den art’ta izleyiciyle buluşan “Öteki Kızlar” adlı son serginiz Türkiye’deki kadınların içinde bulunduğu toplumsal ve kültürel sorunlarla ilgili izleyiciye ne söylüyor? Serginin merkezinde ne tür düşünceler yatıyor?
Simone de Beauvoir “İkinci Cins”eserinde, insanlık tarihi boyunca kadının erkeğe göre ikincil olma anlamında “öteki” olduğunu ifade ediyor. Bana göre bu öteki olma durumu doğduğumuz andan itibaren bizlere işleniyor ve bu baskı ile yetiştiriliyoruz. Ben özellikle cinsiyet meselesi ve cinsiyet rollerini işliyorum. Aslında bizler cinsiyetimizi bilmeden doğuyoruz. Bizleri yetiştiren en başta ailemizde olmak üzere, cinsiyetimizin öteki olduğunu hissettiğimiz türlü türlü yasaklar, kurallar ve yaptırımlarla tanışıyor, kabulleniyor ve içselleştiriyoruz. Zaman içinde bu durum bizi ilerideki yaşantımız ve karşılaşacaklarımıza hazırlıyor ve bunları kuşaktan kuşağa aktarmaya devam ediyoruz.
Türkiye’deki kadınların içinde bulunduğu toplumsal ve kültürel sorunların en başında hala cinsiyet ayrımcılığı geliyor. Yasalarda eşitlik olmasına rağmen yaşam tecrübelerimizde çağdaş ve hak eşitliğine dayalı bir statü kazanabilmemiz zorlu ve yorucu. Tabii bunun en temel sebebi kadının toplumdaki algılanma biçimi…
Kadınları etkileyen konuları sorgulama ve başka bir anlatım biçimiyle gözler önüne serme isteği bu sergiyi ortaya çıkardı diyebilirim. Sergi merkezinde, bir kız çocuğunun doğduğu andan itibaren yaşamış olduğu ötekileştirmeleri hüzünlü bir dilde anlatmaya çalıştım. Buna aslında kız çocuklarının cinsiyetleri ile tanışma hikayeleri de diyebiliriz.
Sergi için yazdığınız tanıtım metninde çocukluğunuza, cinsiyetinizin ötekileştirildiği anılara sık sık yolculuk yaptığınız belirtiyorsunuz. Bu yolculuğun size ve sergideki üretimlerinize nasıl bir etkisi oldu?
İzleyiciye çeşitli sorular sorarak düşünmeye sevk eden bir sergi metni yazmak istedim. Bu aslında sadece benim çocukluğumda yaşadığım değil, izlediğim, gözlemlediğim ve hikâyelerini dinlediğim birçok kız çocuğunun ve şimdi yetişkin olmuş kadınların da hikayeleriydi. Bu anılardan bir tanesi 9-10 yaşlarıma dair. Yaz tatili için anneannemin evine gittiğimizde benden bir yaş büyük bir kız çocuğunun ağlayarak elindeki tığ ile çeyizi için dantel ördüğünü gördüm. Bunu yapmaya mecbur olduğunu ağlayarak söylediğini hatırlıyorum. O küçük bir çocuktu ve geleceği için annesi tarafından çeyizini hazırlamaya zorlanıyordu.
Sergideki seçkiyi hazırlarken önceliğiniz neydi? Sergideki işlerden de yola çıkarak detaylandırır mısınız?
Sergi metninden de hareketle izleyicinin sorular sorarak sergiyi gezmelerini sağlamak istedik. Seçkiyi hazırlarken sergi alanını yalın tuttuk ve bölmelere ayırdık. Bir kısımda erken yaşta evlendirilen kız çocukları konu alan resimler bulunmakta; bir tarafta da dantel imgelerinin daha yoğun olduğu resimler, portreler yer alıyor. Cinsiyet meselesi benim için sadece kadınlarla sınırlı değil. Bu sergimde bir eşcinsel biri de yer alıyor.
Sergide izleyici katarsis de sağlasın istiyorum. Kapattığı, üzerini örttüğü, duymak, görmek ve hatırlamak istemedikleri ile de yüzleşebiliyorlar. Burada resmin karşısında duran kişi de cinsiyeti fark etmeksizin durup düşünebilmeli. Toplumumuzda hala kadınların yaşadığı sorunlar üzerine çok büyük ilerleme kat ettiğimizi düşünmüyorum. Bu bizim üzerine konuşmaya ve sorunları anlatmaya devam etmemizi gerektiren bir mesele. Daha önce kadın hikâyeleri üzerine yapmış olduğum projelerde dinlediğim hafıza arşivim yolumuzun çok uzun olduğunu söylüyor.
Sergideki işlerinizde kadın portelerinin yanı sıra sinek ve dantel imgeleri de öne çıkıyor. Bu imgeler sizin sanatınızda ne anlama geliyor?
Benim resimlerimdeki kadınlar hikayesini gerçek hayatlardan alan, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz duruşları ile birlikte acı, savunmasızlık ve travma gibi duyguları aktaran kadınlar. Portreler kusursuz bir biçimde görünmüyor ve kişinin karakteristik özelliklerini de yansıtıyor. Bazıları izleyici ile direk göz teması kurarken bazıları iletişime kapalı ve daha içe dönük, güvensiz ya da gururlu.
Dantel imgeleri de her resimde ayrı bir görev üstleniyor. Kimi zaman kapatan, kimi zaman gösteren bir şeffaflıkta. Bu sergimde iki işimde kullandığım sinek metaforu da danteldeki hüzünlü etkinin tersine bir işlev üstleniyor. Bedene ya da yüze konmuş sinekler tıpkı bir karasineğin nereye konarsa konsun insanda hissettirdiği gibi. Üzerini kapatılan, anlatılmayan, dile bile getirilemeyen taciz, acı, travma, savunmasızlık, baskı, tecavüz, şiddet, korkular, utanç duygusu ve üzüntüler…
Üretimlerinizdeki kadın ve kadın olma hali sanat pratiğinize ne zaman yerleşti?
Bu sergi yaşamış olduğumuz evrende varlığını bulmaya çalışan kadınlar üzerine kurulu. Kadın ve kadın olma hali ise sanatsal üretimlerimin her döneminde vardı. İnsan duygu taşıyan ve duygu yüklenen bir varlık. Temelinde insan olma üzerine odaklanıyorum. Bu sorunların da cinsiyetlere takılmadan gerçekten insan olmaya başladığımızda aşılacağını düşünüyorum.
Tekniğinizle ilgili neler söylemek istersiniz?
Sergi; tuval üzerine akrilik boya ve iğne işi nakış tekniği ile yapılmış işler. Resimleri uzaktan görenler kolaj olduğunu düşünebiliyor. Geleneğimizde ve kültürümüzde yaşantısını sürdüren nakış uygulama tekniği resimlerime dikme-düğüm eylemleriyle birlikte dahil. Güncel üretim biçimiyle, daha çok kadınların kullandığı geleneksel bir yöntemi sentezleyerek yaşamda geçmiş-şimdi-gelecek kavramları arasında da bir ilişki kurmayı arzuladım.
İplerinin kullanım biçimleri, estetik bir yüzey oluşturmanın yanında, insanın yaşam sürecine etki eden izler. İğneyi tuvale her batırışta iplerin yüzeye sabitlenmesi, yaşantımız boyunca benliğimize kalıcı olarak işleyen izlerin bir benzeridir. Tuvale aktarılan bu sahneler, doğum ve ölüm arasındaki süreci oluşturan anılar gibi, yaşam serüveninin bir anlamda ölümsüzleştirilmesi ve bellekte birer imgeye dönüşmesi de diyebilirim.
*Deniz Karakurt Şekerci’nin “Öteki Kızlar” sergisini Antalya den art’ta 13 Nisan’a kadar görülebilir.