60. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, resmi olarak açıldı. Bienalde Türkiye’yi temsil eden Gülsün Karamustafa’nın yeni eseri “Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli” de ilk kez bienal izleyicisinin karşısına çıktı. Eser, kişisel olandan uluslararası olana tüm ilişkilerdeki niteliksizliğe katmanlı bir vurgu niteliğinde.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği, 60. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda sanatçı Gülsün Karamustafa’nın mekâna özel ürettiği Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli adlı eseri sergilenmeye başlandı. Eser, dünyanın savaşlar, afetler, doğa ve çevre sorunları gibi zorluklarla karşı karşıya kalması sonucu ortaya çıkan acıları, kaybolan değerleri ve zayıflayan insan ilişkilerine odaklanıyor.
Kendini bir hikaye anlatıcısı olarak tanımlayan Gülsün Karamustafa, bu yerleştirme için ilk ilhamını boyutlarını İstanbul’daki tarihi Hipodrom Meydanı’na benzettiği sergi salonundan almış. Salona girildiğinde, ziyaretçileri Murano camından üç etkileyici avize karşılıyor. Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam inancını temsil eden bu avizeleri çevreleyen dikenli tel bulutu ise dinler arasındaki tarihsel gerilimi ve çekişmeyi simgeliyor.
Sergi mekânında ayrıca farklı yüksekliklerde plastik sütun kalıpları var. Ancak destekler yardımıyla ayakta durabilen bu kalıplar, geleneksel olarak şan, şeref ve kalıcılığı çağrıştıran sütunlarla tezat oluşturarak serginin ele aldığı boşluk ve kırıklık duygularını somutlaştırıyor. Mekânda dağılmış, başı sonu olmayan raylar üzerinde duran vagonların içi de kırık ve ıskartaya ayrılmış cam parçalarıyla yüklü.
Gülsün Karamustafa’nın sanat pratiğinde önemli bir yer tutan film unsuru bu enstalasyonda da yer buluyor. Dünyanın her yerinden göç, savaş ve politik gösterileri ele alan propaganda görüntülerinden sanatçının kurguladığı film Karamustafa’nın altını çizdiği dünya halinin zaman ve mekândan bağımsızlığının nişanesi gibi. Furkan Keçeli’nin sergiye eşlik eden ses kompozisyonu deneyimi derinleştiriyor.
Gülsün Karamustafa, eseri hakkında şunları yazmıştı:
“Etrafımda akıp giden ve insanlığı tehdit eden savaşlar, depremler, göçler, nükleer tehlike, durmadan hırpalanan doğa ve çevre sorunları nedeniyle bütünüyle içi boşaltılmış̧ bir dünya hâliyle uğraşıyorum.
Giderek hızına yetişemediğimiz gündemin sıradanlaştırdığı yıkımlar, birbirini pek yakın aralıklarla izleyen öngörülemeyen acılar, kof değerler, kimlik mücadeleleri, kırılgan insan ilişkilerinin yarattığı boşluk, oyukluk ve kırıklık olgusunu mekânda duygusal ve fiziksel olarak var etmeye çalışıyorum.
Dünya, üzerinde sürekli yer değiştirilen bir savaş alanı…”