Brooklyn, New York’ta yaşayan Amerikalı sanatçı, yazar ve küratör Jason Stopa, çağdaş soyut resmin yenilikçi isimlerinden biri olarak tanınıyor. 1983 doğumlu olan Stopa, eserlerinde analog ve dijital tekniklerin birleşiminden doğan bir dil kullanarak, renk, ışık ve mekân arasındaki ilişkiyi derinlemesine sorguluyor. Sanatçının resimleri, mekânın görsel algısını yönlendiren büyük fırça darbeleri ve şeffaf katmanlarla şekillenirken, ışık sadece bir arka plan değil, resmin yapısal bir parçası olarak işlev görüyor.
Işığın ve Mekânın Soyut Dilinde Bir Keşif
Jason Stopa, soyutlamanın ötesine geçerek, resimlerinde mekan ve form arasındaki sınırları sorgulatıyor. Onun sanatında, her bir renk ve form, yalnızca estetik bir öğe olmanın ötesinde, duygusal bir dilin ve içsel bir ifadenin parçası. Bu anlayış, sanatçının Interior Monument sergisinde de kendini gösteriyor. Sergi, sadece soyut formlar ve renklerle değil, aynı zamanda mekânın ve ışığın görsel algı üzerindeki etkisini sorgulayan bir yapıya sahip. Stopa’nın eserleri, izleyiciyi derin bir düşünsel yolculuğa çıkaran, ışık ve mekânın içsel dinamiklerini keşfeden bir deneyim sunuyor.
Jason Stopa ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, sanatçının eserlerinde yer alan temaları ve kişisel yaratım sürecini daha yakından keşfetme fırsatı bulduk. Stopa, soyutlamanın kişisel tarih ve kültürel bağlamla nasıl etkileşime girdiğini, renk ve formun nasıl duygusal bir ifade biçimine dönüştüğünü ve ışığın resimdeki rolünü nasıl yeniden tanımladığını bizlerle paylaştı.
Mekânsal kompozisyonlarınız hem soyut hem de mimari referanslar içeriyor. Resimleriniz mekânla nasıl bir etkileşim kuruyor? İzleyiciye nasıl bir ‘yer’ hissi sunuyor?
Ben, figür ve zemin ilişkisini boyalı formlar ile etrafındaki boyasız alan arasında gidip gelen düzlemsel soyutlamayla ele alıyorum. Bu tür bir mekân, resim yüzeyinde geçici bir derinlik oluşturuyor ve formun içinden geçen ışık, atmosferik bir his yaratıyor. Interior Monument serisindeki eserlerimde dışbükey ve içbükey ilişkilerle ilgileniyorum. Sanırım eserlerim belirli bir yer hissi uyandırıyor—belki egzotik bir destinasyon ya da özel bir iç mekân gibi—ancak kesin olarak adlandırılamaz. Sonuçta bunlar soyut resimler. Sevil Dolmacı’daki sergim, eserlerim için en ilginç mekânlardan biri oldu; tavanlardaki yaşanmışlık hissi veren patina ve dekoratif desenler, modern, grafik renk paletim ve süsleyici motiflerimle yankılanıyor.
Soyut resim tarihinin farklı dönemlerinden ilham alıyorsunuz. Sizi en çok etkileyen sanatçılar kimler ve eserlerinize nasıl yön veriyorlar?
Arcadia’ya ilgi duyuyorum; bu kavram Antik Yunan’a dayanır, Rönesans mitolojisine girer ve nihayetinde ütopyacı bir vahşi doğayı, kaybedilmiş bir Cennet özlemini simgeleyen bir kısa yol haline gelir. Bu tür bir duyarlılık, Matisse’in The Joy of Life (1905-06) ve Bob Thompson’ın The Triumph of Bacchus (1964) eserlerinde belirgindir. Bunu, renk ve form üzerine daha büyük bir kültürel anlatının parçası olarak görüyorum. Patricia Treib’in resimleri ve Karina Bisch’in kumaş işleri, bu anlatıyla ilişkili sanatçılar arasında.
“Bir Resmin Nasıl Yapıldığı da İçeriğin Bir Parçasıdır”
Bir sanatçının niyeti ile izleyicinin yorumları arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? İzleyicilerin resimlerinizi nasıl ‘okumasını’ bekliyorsunuz?
Resim bir dildir. Renk, çizgi, işçilik, form ve jestlerden oluşan bir dildir; bir resmin nasıl yapıldığı da içeriğin bir parçasıdır. Örneğin, Garden City Ornament (2024) eserimde soluk sarı, tuvalde dikdörtgen, yıldız ve eğim formunda görünerek bir paragraf ya da müzikal bir parça gibi aşağı doğru iner. Çalışmalarım, dilin birden fazla şekilde konuşabileceğini gösteriyor: zarafet ve rastlantısallık, ölçülülük ve özgür ifade, kendinden eminlik ve tereddüt, organik ve sert kenarlı formlar gibi karşıtlıklar benim için ilgi çekici. Her form, diğerinden ayrılmış ancak bir uyum ya da gerilim içinde bulunuyor. İzleyicilerin, tüm bunların ne kadar kasıtlı yapıldığını fark etmesini istiyorum.
Interior Monument serginiz soyutlama, mekân ve kişisel tarih temalarını ele alıyor. Sergi başlığı sizin için ne ifade ediyor ve serginin kavramsal çerçevesini nasıl yansıtıyor?
Form, hem bedenimde var olan hem de dış dünyada insanlar, mekânlar ve nesneler olarak var olan bir şey. Başlığın bunu yansıtmasını istedim. Anıtlar kamusal, iç mekânlar ise özeldir; dolayısıyla başlık bir çelişki içeriyor. Stüdyomda kendi estetik hassasiyetlerimle ilgilenebilirim, ancak resimlerim benden bağımsız olarak var olup bir izleyici kitlesi, tarihler ve söylemlerle etkileşime giriyor. Bu ikilik, renk ve materyalite gibi biçimsel meselelerin toplumsal bir bağlama oturduğu anlamına geliyor. Ütopyayla ilişkilendirilen mimari mekânlar üzerinde araştırmalar yapıyorum, örneğin No-Stop City veya Arcosanti. Ütopyalar genellikle kendilerini tersine çevirir ya da sürdürülebilir olmaktan çıkar. Aslında elimizde kalan, kültürlerin görsel söz dağarcığımızı şekillendiren kalıntıları. Benim anıtlarım hem özel hem de kamusal nitelikte.
Interior Monument sergisindeki renk paleti çarpıcı—cesur, canlı ve parlak katmanlardan oluşuyor. Renk bu sergide nasıl bir işlev görüyor? Biçimsel özelliklerinin ötesinde sembolik bir anlam taşıyor mu?
Her zaman erken Modernistlerin paletlerini düşünüyorum. 2023 yılında BOMB ile yaptığım bir röportajda, rengin aslında bir ‘renk ailesi’ meselesi olduğunu söylemiştim. Örneğin, Christopher Wool ve Joyce Pensato’nun paletleri punk estetiğiyle ilişkilidir. Benim renklerim de rastgele değil; Henri Matisse, Bob Thompson ve Mary Heilmann’ın eserlerinde bulunan bir tür duyusallıkla bağlantılı.
“Çalışmalarımın Arabesk Motiflerle Birçok Bağı Var”
Bu, Türkiye’deki ilk kişisel serginiz. İstanbul’un kültürel ve tarihsel bağlamı, eserlerinizin algılanışına yeni boyutlar katabilir mi?
Çalışmalarımın arabesk motiflerle birçok bağı var. Ritmik desenler ve iç içe geçen çizgiler, ızgara düzeniyle süsleyici bir ilişki kuruyor. Eserlerimde yıldızlar, yapraklar, kubbeler, eğimler, kafes desenleri, üçgenler, yarım daireler, tam daireler, dikdörtgenler ve elmaslar gibi tekrar eden formlar var. Arabesk terimi, yaklaşık 9. yüzyıldan itibaren İslam sanatını tanımlamak için kullanılmış ve daha sonra Rönesans süsleme sanatına kadar uzanmıştır. İstanbul’daki Sultanahmet Camii, bu tür desenleri içeren binlerce dekoratif çiniye sahiptir. Ben bir bütünlükten çok fragmanlarla ilgileniyorum; tanıdık bir şeyi çağrıştıran, ama tam olarak belirlenemeyen parçalar. Dolayısıyla, eserlerimin burada cömert bir şekilde algılanacağını düşünüyorum.
*Sergi Ziyaret Bilgileri: Jason Stopa’nın Interior Monument sergisi, 1 Mart’a kadar Sevil Dolmacı Villa İpranosyan’da ziyaret edilebilir. Sergiyi Pazartesi – Cuma günleri 10.00 – 18.00 saatleri arasında, Cumartesi günleri ise 11.00 – 18.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.