Sanat Terapi Güvenli Alanlar mı Yaratıyor?

Dışavurumcu sanat terapi yaklaşımıyla yetişkinlere yönelik psikoterapi seansı sunan ve müze/galeri alanlarında terapötik sanat atölyelerini yaygınlaştırmayı hedefleyen Seren Pehlivanoğlu İlkdoğan ile müze odaklı sanat terapi uygulamasını konuştuk.

/

Birbirine yapışık siyah ve beyaz çıplak insan figürleri, yuvarlak bir küre içinde yere yansıyan ışıktan bize doğru ürkütücü bir sesle renk değiştirerek yaklaşıyor. Renk değiştiren insan figürleri umut vaat eden insanlığın dönüşümü gibi hissettiriyor. Bambaşka güzel bir evrende insanların iyi ve kötü tarafının varlığını mı anlatmak istiyordu acaba sanatçı? Sanki umuda dayalı yaratıcı başka bir dünya mümkün diye düşünüyorum Akbank Sanat’ın Sanat Terapi Uygulayıcısı Seren Pehlivanoğlu İlkdoğan eşliğinde düzenlediği atölyede Niyetler 2 isimli serginin eserine bakarken…

Uzun seneler dansçı ve lisanslı jimnastikçi olarak bedensel çalışmalarına devam eden Seren Pehlivanoğlu İlkdoğan, Sabancı Üniversitesi’nde okurken sanat tarihine olan ilgisini keşfeder. Londra’da sanat tarihi ve müzecilik dersleri alır. Bu süreçte psikoloji ve sanatın birleştiği sanat terapi alanıyla tanışır. Londra’da yaşadığı eğitim sürecini, “Bir sanatçının bir şeyi ortaya çıkarırken yaratıcı sürecinde kişiliğinin, geçmiş yaşam deneyimlerinin ve duygu durumunun aslında o esere nasıl yansıdığını ve bunun izleyici tarafından nasıl algılandığı fikri üzerine bu aktarıma dair ilgi duymaya başladım” diye ifade eden İlkdoğan, Türkiye’ye döndüğünde bu alanda çalışmaya karar verir. Bilgi Üniversitesi’nde dans ve hareket terapisi eğitimi alır ve klinik psikoloji yüksek lisansına başlar. Mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD Sosyal Psikiyatri Servisi Çapa Hastanesi bünyesinde aldığı sanat terapi eğitim sürecinde hasta gruplarıyla intermodel sanat terapi yürütücülüğü yapar. Burada dans, hareket, müzik, ritim, kil tüm bu çalışmaları geçişli olarak uyguladıkları seansları yönetir.

“Yaratıcılığı körükleyen bir alan bu. Kişinin rahat ettiği alan müzik olabilir, onu beden harekete yönlendiriyor olmak aslında rahatlık alanından kişiyi çıkarmak da demek. Bu da yüzleşmeye ve farkındalığı artırmaya destek oluyor. Özellikle Kanada, Amerika ve Londra’da bu alan aktif olarak kullanılıyor. Neredeyse reçetelendirilmeye başladı Londra’da özellikle. Çünkü ortak değer ve ilgi alanları olan bireylerle topluluk halinde sosyal bir alanda olmak zaten başlı başına iyileştirici. Müze ve galeri alanlarının da terapötik işlevi iyileştirici alanlar olduğu artık kanıt temelli çalışmalarda bulgular arasında.”

Sabancı Müzesi’yle yaptığı işbirliğinde Çapa’da tedavi gören hastalarla sekiz haftalık bir müze odaklı sanat terapi programı açar İlkdoğan. Bu süreç boyunca hastalarla müzeye giderek çeşitli eserler seçilir ve ayakta tedavi gören hasta grubuna destekleyici bir çalışma olarak sanat terapi uygulaması sunulur.

Nasıl sonuçlar aldınız bu sekiz hafta sonunda?

Sosyal bir alanda birlikte olabilmek biraz daha özgüven artışına sebep oldu. İlk üç hafta bu bir kaygı uyandırırken artık oraya gelmek onlar için bir nefes olmaya başladı. Sürecin sonunda hepsinde umuda dair bir duygu ortaya çıktı. Bu, çok değerliydi benim için de katılımcılar için de. Bu çalışmanın üstüne Sabancı Müzesi’ne “Yaşayan Piramit” isimli Agnes Denes yerleştirmesi gelmişti. Bu yerleştirme üzerinden dört haftalık bir “sanat iyileştirir” serisi kurguladık. Sadece ziyaretçilere yönelik bir şey oldu.

Müze odaklı sanat terapi uygulaması nasıl bir çalışma?

İki aşamalı çalışıyor. Önce bir esere bakıyorsunuz fakat sanat tarihi gözünden değil, kişinin tamamen içsel bakış açısıyla buna bakmasını sağlıyoruz. Önemli olan kişide uyandırdığı çağrışımlar, hangi duyguları uyandırdığı. Hepimizin beyni ve algısı biricik. Bunlar geçmiş yaşam deneyimlerine ve kişilik yapımıza göre değişiyor. İkinci aşamada bu esere baktıktan sonra atölye alanında bir masada sanat malzemeleri ile orada çıkan tema ve duyguları benim açık uçlu yönlendirmelerimle bir sanat eserine dönüştürüyorlar. Bu duyguyu dışsallaştırma, somutlaştırma ve görselleştirme aslında. O yüzleştiği şeye sanatın mesafesinden bakıyor. Dolayısıyla eser üzerinden bir paylaşım yapıyoruz. Bu bir terapi seansı değil. Burada amaç kişinin kendine dair bir farkındalık kazanması ve bunu bireysel süreçlerine götürebilecekleri çok değerli doneler ortaya çıkarabilmesi.

Sanat terapide asıl amaç ne?

Kişiler müze alanlarını gezerken bir eserin önünden üç ya da dört saniyede, derinleşemeden, geçiyor. Eserle temas kursa bile onun kendisinde nereye dokunduğunu fark etmiyor.

Kişiyi etkileyen eserin onda neden öyle bir duygu bıraktığını fark etmesini sağlamaya çalışıyoruz. Buna da dünyada artık yavaş bakış yöntemi; Slow Look at Art ya da Mindfull Look at Art deniyor. Farkındalıkla sanata bakmak amaç. Bizim amacımız bu eğitimi daha fazla kişiyle nasıl buluşturabiliriz. Bunun için Sabancı Müzesi’nde kalıcı koleksiyonla bir çalışma yaptık. On eser seçerek bu eserlere ben bir QR kod hazırladım. QR kodları okuttuğunuzda çıkan bazı sorular yoluyla kendinize ve bu deneyime farkındalık gözüyle bakabiliyorsunuz. Şu an Sabancı Müzesi’nde halihazırda bu görülebiliyor. Online da yapabiliyorsunuz aynı zamanda.

Bu işi yapanların sanat tarihi ve psikoloji altyapısı olması gereklilik gibi gözüküyor.

Sanat tarihi değil ama psikoloji altyapısı olması şart. Yurtdışındaki eğitimlerde sanat eğitiminin de olması önemli. Eğer kişinin lisansında sanat eğitimi varsa ya da sanatçıysa onun belli başlı psikoloji dersleri almasını istiyorlar. Ondan sonra sanat terapi yüksek lisansına devam edebiliyor kişi. Tabii burada estetik sorumluluk diye bir şey de var. Kişinin seansta çıkardığı eserlerin hiçbir şekilde dışavurumundan daha fazlasını beklemiyoruz danışandan. Kişilerin katılımı için herhangi bir sanat geçmişine ihtiyaç yok. Ama bu işi yaptıran kişilerin sanat eğitiminin olması iyi olur. Ben de şu an bir sanat stüdyosunda kil, heykel, seramik ve resim eğitimime devam ediyor, aynı zamanda serbest dans/hareket çalışmalarımı sürdürüyorum.

Sanat terapide materyal önemli mi?

Materyal kullanım bilgisi çok önemli sanat terapide. O materyalin kullanımını hiç bilmeyince kişi bundan dolayı bir frustrasyon yaşayabilir. Bu eseri boyarken daha çok sulandırabilirsin ya da çizim yaparken bu kalemi kullanmak nasıl hissettirirdi gibi soruyla yaklaşabilmek için o kalemi kullanmayı biliyor olmanız lazım.

Sanat terapi işi sanata mı yoksa psikolojiye mi daha yakın?

Psikolojiye daha yakın. Fakat bu klinik tarafından bakınca böyle. Sanat terapi yapabilmek için psikososyal dediğim yerler, klinik dışı alanlar; eğitim, müze ve galeri alanlarında yapılan çalışmalarda terapiye girmeyiz.

İlginizi çekebilir:  "Dip Dalga"

Herhangi bir yerde sanat terapi eğitimi alan birisi rahatlıkla bu eğitimi yaptırabilir mi?

Türkiye’de üç yer var, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD Sosyal Psikiyatri Servisi Çapa Hastanesi, İstanbul Sanatla Yaşam ve Expressive Arts İstanbul.

Süpervizyon dediğimiz bir hocanın mentörlüğünde bir danışan veya hastayla çalışıyor olmanız teori ve pratik eğitimleri almanız gerekiyor. Belli bir saat bu çalışmayı yapmadıysanız bunu uygulayamazsınız. Online açılan 40 saatlik eğitimler çok fazla görüyoruz, bu eğitimler alana dair bilgilenmek için güzel ama uygulamak için yeterli değil. Bir grup yönetmek çok başka bir şey. Bunu öğreniyorsunuz orada. Hem klinik tarafı var bu işin hem de klinik olmayan tarafı var. Klinik olmayan tarafı için de 400 saatlik bir teori ve pratik kısmı ile iki senelik eğitim alıyoruz. Bir master gibi düşünebiliriz.

Sanat terapi hayatımıza nasıl girdi, bir eksiklik olarak mı doğdu?

Sanatın terapötik iyileştirici işlevi aslında paleolitik zamanlara kadar gidiyor. Şamanların yöntemleri, insanları iyileştirmeye yönelik topluluk halinde yapılan ritüeller aslında zaten insanların ruhsal, mental ve fiziksel olarak iyileşmelerini sağlayan çalışmalardı. Mağara resimlerinden beri kişiler hem belgeleme yöntemi olarak hem de dönemin dışavurumu olarak bu çalışmaları kullanıyor.

Sanat terapisi bir ekol aslında değil mi?

Evet bir ekol. Ne zaman sanat terapi bir ekol oldu dersek, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra olan bir şey. O dönem toplum çok travmatize olduğu için sanatçılar, dansçılar bir rehabilitasyon olarak bu işi yapmaya başladılar.  1920’lerin başlarında psikiyatrist Karl Wilmanns ve asistanı doktor Hans Prinzhorn tarafından bir sanat koleksiyonu kuruldu. Almanya genelinde çeşitli akıl hastanelerini ziyaret ettiler ve başlangıçta 5000’den fazla eser topladılar. Şu an Prinzhorn Collection olarak bilinen çalışmalar bunlar. Adrian Hill, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaralı askerlere sanat terapisi uygulamaya başladı. Savaş sonrasında, bu konudaki deneyimlerini paylaşarak sanatın insanların duygusal iyilik hali üzerindeki etkilerini vurguladı ve sanat terapisinin bir terapi yöntemi olarak gelişmesine katkıda bulundu.

Fark ediyor ki hastalar çizerek, dışavurum yaparak daha çok iyilik haline erişmeye başlıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra toplumu rehabilite edebilmek için bunu bir ekol olarak psikiyatri hastanelerinde “uğraşı terapisi” adı altında kullanıyor ve zamanla geliştiriyorlar.

Sanatın diliyle sanatı bir araç olarak kullanıyoruz yani?

Sözel olmayan bir iletişimle bunu yapıyoruz, sanatın diliyle sanatı bir araç olarak kullanıyoruz fakat burada hiçbir dil ya da söz yok değil. Sürecin sonunda ortaya çıkan materyali konuşarak ve üzerinden yorumlayarak konuyu bilişsel sürece taşıyoruz. “Eserin senin yaşamına dokunan tarafı ne, sence bu ne mesaj veriyor, bize seninle ilgili ne anlatıyor” diye konuştuğumuzda söz devreye giriyor. Yani söz ve sözsüz iletişim aslında beynin iki bölgesini harekete geçiren bir deneyim. Birçok snaps harekete geçmeye başlıyor ve beynin esnekliği artıyor. Nörobilim ve sanatın bireyleri nasıl iyileştirdiğine dair yapılan çalışma alanına Nöroarts deniyor şu an: Nörosanat. Özellikle Amerika ve İngiltere’de şu anda çok kapsamlı araştırmalar devam ediyor alanla ilgili. Beyin görüntüleme çalışmaları teknolojisi arttıkça aslında stresi ve anksiyeteyi azalttığı bulgular arasında.

Sanat terapi alan bir kişinin geribildirimleri neler oluyor?

Tek seferlik bir deneyime girdiyse kişi kendi içindeki imgelerle, kendi iç sesiyle karşılaşmış oluyor. Onların eşliğini kabul edip sürecine dahil etmek isteyebiliyor. İçimizdeki çatışmaları bazen sözel olarak tanımlayamıyoruz. O imgeleri tıpkı bir rüya gibi düşünelim. O rüyanın bize çağrışımı ne ona bakıyoruz. Bize ne hissettirdi? Bir hayvan arketipi önümüze çıktığında bu sizin için ne ifade ediyor, benim için ne ifade ediyor? Buradan çıktıktan sonra kişi bu eserlerin hayatında neye tekabül ettiğini görüyor. Bende niye böyle bir duygu uyandırdı diye aslında kendini sorgulamasını sağlıyor.

Herkese açık mı bu çalışmalar? Riskleri var mı?

Psikososyal alanlara herkes katılabilir. Daha uzun çalışmalarda biraz daha seçici olmak gerekiyor. Müze çalışmalarında o kadar derinlemesine girmediğimiz için yönergeleri de ona göre planlıyoruz. İnsanın aslında güçlü tarafları ve iç kaynakları o kadar çok ki. Kişi içindeki gücüyle kendini oraya getirebilmiş her şeyden önce. Aksi bir durumda benim psikoloji eğitimimin olması bu durumda devreye giriyor tabii ki. Müze çalışmalarına gelen kişiler daha çok farkındalık temelli (yoga, meditasyon vb.) çalışmalara katılan kişiler oluyor genelde. Sanatçılar, psikologlar ya da sanata ilgi duyanlar daha çok katılıyor.

Curative Arts nasıl ortaya çıktı?

Ben uzunca bir süredir bu alanda çalışan kişilerle ortaklaşa çalışmalar yapalım bir çatı altında toplansınlar ve böyle bir topluluk oluştursak diye hayal ediyorum. Sanat ve sanatın onarım gücüne ilgisi olanları daha güvenli bir alanda buluşturmak için böyle bir topluluk oluşturmak istedim. Bir paylaşım alanı yaratabilmek, çeşitli sektörden kurum çalışanlarıyla sanatla iyilik halini deneyimleyebilmek, müze ve galeri alanlarına birlikte gidebilmek için kurulmuş bir yer Curative Arts. Alanında uzman kişilerle genişletebileceğimiz bir alan olacak zamanla umarım.

Sanat terapi eğitimlerinde müzede eser yorumlamak dışında başka neler yapıyorsunuz? Dans ya da heykel çalışmaları da var değil mi?

Tabii dans hareket atölyeleri yapıyoruz, heykelle beden hareket atölyesi yaptık müzede. Kil ya da mandala çalışmaları yapıyoruz. Ben biraz daha temalar üzerinden gitmeyi seviyorum. Küratöryel metinlerde belli temalar öne çıkıyor. Müzelerin içinde çalışan sanat terapistleri var dünyada. Örneğin, Montreal Müzesi’nde Stephen Legari şu anda küratöryel ekip ve öğrenme programları bölümüyle ortaklaşa sanat terapi çalışmalarını yürütüyor. Ziyaretçilere yönelik atölyelerin yanı sıra sosyal sorumluluk projeleri yönetiyorlar. Bu projelerin toplumsal ve sosyal dönüşüm için çok önemli olduğuna inanıyorum. Müze alanlarını iyileştirici alanlar olarak kurguluyorlar. Türkiye’de de gelişeceğine inanıyorum. Sadece müzelerle değil sanat galerileriyle ve kurumlarla da çalışıyoruz. Dünyada Corporate Wellbeing denilen kavram, çalışanların ruhsal ve mentâl sağlığına yönelik çalışmalar yaptırıyoruz.

Previous Story

Deniz Çekilmeye Başlayınca

Next Story

“Öteki Kızlar”ın Sergisi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.