L’Air de Paris - Paris Havası sergisinden genel görünüm

‘Paris Ekolü’ var mı?

///

Okumaya başladığınız metnin ortaya attığı ilk soru 3-4 yıl önce bana yöneltilseydi, yanıtım “Tabii ki var!” olurdu. 2015-2019 yılları arasında Tiraje Dikmen’in sanatını ve hayatını, II. Dünya Savaşı sonrası Paris’e giden ressamlar bağlamında ele aldığım yüksek lisans tezim sırasında Paris Ekolü’nün hem savunucusu hem de bir iz sürücüsüydüm. Doktora çalışmalarıma başladığımdan beri, meseleye bakış açım hayli değişti. Dolayısıyla bu metin Paris Ekolü’nün ne olduğundan çok, ‘nasıl olduğuyla’ ilgileniyor.

École de Paris yani Paris Ekolü terimi öncelikle 1910-30 arasında Paris’e göçen Marc Chagall, Ossip Zadkine, Jules Pascin, Amedeo Modigliani gibi Fransız olmayan sanatçıları nitelendirmek için kullanılmış. II. Dünya Savaşı sonrasında Paris’te ortaya çıkan ve birtakım ortak özellikler gösterdiği düşünülen ressamları tarif etmek ve onları birinci gruptan ayırmak için “Yeni Paris Okulu” teriminin ise ilk kez Charles Estienne tarafından 1952 yılında kullanıldığını biliyoruz. ¹

“L’Air de Paris – Paris Havası” sergisinden.

Estienne, Paris’te Galerie de Babylone’da küratörlüğünü yaptığı serginin katalog metninde Yeni Paris Ekolü’nün her şeyden önce bir isim ve bir olay olduğunu söylüyor. Estienne’e göre ‘milli okullar’ döneminin sona erdiği savaş sonrası dönemde, Paris’te en iyi resimler yapılmakta, en derin ‘yerel tatlardan’ hiçbir şey kaybetmeksizin en iyi örnekler sunulmakta ve Paris ayrıcalıklı konumunu korumaktadır. Estienne katalog yazısında “Yeni Paris Ekolü nedir?” sorusunu sorar ve  şöyle açıklar: “Plastik olgunluğa has öğelerden hareketle bunun arkasındaki gerçeğin açığa çıkarılması ve bu gerçeğe duyulan hayranlık. Birbirine düşman iki kardeş, Sürrealizm’in en derin yanıyla ‘soyut’un en özgün ifadeleri burada birleşiyorlar. Sanat artık doğayı taklit etmiyor, onun anlamı haline geliyor.”² Estienne, Yeni Paris Ekolü’nün seleflerini 1890’lar ile 1910’lar arasında değil, 1940 ile 1950 arasında aramak gerektiğini; burada ne Braque, ne Chagall, ne Léger, ne Matisse, ne de Picasso’nun yeri olduğunu özellikle belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Onların saflarını, üslup açısından daha olgun fakat deney konusunda daha genç bir kuşak fethetmiştir. Burada size sunduğumuz iki grup ressam aynı maceracı ve kararlı tavrı paylaşıyorlar. Gelecek tanrıların kucağındaysa, hasat şimdiden bizimledir.”³

Charles Estienne’in iddialı katalog metnine 70 sene sonrasından bakınca, ister istemez soruyorum: Küratörün hararetli bir şekilde gruplandırdığı, açıkladığı ve kategorize etmeye giriştiği Yeni Paris Ekolü acaba Paris’in II. Dünya Savaşı’yla birlikte 19. yüzyıldan beri ‘sanatın başkenti’ olma özelliğini New York’a kaptırmasıyla mı ilgili? Paris Ekolü’nü savaştan çıkmış bir ülkede sanat piyasasını yeniden canlandırma çabası olarak yorumlayabilir miyiz?

“L’Air de Paris” / Paris Havası” sergisinden.

Meseleye iktisadi açıdan baktığımızda, II. Dünya Savaşı sonrasında Paris’in ekonomik sorunlarla boğuştuğunu görüyoruz. 1946 yılında Paris’e yerleşmek niyetiyle giden⁴ ancak Paris sanat ortamıyla pek de hemhâl olamayan, sanat tarihimizin etkili isimlerinden Nurullah Berk, savaştan yeni çıkmış Avrupa’nın eski rahatlığına ve bereketine kavuşmaktan çok uzak olduğunu, ne et, ne süt, ne tereyağı yenebildiğini, ne de sabun gibi temel erzakların satın alınabildiğini, yılbaşına doğru bastıran korkunç soğuğun şehri dondurduğunu, kömürün olmadığını, bütün Paris’in odun ya da elektrik sobalarıyla ısınmaya çalıştığını kaydetmiş. Paris’te, kötü koşullara rağmen tiyatroların bir bir açıldığını, resim galerilerinin vitrinlerinde Pignon, Esteve, Manessier gibi yeni sanatçıların tablolarının görüldüğünü belirtmiş ve bu durumu “Modern sanat düşmanı Hitler yönetimi yıllarında atölyelerine kapanıp yarının yeni sanatını hazırlayanların tablolarını gün ışığına çıkarması” olarak yorumlamış.⁵

Nurullah Berk Paris’te ‘tutunamamış’ olsa da, II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’den Paris’e giden pek çok sanatçı günümüzde Paris Ekolü’ne dahil ediliyor. Bunun mücbir sebeplerinden birincisi, söz konusu sanatçıların Paris’te uzun yıllar kalmaları ve sergilere davet edilmeleri. Örneğin Nejad Devrim ve Fahrelnissa Zeid, Estienne’in davetiyle meşhur Yeni Paris Ekolü Ressamları (Peintres de la Nouvelle École de Paris) sergisinde yer alıyor. Bu ressam anne oğul dışında, Mübin Orhon, Abidin Dino, Tiraje Dikmen, Yüksel Arslan, Selim Turan, Hakkı Anlı, Avni Arbaş, Albert Bitran gibi sanatçılar da sıklıkla Paris Ekolü’yle ilişkilendiriliyor. İsmi geçen sanatçıların daha önce Paris’e giden kuşaklar gibi, devletin verdiği burslarla değil, Fransız hükümetinden aldıkları burslarla ya da çeşitli tanışıklıklar vesilesiyle ve kendi masraflarını kendileri karşılayarak Paris’e gittiklerini biliyoruz. Sanatçıların kimleri tanıdıkları ve bu ilişkilerin kariyerlerine etkisi ise biyografilerinde geniş bir yer tutuyor. Örneğin Tiraje Dikmen, Selim Turan ve Avni Arbaş, İstanbul’da Fransız kültür ataşesi olan Camille Bergeaud aracılığıyla Fransa’dan devlet bursu alır, Yüksel Arslan’ın 1961’de Paris’e gitme hikayesi ise daha ‘ilişkisel’dir: Hocası Mazhar İpşiroğlu’nun evinde eleştirmen Edouard Roditi’yle tanıştığı, onun aracılığıyla André Breton’a tanıştırıldığı, Breton tarafından Paris’e davet edildiği, Breton’un yanı sıra Jean Dubuffet, Jean-Paul Sartre gibi isimlerle arkadaş olduğu artık neredeyse bir ‘sanat efsanesine’ dönüşmüştür.

“L’Air de Paris – Paris Havası” sergisinden.

1945-1965 yılları arasında Türkiye’den Paris’e giden ve ülkelerine dönme zorunluluğu olmadan Paris’e yerleşen sanatçıların çoğu Akademi’de başlayan dostluklarını bu kentte devam ettirir. Hatta Selim Turan, Mübin Orhon, Avni Arbaş ve Abidin Dino’nun Paris’te aynı apartmanda yaşadığı bilinir. İstanbul’dan hocaları Léopold Lévy, 1949 yılında Akademi’deki görevinden ayrılıp Paris’e döndükten sonra kendisiyle aşağı yukarı aynı zamanlarda Paris’e yerleşen Nejad Devrim, Avni Arbaş ve Selim Turan ile ilişkisini sürdürür. Lévy henüz 1951’de yaptığı söyleşisinde Türk öğrencilerinin Paris’teki yerinden emindir: “Talebelerime sanatın devamlı, değişmez vasıflarını telkin ederken daima devrimizin endişelerini, ileri anlayışını göz önünde bulundurdum. Bugün Paris’teki genç Türk ressamların bilhassa resim sanatına ihanet etmeden –ki bugün pek nadir görülen bir vasıftır- öncülerin baş safında bulunmaları bunun en güzel delilidir.”⁶

İlginizi çekebilir:  Kesişme VI Kapılarını Açıyor

Lévy ile resim çalışmalarına Akademi’de misafir öğrenciyken başlayan ve 1949’da gittiği Paris’te Lévy vefat edene kadar (1966) birlikte çalışmaya devam eden Tiraje de, Lévy aracılığıyla Paris sanat ortamının etkin entelektüelleriyle ilişkiler kurar. Tiraje, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’e gidenlerin resmin peşinden gittiğini ifade eder: “Onların sorunları dönmek veya dönmemek değildi. Paris’e ulaşmanın heyecanı ve bilinciyle, sadece resim için yaşıyorlardı. Güçlük veya sıkıntılardan yılmaları söz konusu değildi. Paris Okulu’nun içindeydiler. Bağımsızdılar.”⁷ Tiraje’nin 1956 yılında Galerie Loeb’te desenlerini sergilediği ilk kişisel sergisi dikkat çeker, Jacques Lassaigne gibi döneminin etkin eleştirmenleri sergi üzerine eleştiri kaleme alır. Sürrealist sanatçı Max Ernst’in bu sergiden bir desen satın alması ise Tiraje için ‘büyük ve gururlu’ bir anıdır. 1960 yılında aynı galeride yağlıboya resimlerini sergiledikten sonra, 1964 yılında gerçekleşen Sürrealizm: Kökenler, Yakınlıklar, İlişkiler sergisine yağlıboya bir resmiyle (Çiçek Adam) dahil edilmesi, Tiraje’nin Paris sanat ortamındaki yerini sağlamlaştırır. Bu sergiye katılan bir diğer Türkiye kökenli sanatçı da Yüksel Arslan’dır.

“L’Air de Paris – Paris Havası” sergisinin “Neşeli Züğürtlük Enstitüsü” bölümünden.

Nejad Devrim’in Türkiye’den Paris’e en erken tarihte yerleşmesi (1946) ve ilk kişisel sergisini açması (14 Mart 1947, Gallerie Allard) ise Türk sanatçıların Paris sanat ortamında rüştünü ispatlaması açısından örnek gösterilir. Devrim, 1948’de Salon des Realites Nouvelles’de Soyut, somut, konstrüktivist, non-objektif sanat adlı sergiye de katılır, Ekim Salonu’nu kurup manifestosunu kaleme alır, Tristan Tzara’nın şiir kitabı Le Temps Naissant’ı ve sürrealist Paul Eluard’ın şiir kitaplarını resimler. Mübin Orhon, Iris Clert Galerisi’nde soyut çalışmalarını sergiler; Robert ve Lisa Sainsbury’nin savaş sonrası Paris Ekolü dönemi koleksiyonuna pek çok yapıtı girer. Abidin Dino ise ‘konar-göçer’ yaşamında Tristan Tzara, Gertrude Stein, Pablo Picasso gibi isimlerle ilişkiler kurar. Hatta Tzara kendisini handiyse ‘kanatları altına’ alır, böylece Dino desenlerini Paris’te sergiler. Sanatçıların biyografileri ve anlatıları burada bir kısmını paylaştığım ‘kol kanat germe’ hikâyeleriyle doludur.

Peki II. Dünya Savaşı sonrası Paris’e giden sanatçıların iyi derecede bildikleri Fransızcalarının yardımıyla Paris sanat ortamının etkin kişileriyle ilişkiler kurmaları, şehrin önde gelen galerileriyle çalışmaları, önemli salonlara, sergilere davet edilmeleri, yani ‘o zaman ve orada’ olmaları dışında ortak yönleri var mı? Estienne, yukarıda paylaştığım katalog metninde Yeni Paris Ekolü’nde ‘birbirine düşman iki kardeş’ olan sürrealizm ve soyutun birleştiğini düşünüyor.

Nitekim Tiraje, Sürrealizm: Kökenler, Yakınlıklar, İlişkiler sergisinin küratörü Patrick Waldberg’e göre “Sürrealist hareketin dışında, fakat arayışları ona paralel” sanatçılardan, hatta imgesel resmin en önemli temsilcilerinden biri.”⁸

1947’de Paris’e yerleşen Selim Turan’ın 1950’li yıllarda yaptığı resimlerine soyutlama hâkim; sanatçı bu resimlere ‘non-figüratif’ demekle yetinir.⁹ Nejad Devrim, Kariye Camii’nde, Bizans mozaiklerinde, yani Doğu estetiğinde bulduğu soyuta yeni yorumlar katar, Mübin Orhon için resim zaten soyut demektir. Hakkı Anlı ise 1960’lı yıllardan sonra soyuta yönelir, önemli sergilere soyut eserleriyle katılır. Yüksel Arslan’ın resimleri için sürrealist yaklaşımlar olsa da, kategorize etmek pek kolay değildir.

“L’Air de Paris – Paris Havası” sergisinden.

Eğer Paris Ekolü, yalnızca II. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’e göçenler ise elbette Paris Ekolü vardır ve burada ismini geçirdiğim sanatçılardan çok daha fazladır. Kimi sanatçılar, resimleriyle başkalarını etkileyemediği ya da yeteri kadar doğru ilişkiler kuramadığı için neredeyse hiç anılmasa da… Fakat Paris Ekolü’nde aradığımız, ortak entelektüel sorular ve resimsel sorgulamalar, üslup ya da estetik birliğiyse, bunu bulmak pek kolay olmayacaktır. Belki de Paris Ekolü’ne salt sanat tarihsel açıdan değil, sosyolojik bir olgu olarak bakmanın zamanı gelmiştir.

İzmir’e taşınan ‘Paris havası’

Arkas Sanat Merkezi’ndeki L’Air de Paris – Paris Havası adlı sergi, Léopold Lévy’den Fikret Mualla’ya, Hale Asaf’tan Abidin Dino’ya birçok sanatçının Paris’e yerleşerek kendilerini bulma yolculuklarını anlatıyor. Necmi Sönmez’in küratörlüğünü üstlendiği sergi, 1945-1968 yılları arasında Türkiye’den sanatın başkenti Paris’e yolu düşen Türkiyeli sanatçıların deneyimlediği özgürleştirici dinamikleri ele alıyor. Arşiv belgeleri ve fotoğraflarla desteklenen sergi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’e giden Türk sanatçıların, hayatlarında dönüm noktası olan Paris deneyimine ışık tutuyor. Léopold Lévy, Fikret Mualla, Hale Asaf, Fahrelnissa Zeid, Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Füreya Koral, Abidin Dino, Hulusi Mercan, Selim Turan, Cihat Burak, Adnan Varınca, Şükriye Dikmen, Avni Arbaş, İlhan Koman, Leyla Gamsız, Lütfi Özkök, Neşet Günal, Nejad Devrim, Mübin Orhon, Nedim Günsur, Tiraje Dikmen, Adnan Çoker, Turan Erol, Remzi Raşa, Kuzgun Acar, Semiramis Zorlu, Albert Bitran, Oktay Günday, Ferit İşcan, Erdal Alantar, Güneş Karabuda, Yüksel Arslan ve Müzehher Bilen Pasin’in yapıtlarının yer aldığı sergi 12 Şubat’a kadar izlenebiliyor.

1-Lydia Harambourg,”The 50’S In Paris 1945/1965”,  www.applicat-prazan.com/en/second-school-of-paris/
2-Lale Kula Özerden, “1945-1960: Paris Ekolü ve Paris’te Yaşayan Soyut Türk Ressamları”, 2005
3-A.g.e, s. 23.
4-Nurullah Berk, “Ustalarla Konuşmalar”, Sanat Yayınları,
5-A.g.e, s. 43.
6-Nureddin Şazi Kösemihal, “Léopold-Lévy’nin Paris’teki Sergisi”, Yeni İstanbul gazetesi, 28 Nisan 1951, s.5
7-Ali Artun, “Tiraje’yle Söyleşi: Desen Bir Bütün, Öncesi Sonrası Yok!..,” Resme Bakan Yazılar I
8-Patrick Waldberg, “Le Surréalisme: Sources, histoire, affinités”, Galerie Charpentier Yayınları, Paris
9-Jale Erzen, “Selim Turan’ın Sanatından Kesitler”, T.C Kültür Bakanlığı Yayınları
Previous Story

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Terk Edilmiş Binaların İzinde

Next Story

“Bir Arada” Yapı Kredi Kültür Sanat’ta

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights