Murat Morova’nın Kuş Ölür, Sen Uçuşu Hatırla adlı sergisi, günümüzde süregelen tüm problemlerin ve sıkıntıların, şiirsel teknikle ortaya çıkan latif bir anlatımı. Serginin ismini şair Füruğ Ferruhzad’ın Kuş Ölür adlı şiirinin son dizesi ‘Kuş Ölür, Sen Uçuşu Hatırla’ dan alıyor.
Morova serginin ismine dair şunları söylüyor: ‘‘Bu serginin isminde aslında Füruğ Ferruhzad’ın şiirlerinden direk hareket eden bir durum yok, benim kendi dünyamda uğraştığım birtakım alegorilere Kuş Ölür, Sen Uçuşu Hatırla dizesi denk düşüyor.’’
Ferruhzad’ın bu dizesinin karşılığı Morova için tasavvufta da benimsenen bir yaklaşım olan ‘Dem bu Dem’dir, olgusuyla örtüşüyor. ‘‘Bu söz her şeyin anda olduğunu, o an her şeyin harekette, canlılıkta, fikirsel ve zihinsel her şeyi içine alır,’’ diyor Morova ve o anda geçmiş ve geleceğin birlikte var olduğunu ve bu yüzden değerli olduğunu biliyor. Beden ölse bile uçuş hatırlanır, devam eden o anın hatırlanmasına denk geldiği için bu ismi seçtim, diyor Morova.
Bu sergisinin diğer sergilerinden farklı olduğunu belirten sanatçı, normalde sergilerinde bir kavram belirleyerek o kavrama yöneldiğini, estetik dili deşifre etmeye çalıştığını, ya da Amak-ı Hayal sergisinde olduğu gibi bir kavramı ele aldığını söylüyor. ‘‘Ama bu sefer kendimi serbest bıraktım. Bu çok şiirsel bir sergi olsun istedim, iç dünyamın, seçtiğim yolun bir şekilde bütün o an içinde kalarak, geçmişten seçtiğim metaforları da alegori halinde kullandım.’’ Aslında, metaforları metafor olarak kullanmak istemediğini ve bunları bu yüzden birer alegoriye dönüştürdüğünü söyleyen sanatçının eserlerine bakıldığında belirli hikayeler yakalamak ve bu hikayelerin de semboller aracılığı ile izleyiciye kendi hikayesini de şiirsel bir yolla keşfetmesi için yollar açtığını görüyoruz. ‘‘Sergiyi gezen kişiler bu alegoriler sayesinde kendi metinlerini ve kendi dünyalarını oluşturabilirler. Ben kesin bir şey söylemiyorum. Bir yol ve yolda olma duygusu olsun istiyorum.’’ Böylece, bazen güvercin şeklinde bir beden ya da tek başına duran ve bedeninin üzerinde beliren ustalıkla çizilmiş bir gülle neredeyse birleşmiş bir insan, vahşi bir aslan ya da melekler ve mühürler Morova’nın resimlerinde gördüğümüz detaylar arasında yerini alıyor. Bu detaylar, bir yandan, tasavvufta âlimlerin farklı boyutlarda yaptıkları yolculuklarda sembolik olarak bir güvercine dönüşmeleri, ya da gül kokusunun ve gülün kalpte ortaya çıkan bilginin sonucu olduğunu hatırlatırken yolda olmanın da bir tür keşif olduğunu hatırlatıyor izleyiciye.
Morova’nın sembollerinin tekrarlandığını görüyoruz ve bu bir tesadüf değil. Sanatçının 1990’lardan itibaren yaptığı eserlerde zaman içinde oluşmuş bir ikonografisi var. ‘‘Bu ikonografi beni çok tanımlıyor ve devamlı kullanıyorum. Hep geri dönerek aynı ikonografiyi kullanıyorum. Buna tasavvuf estetiğinde tenevvü deniyor, yani çeşitleme: Bir şey üzerinde form aynı ama kullanma şekli ve ona yüklenen anlam değişiyor.’’
Morova’nın bu yaklaşımıyla, az malzeme ile çok şey anlatabiliyor ve geleneksel sanatların da özü olarak karşımıza çıkıyor. Bu ikonografi bir leitmotif olarak devam ediyor. Böylece, eserler, sanatçının görsel ikonografisinden sembolleri yepyeni kurgular, dokular ve renklerle buluşturarak yaşadığımız coğrafyanın ortak değerlerine, sözlü geleneklerine ve anonimleşen görselliğe açılıyor.
Şiirsellik ve Doğu Estetiği
Serginin genel kurgusunda da şiirsellik ve Doğu estetiğinin hâkim olduğunu görüyoruz. Morova bu bağlamda anlatım dilini kendine en yakın gördüğü görselliğin Parajanov’un Ermeni şair Sayat Nova’nın hayatını anlattığı deneysel filmi Narın Rengi olduğunu söylüyor. ‘‘Ben de serginin az söze dayalı, şiirsel, sahneler arasında durup izleyiciye kendi tefekkürünü sağlama imkânı veren bir düzen içinde olmasını istedim.’’
Morova sergileme konusunda da hem Doğu estetiğine hem de geleneksel sanatlara bağlı kalmış. ‘‘Bu eserlerin hepsi bir çağdaş sanat yapıtı ama yapıtları kendi bağlamından uzaklaştırmak istemedim. Bu nedenle bazı eserlerin kitap gibi açılmış olarak rahle üzerine durduğunu görebilirsiniz. Çini gibi duran resimler ise duvarın hemen kenarından başlıyor.’’ Böylece, Morova, öze ve yapıtların çıkış noktasına her daim sadık kalıyor. Bazı eserler de bir arada duruşlarında bir enstalasyon olarak da algılanabiliyor.
Sergide sözünü tek başına söyleyen eserler de mevcut, bu eserler de bir duvar halısı ya da cam altı resim gibi duruyor. Çiniler ve kitaplar ise kendi bağlamları nasılsa o şekilde duruyor. Serginin o kadar çok katmanı var ki, sanatçı da hepsini açamadığını söylüyor. Diğer yandan, kullandığı malzeme bu katmanların çeşitliliğine bir örnek: El yapımı kâğıtlar üzerine suluboya kullanan Morova, eseri üretirken suyla yoğun bir ilişkisi olan, daha akışkan ve tesadüflere de olanak veren bir üretim süreci deneyimlediğini belirtiyor. Suyun hafızası vardır, diyor Morova.
İzleyicinin de kendi metnini ve kendi şiirini bulması ya da kendi duygu dünyasına girmesini temenni ettiğini söyleyen Morova, yine tasavvuftaki bir sözü hatırlatıyor: Herkes kendi kabı kadar alır. Morova’nın sergisi ve eserleriyle ilgili en çarpıcı ve en öne çıkan düşüncesi ise, izleyicinin kabına aldığı ne varsa, onun işine de o kadar katkısı olacağı.
Herhangi bir şekilde, sebep sonuç olmadan, yolda ve yolun içinde izleyici kendi şiirini, kendi metnini yazarken belki de az, belki de çok ama illaki bir şey alacak ve bu değer sanatçının işinde ve duygu dünyasında farklı alemlerde ve boyutlarda değişerek ona geri dönecek. Yine bir yol ve yolda olma durumu mevcut olacak. Her şeyin bir oluş ve bozuluş potansiyeli olduğu gibi eserler de bu bağlamda değişecek ve dönüşecek. Sanatçı asla ‘ben bunu bitirdim’ demiyor, gelen her şeyin kendine yer bulduğuna inanıyor. Bu nedenle Kuş Ölür, Sen Uçuşu Hatırla, kalbin makamlarına yapılan sonsuz bir yolculuk olarak farklı insanların yaşamlarında yolunu keşfediyor.