeden bir şeyler eklemek ister misiniz?
Bu söyleşiyi yaptığımız için çok teşekkür ediyorum. İnşallah ilerde bütün dünyadaki sorunların sanatla çözülebileceği, insanların birbirleriyle huzurla, keyifle, mutlulukla geçindiği daha çok sanata yer verilen bir dünya olur.