-
Sinema ve televizyon öğrenimi gördünüz, 5533 ve Arter gibi galeri ve sanat kurumlarında İngilizce çevirmenlik yapıyorsunuz. Roman yazmaya nasıl karar verdiniz? Yazım süreci sizin için nasıl geçti?
Roman yazmaya karar verdim denemez sanırım. Okuldayken senaryo yazmak istiyordum ama matematiksel yapısı yüzünden pek becerebildiğim bir şey olmadı. Hep bir şeyler yazan biri değilsem de genelde kendimi yazıyla daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Böyle anlatınca saçma duyulabilir ama Dört Ayak Üstünde’ye başlamadan önce sürekli aynı rüyayı görüyordum: Tanımadığım birinin arabasını çalıyorum (gerçekte ehliyetim bile yok), gitmem gereken bir yer ve belirsiz bir görevim var, aşırı stresliyim ve sonu gelmeyen bir yolda sürmeye devam etmem gerekiyor. Boş bir vaktimde, niye bu kadar stresliyim diye düşünürken o rüyadan yola çıkarak yazmaya başladım, hoşuma gidince devam ettim.
Yazım süreci bazen heyecanlı, bazen de kâbus gibiydi benim için. Roman yazmakla ilgili hiçbir şey bilmiyorum ve uzun vakit isteyen bir iş olduğundan her adımda onay almak mümkün değil, basılıp basılmayacağının garantisi yok. Bir gün yazdığımı ertesi gün silip durdum, böylece editlemenin yazmaktan daha önemli olduğunu öğrendim, en azından benim çalışma rutinimde. Öte yandan, tam da pek fikrim olmadığı için herhalde, kendimi sınırlamadım ve çok eğlendim açıkçası. Biraz daha sabırlı ve sakin birine dönüştüğüm kesin.
-
Dört Ayak Üstünde’de okurları neler bekliyor?
Bulunduğun yere ait olmama hissi, harekete geçme isteği ve kendini sorgulama dürtüsü bekliyor. Galiba sinema eğitimimden kaynaklı, yazarken sayfaları sahneler gibi canlandırdım kafamda, o yüzden görselleştirmesi mümkün bir romanın beklediğini de söyleyebilirim. Şahsen çok sıkıldığım gösterişli, kendini fazla ciddiye alan bir anlatı beklemiyor kesinlikle. Kontrolün yazarda olduğunu unutturmayan kitapları okurken rahatsız oluyorum, öyle yapmamaya özen gösterdim.
-
Kitapta biri kadın biri erkek iki kişinin ağzından, farklı yıllardan hikayeler dinliyoruz. Genç bir kadın olarak 50’li yaşlardaki erkek karakteri yazarken zorlandınız mı?
İlk başta karakterlerin cinsiyetleri ve yaşları yoktu. Hatta Dört Ayak Üstünde’yi tek kişinin anlatısı olarak düşünmüştüm. Sonra ana karaktere bazen yardım edip bazen zorlayacak bir yan karakter yazmaya karar verdim. Birbirleriyle doğrudan konuşmalarını istemedim; birinin anlatıya başka bir zamanın yankısı halinde dahil olması, yani iletişimin tek taraflı kalması, istediğim hissi vermeye yarar gibi geldi. Yazarken ‘şu anda 50’lerinde bir erkeği canlandırıyorum’ diye düşünmedim hep, bazen unuttum onu. Çok zorlandım diyemem çünkü o karakter biraz yaşlanma korkusunu da temsil etti benim için, cinsiyetinden bağımsız. Bir de bilmiyorum, erkekler şuursuzca kadın karakter yazıp duruyor, ben de kendimle birçok açıdan alakasız bir erkek karakter yazsam eğlenceli olur dedim.
-
“Her ne kadar kendim için yazdığımı savunsam da aslında bu defterin amacını tamamen değiştirmiş oldum. Belki tahminimden uzun süredir sizi de hesaba katarak yazmışımdır…” Kitabınızdaki bu cümleleri okuduktan sonra sizin yazma motivasyonunuzu merak ettim. Siz kimin için yazıyorsunuz?
Okumak isteyeceğim bir kitap yazmaya çalıştım, öncelikli amacım buydu. Bir okur olarak hiç tanımadığım birinin kendini nasıl ifade ettiğini görmek, zihninin parçalarına dahil edilmek ilgimi çekiyor. Yer değiştirip bunu yapan kişi olunca hem okur hem yazar gibi düşünerek ilerledim. Henüz net bir okur kitlesi belirleyebilecek kadar deneyimim yok. Ve hepimiz birbirimizden çok farklıyız, ama temelde sandığımız kadar farklı değiliz bence. Bunu aklımda tutarak, ham duygular söz konusu olduğunda aynılaştığımıza inanarak yazıyorum.
-
Bir çırpıda okunan bu ilk romanın ardından yeni bir roman projeniz var mı? Ya da yazarlık kariyerinize başka bir tür ile devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim. Kısa öykülerden oluşan bir kitap üzerine çalışmaya başladım ama ne gibi temalar altında toplanacakları henüz belli değil. Sonrasında Dört Ayak Üstünde’yi İngilizce’ye çevirmek ve belki bir noktada başka dillerde yazmak gibi hedeflerim var şimdilik.
-
Hangi yazarlar size ilham veriyor?
Bu soru sorulunca genelde zorlanıyorum çünkü yazarken bir yandan da sevdiğim, sevmediğim birçok kitap okumaya çalışıyorum ve çoğu bir şekilde ilham oluyor aslında. Ama aklıma ilk gelenleri söyleyecek olursam: Yukio Mishima’nın kendini ifade etme becerisinden etkileniyorum, Elena Ferrante’nin akıl almaz gözlem yeteneğini öne çıkaran yalın bir dili var bence, Valeria Luiselli’nin araştırmacı kimliğini romanlarına yansıtmasına çok imreniyorum. Zadie Smith, Anna Burns, Mieko Kawakami, Chris Kraus, Kevin Wilson ve James Baldwin de bana ilham veren yazarlar arasında.